Binbir Gece Masalları. Неизвестный автор
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Binbir Gece Masalları - Неизвестный автор страница 32

Название: Binbir Gece Masalları

Автор: Неизвестный автор

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-6865-10-5

isbn:

СКАЧАТЬ Allah izin verir de ülkeme ve aileme sağ salim ulaşır, babamla yeniden bir araya gelirsem seni yapan ustaya cömert davranacak, ona istediği her şeyi vereceğim.

      Bu arada gece olmuş ve prens, herkesin uykuya daldığından emin oluncaya dek çatıda kalmış. Babasının yanından ayrıldığından beri aç ve susuz kaldığından bitap düşmüş. Şöyle düşünmüş:

      Muhakkak ki bu sarayda yiyecek bir şeyler vardır.

      Ve atı bırakıp yiyecek bir şeyler aramak üzere merdivenlerden aşağı inip büyük bir salona ulaşmış. Yerleri mermer ve kaymak taşıyla döşenmiş bu salon, âdeta ay gibi parlıyormuş. Prens ince bir zevkle döşendiği belli olan bu yer karşısında hayranlık duymuş. Konuşan ya da yaşayan herhangi birine dair bir iz olmadığını görmüş ve şaşırmış. Hangi yöne döneceğini bilmeden sağa sola bakınmaya başlamış. Kendi kendine şöyle demiş:

      “En iyisi atı bıraktığım yere döneyim, sabah olur olmaz da yola çıkarım.”

      Kendi kendine konuşurken saraydan gelen ışık gözüne çarpmış. Işığın, harem kapısının önünde duran -Hazreti Süleyman’ın ifritlerinden birine benzeyen- bir muhafızın kafasının üstündeki mumdan geldiğini fark etmiş. Bu adam öyle iri yarı bir adammış ki boyu göklere uzanıyor, eni genişçe bir yer kaplıyormuş. Yerde yatan muhafızın kılıcı, mum ışığında parlıyormuş. Granit bir sütunda asılı deri bir çanta da yukarıdan sarkıyormuş. Prens bu yaratığı gördüğünde korkmuş ve kendi kendine, Ey yüce Rabb’im, beni daha önceki büyük sıkıntıdan kurtardığın gibi bu sarayın dehşetinden de kurtar. demiş.

      Ardından deri çantayı almış ve içinde bir sürü lezzetli yiyecek olduğunu görmüş. Karnını iyice doyurmuş, susuzluğunu gidermiş. Daha sonra çantayı yerine asmış ve uyuyan kölenin kılıcını almış. Tabii bu arada adamın dünyadan haberi yokmuş. Prens, saray içinde gezinmeye devam etmiş; ta ki önünde perde asılı olan ikinci bir kapının önüne gelinceye dek. Genç adam perdeyi kaldırmış. İçeride, beyaz fil dişinden yapılma, inci ve envaiçeşit mücevherlerle süslenmiş bir koltuk varmış. Dört tane köle kız, koltuğun etrafında uyuyormuş. Prens ne olduğunu iyice anlayabilmek için yaklaşmış ve genç bir kadının koltukta uyuduğunu görmüş. Öylesine etkileyici bir kadınmış ki âdeta ay ışığı gibi parlıyormuş. Işıltılı saçları, kırmızı yanakları ve yüzüne bambaşka bir güzellik katan beniyle zarif bir kırlangıca benziyormuş. Genç prens, gördüğü güzelliğe hayran kalmış ve artık ölümden bile korkmaz olmuş.

      Prens, bütün hücreleriyle titreyerek ve zevkten kendinden geçerek kadının yanına gitmiş ve onu sağ yanağından öpmüş. Bunun üzerine kadın derhâl uyanmış ve baş ucunda duran prense, “Sen kimsin ve nereden geldin?” diye sormuş.

      Prens, “Ben senin sadık kölen ve âşığınım.” demiş.

      “Seni buraya kim getirdi?”

      “Yüce Rabb’im ve talihim…”

      Sonra Şems El-Nahar -kadının adı buymuş- şöyle demiş:

      “Demek ki sen dün beni babamdan isteyen adamsın. Babam senin pisliğin teki olduğunu iddia ederek reddetmişti ama yalan söylediği çok belli; çünkü sen çok güzelsin…”

      Meğer Hint kralının oğlu, genç kadınla evlenmek istemiş fakat babası, çirkin olduğu gerekçesiyle kızını o adama vermemiş. Kadın, prensin o adam olduğunu düşünüyormuş. Prenses, prensin yakışıklılığını ve inceliğini gördüğünde ona âşık olmuş ve yüreği bu aşkın ateşiyle yanmaya başlamış. İki genç oturup sohbet etmeye başlamışlar fakat bir zaman sonra kadının hizmetçilerinden biri uyanmış ve hanımının prensle birlikte olduğunu görüp “Hanımım, bu adam da kim?” diye sormuş.

