Dominique. Fromentin Eugène
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Dominique - Fromentin Eugène страница 9

Название: Dominique

Автор: Fromentin Eugène

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-6485-11-2

isbn:

СКАЧАТЬ acı duymadan hakkında bir hüküm vermek daha güç: Acıklı veda mektubunu biraz evvel okuduğunuz adam… Kendisi için hoşa gidecek bir tarafı olmayan hayatı hakkında bizzat izahat vermesi kabil olamazdı. Size mahremane anlatacağım şu sergüzeşte onun hayatını karıştırmak bir bakıma o hayata hakkını vermek demektir.

      Ötekinin hayatı açıktır. Kendisi için hiç ihtiraza mahal yoktur. Bulunduğu mevkiler onu devlet memuru hâline getirmiştir. Siz kendisini ya tanıyorsunuz yahut bir gün tanıyacaksınız. Aslının, neslisin belli başlı kimseler olmadığını size söylemekle en ufak bir meziyetine bile dokunmuş olmayacağımı zannederim.

      Üçüncüye gelince: Kendisi ile temasımın gençliğim üzerindeki derin tesiri bariz olan bu zat şimdi öyle mesut ve emin şerait içinde nisyana karışmıştır ki sergüzeştini size anlatacak olan muhatabınızın hatıralarına ailece karıştırılmış olmasını hiçe sayabilir.

      Kendi hesabıma, benim hiç ailem olmadığını söyleyebilirim. Bugün bana aile bağlarının tadını ve kuvvetini anlatan, çocuklarım olmuştur. Onların yaşında iken ben bunlardan bihaberdim. Anamın ancak beni emzirecek kadar ömrü vefa etmiş ve çok geçmeden ölmüş. Babam birkaç sene daha yaşadı; fakat sıhhat bakımından öyle zavallı bir yaşayış ki onu kaybetmeden çok zaman evvel onun varlığını hissetmez olmuştum ve nazarımda o, hakiki ölüşünden çok evvel ölmüştü. Bir hâl ki ben anamı da babamı da tanımadım desem caizdir. Hatta babam öldüğü için tek başıma kaldığım zaman beni muzdarip edecek hiçbir değişiklik bulmadım. Etrafımda zavallı bir isim gibi tekrar edilen öksüz kelimesine ne mana vereceğimi sarih olarak hiç bilmiyordum. Yalnız hizmetçilerimin ağlamalarına bakarak acınacak bir hâlde olduğumu anlıyordum.

      Bu sadık adamlarımın arasında büyüdüm. Ceyssac adında bir halam da uzaktan beni gözetiyordu. Çok geçmeden o da geldi. Trembles’da yerleşti. Çünkü artık benim gerek servetim gerek terbiye ve tahsilim için behemehâl yanımda bulunması lazım geliyordu.

      Beni yabani bir çocuk durumunda buldu. Yabani, kendi hâline bırakılmış, cahil mi cahil, boyun eğdirmek kolay, ikna etmek daha güç, kelimenin bütün manasıyla hayta ve haylaz, çalışma ve inzibat hakkında zerre kadar fikri yok, bir çocuk ki ilk defa olarak kendisine okumadan ve boş vakit geçirmemeden bahsolunduğu vakit ağzı açık kalmış ve hayatta başıboş kırlarda, bayırlarda koşmaktan başka bir şey olabileceğine şaşıp kalmıştır.

      Filhakika benim de o zamana kadar bundan başka yaptığım hiçbir iş yoktu. Babamdan bana son kalan hatıralar şunlardı: Kendisini kemiren hastalık ara sıra aman verdikçe o çıkar, yaya olarak parkın dış duvarına varır, orada öğleüzeri, kalın bir kamış bastona yaslanarak kendisini bana bir ihtiyar gibi gösteren ağır bir yürüyüşle saatlerce gezinirdi. Bu esnada ben kırlarda dolaşır ve kuşlara ökse kurardım. Başka ders almadığım için babamdan ne gördümse ufak bir fark ile hemen tıpkısını ben de yapıyorum sanırdım.

      O zamanki arkadaşlarıma gelince: Bunlar da ya çok tembel oldukları için mektepte okuyamayanlar yahut pek küçük oldukları için toprak işlerinde çalıştırılamayanlardı ve hepsi, istikbali mutlak bir kayıtsızlıkla karşılamak hususunda hâlleriyle bizzat beni teşvik eden birer numune idiler. Gariptir ki bana hoş gelen biricik terbiye ve beni isyan ettirmeyen yegâne malumat -ki emin olun, yegâne devamlı ve pozitif semere verenler de onlardır- bana gene o çocuklardan geliyordu. Görenekle ve pratik bir surette köy hayatının ufak tefek bilgileri ve cazibesi demek olan ilimleri farkında olmayarak elde ediyordum. Bu kabil bilgilerden menfaat görmek için aranılan bütün evsafı16 haizdim: Tam bir sıhhat, gürbüz bir vücut; köylü gözleri, yani mükemmel bir görüş, küçük yaştan beri en hafif sesleri almaya alışmış kulaklar, yorulmaz bacaklar, bunlarla beraber bol ve açık havada yapılan işlere karşı bir sevgi, görülen, işitilen, müşahede ve tetkik edilen şeylere karşı kaygı, okunan hikâyelerden çok zevk almayış, anlatılanları büyük bir merak ile dinleyiş! Kitapların en harikalısı beni masallarınki kadar alakadar etmezdi ve ben köylü hurafelerini yazılmış peri masallarına üstün tutardım.