      “Bilmiyorum, uyandığımda onu yanımda buldum. Umarım benimle evlenmek isteyen adam odur.”

      Hizmetçi kız, “Ah hanımım… Bu sizinle evlenmek isteyen adam değil. O adam gerçekten çok çirkindi. Bu beyefendi ise oldukça yakışıklı ve hoş biri. Aslına bakarsanız o, bu beyin kölesi olmaya bile layık değil…” demiş.

      Daha sonra hizmetçiler, muhafızın yanına gidip onu uykusundan uyandırmışlar. Adam paniklemiş. Kadınlar, “Sen bu sarayı ne biçim koruyorsun? Uykumuzda yanımıza bir adam geldi. Buna nasıl izin verirsin?” diye çıkışmışlar.

      Bunları duyan zenci, ayağa kalkmış ve kılıcına davranmış; fakat kılıcı bulamayınca korkudan titremeye başlamış. Sonra şaşkın bir vaziyette hanımının yanına koşmuş. Orada prensi görünce sormuş:

      “Aman Allah’ım… Sen insan mısın yoksa cin mi?”

      Öfkeden deliye dönen prens bağırmış: “Sen ne cüretle soylu Hüsrev’in oğlunu imansız şeytanlarla bir tutarsın?” Sonra kılıcını eline almış ve köleye, “Ben hükümdarınızın damadıyım. Beni kızıyla evlendirdi ve bu gece onun yanında kalmamı emretti.” demiş.

      Bu sözleri duyan muhafız şöyle cevap vermiş:

      “Efendim, eğer iddia ettiğiniz kişiyseniz onun için sizden iyisi olamaz. Ona herkesten çok siz layıksınız.”

      Bunu söyler söylemez köle, feryat figan hükümdarın huzuruna çıkmış. Üstünü başını parçalayıp dövünmeye başlamış. Onun bu hâlini gören hükümdar şöyle demiş:

      “Ne oldu sana? Çabuk konuş ve bana ne olduğunu anlat. Yüreğimi ağzıma getirdin!”

      Muhafız, “Ah efendim, kızınıza yardım edin. Prens kılığına girmiş bir cin onu ele geçirdi. Acele edin!” diye cevap vermiş.

      Bunu duyan hükümdar, onu öldürmeyi düşünmüş ve “Nasıl bu kadar dikkatsiz olup bu şeytanın kızıma yaklaşmasına izin verirsin?” demiş. Sonra prensesin yanına gitmiş ve köle kızların kendisini beklediğini görmüş.

      Hükümdar, “Kızımın yanına gelen kim?” demiş.

      “Ah kralım!” diye cevap vermişler. “Farkında olmadan uyuyakalmışız. Uyandığımızda ay yüzlü genç bir adamın kızınızın yanında oturup onunla konuştuğunu gördük. Onun kadar güzelini daha önce hiç görmemiştik. Ne yaptığını sorduk. O da bize kızınızı evlendirmek üzere kendisine verdiğinizi söyledi. Bildiklerimiz bu kadar. Onun insan mı cin mi olduğunu bilmiyoruz ama oldukça mütevazı ve iyi biri. Herhangi bir fenalığına da şahit olmadık.”

      Bu sözleri duyan hükümdarın öfkesi yatışmış. Perdeyi yavaşça kaldırmış ve güzel yüzlü genç prensin, kızıyla konuştuğunu görmüş. Ancak kendine hâkim olamamış ve kızının onuru için endişe ederek kılıcını çekmiş. Öfkeden âdeta kuduruyormuş. Bunu gören prens, prensese sormuş:

      “Bu adam senin baban mı?”

      “Evet.”

      Sonra prens ayağa kalkmış, hükümdara öyle bir bağırmış ki adam şaşırmış. Prense kılıçla saldırabilirmiş; fakat genç adamın kendisinden daha cesur olduğunu görünce kılıcını kınına sokmuş ve bir süre beklemiş. СКАЧАТЬ