      On yaşında iken ben de bütün Villeneuve çocuklarına benzemiştim: Onlar ne biliyorlarsa ben de biliyor ve onlar gibi babalarının bildiğinin bir parça daha azını biliyordum. Fakat onlarla benim aramda o zaman pek belli olmayan, fakat sonra birdenbire taayyün eden bir fark vardı ki o da şu idi: İçinde beraber yaşadığımız hayat ve hadisattan benim öyle duygularım vardı ki bunların hepsi onlara yabancı görünüyordu.

      Mesela… Şimdi şöyle bir düşününce olduğu gibi hatırlıyorum. Tuzakları yapmak, çit boyunca onları kurmak, kuşun gelişini gözlemek kuş avının bence en cazip tarafı değildi. İspatı da şu ki o mütemadi pusuda beklemelerin hatırımda kalan biraz canlı noktaları olmasıdır: Bazı yerlerin net olarak gözümün önüne gelişi, tamamı tamamına vaktini, saatini bilişim, hatta o zamandan beri hâlâ duyulmaktan hali kalmayan bazı seslere dikkat edişim gibi…

      Aradan otuz beş yıl geçtiği hâlde şimdi mesela size desem ki bir akşam yeni sürülmüş bir tarladan tuzaklarımı alırken ortalık sakin, gökyüzü sincabi idi. Hava şöyle idi. Filan rüzgâr esiyordu. Eylülün sürü sürü kumruları sesli sesli kanat çırparak kırlardan geçiyorlardı veya ovanın her yanında bezleri yırtılmış yel değirmenleri bir türlü esmeyen rüzgârı bekliyorlardı, filan filan… Ne dersiniz? Çocukluğuma verirsiniz, değil mi? Nasıl oluyor da bu kadar az ehemmiyeti olan şeyler tastamam tarihiyle, günü ile saati ile zihnimde yer etmiş bulunuyor ve bunu benim gibi olgunluk devrini de geçirmiş bir adam söz arasında nasıl hatırlayıp yerli yerinde size söylüyor, bilemem. Yalnız binbir hadise içinde bunu zikretmekten maksadım şunu belirtmeye çalışmak; daha o zamanlar haricen benden bir şeyler yükseliyor ve içimde bilmem nasıl hususi bir hafıza teşekkül ediyordu ki vakıalara karşı pek hassas olmakla beraber bana garip bir kavrayış kabiliyeti, intibaları sezmek ferasetini veriyordu.

      Ortada -bilhassa benim istikbalimi düşünenlere göre- müspet olarak bir şey varsa o da benim gördüğüm sözde çetin terbiyenin pek fena olması idi. Oyun ve eğlenceden başka bir şey düşünmüyor, senli benli teklifsiz görüştüğüm köylü arkadaşlarımla kol kola geziyordum. Böyle olmakla beraber hakikatte ben yalnızdım. Beni bekleyen istikbalime binbir cihetten uygunsuz şerait içinde soyca sopça yalnız, paye ve unvanca yalnızdım. Öyle kimselere bağlanıyordum ki onlar benim dostum, arkadaşım değil, ancak uşağım olabilirlerdi. Bu bağlılık haberim olmayarak öyle kökleşiyor ve Allah bilir, nasıl dayanıklı elyaf ile öyle bir muhitte pekleşiyordu ki bu yerleri terk etmek, hem hiç vakit kaybetmeden terk etmek lazımdı. Nihayet bende öyle itiyatlar yerleşiyordu ki, sonra anlayacağınız veçhile, mizacımda bir ikilik vücuda getiriyordu: Yarı köylü, yarı musiki heveskârı, kâh biri kâh öteki, çok kere ikisi bir arada, fakat hiçbiri ötekinden üstün değil.

      Daha evvel de dedim ya, cehaletim son derece idi. Halam bunu fark edince acele Trembles’ya bir mürebbi getirtti: Ormesson Kolejinde genç bir müzakereci, olgun bir kafa, sade, dobra, kati, çok okumuş, her mesele hakkında bir fikri var, harekâtında çabuk -fakat hiçbir vakit hareketinin amillerini münakaşa ve tetkik etmeden değil- çok pratik ve zorunlu olarak çok haris. Hayata onun kadar az ideal ve çok itidal ile giren ve varidatı az olduğu nispette metaneti çok olan hiç kimse görmedim.

      Evzası17 serbest, gözü parlak, sözü tok, meclislerde göze çarpmayacak derecede tavrı, hareketi ve fikri zarif, benim karakterime pek az benzediği için çarpışmalarımızda beni pek üzen bir karakteri var; fakat derhâl ilave etmeliyim ki hakikaten СКАЧАТЬ



<p>16</p>

Evsaf: Vasıflar. (e.n.)

<p>17</p>

Evza: Hâller, durumlar. (e.n.)