Binbir Gece Masalları. Неизвестный автор
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Binbir Gece Masalları - Неизвестный автор страница 30

Название: Binbir Gece Masalları

Автор: Неизвестный автор

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-6865-10-5

isbn:

СКАЧАТЬ ‘Ben kölenize o kadar kibarlık gösterdiniz, evinizde ağırladınız, yiyecek bir şeyler verip sarhoş oluncaya kadar şarap içirdiniz ama ümit ederim ki bu cahilliğimi ve kabalığımı bağışlarsınız.’

      Adam, kardeşimin sözlerini duyduğunda kahkahalarla gülmüş ve şöyle demiş:

      ‘Uzun zamandır insanlarla alay eder, kafa bulurum ama bütün bu eğlencelerime sabırla katlanan senin gibi birine daha hiç denk gelmedim. Seni affediyorum. Bundan sonra benim içki arkadaşım olacak, yanımdan hiç ayrılmayacaksın.’

      Sonra hizmetçilerine sofrayı donatmalarını söylemiş ve alay ederken bahsettiği bütün yemeklerden getirtmiş. O ve kardeşim karınlarını doyuruncaya kadar yemişler. Yemekler bitince de içki salonuna geçmişler. Orada onları ay parçası gibi güzel genç kızlar bekliyormuş. Şarkılar söyleyip çalgılar çalarak kardeşimi ve yeni dostunu eğlendirmişler. İkisi de iyiden iyiye sarhoş olmuş. O kadar ki ev sahibi, kardeşime kırk yıllık arkadaşı gibi davranmaya başlamış. Böylece biraderime kardeş muamelesi yapıp ona bir siropa hediye etmiş ve onu kanı kaynamış.

      Ertesi gün, ikisi de yiyip içip eğlenmeye devam etmiş. Böyle böyle yirmi seneyi beraber geçirmişler. Sonunda ev sahibi ölmüş. Sultan da adamın bütün mal varlığına el koymuş, kardeşimin elinde de ne var ne yoksa almış. Sonunda zavallı, beş parasız bir hâlde sokakta kalmış. Nihayet şehirden ayrılmış ve canı nereye gitmek isterse oraya gitmiş. Bir gün iki şehir arasında bir yolda yürürken vahşi Araplar onu yakalayıp bağladıktan sonra kamplarına götürmüşler. Orada ona işkence ederek ‘Canını kurtarmak istiyorsan paranı ver, yoksa seni öldüreceğiz.’ demişler.

      Kardeşim ağlayarak ‘Allah biliyor ya ne gümüşüm ne de altınım var. Sizin esirinizim, ne istiyorsanız onu yapın.’ demiş.

      Sonra liderleri olan bedevi, bir bıçak çekmiş. Öyle geniş, öyle iyi bilenmiş bir bıçakmış ki bir devenin boğazını rahatça kesermiş. Bu bıçakla kardeşimin dudaklarını kesmiş ve para istemeye devam etmiş.

      Bu bedevinin güzel mi güzel bir karısı varmış ve kocasının yokluğunda kardeşimle beraber olmak istermiş fakat kardeşim ondan uzak dururmuş. Bir gün kadın, yine kardeşimi baştan çıkarmaya çalışmış ve kucağına oturmuş. Bir anda bedevi ortaya çıkmış. Onları bu hâlde görünce bağırmış: ‘Yazıklar olsun sana! Lanet herif! Benim karımı baştan çıkartırsın ha!’

      Bir bıçak çıkarıp kardeşime saplamış. Sonra da onu bir deveye bindirip dağa götürerek orada bırakmış. Nihayet onu görüp tanıyan biri, kendisine yiyecek götürmüş ve bana haber göndermeye karar vermiş. Ben de gidip onu Bağdat’a geri getirdim ve hayatını idame ettirecek kadar para verdim.

      İşte yüce kumandanım, altı kardeşimin hikâyesi böyle. Size bunları anlatmazsam benim onlar gibi olduğumu düşünürsünüz diye korktum. Şimdi biliyorsunuz ki altı kardeşime birden bakıyorum ve onlardan daha düzgün biriyim.”

      Halifeye kardeşlerimin hikâyesini anlattığımda güldü ve bana şöyle dedi:

      “Gerçekten de doğruyu söylüyorsun. Sen de ukalalık ya da küstahlıktan eser yok. Şimdi bu şehirden çık ve başka bir yere git!” Böylece beni şehirden kovdu.

      Ben de Bağdat’tan ayrıldım ve halifenin ölüp de yerine yeni birinin geldiğini duyuncaya kadar gezdim durdum. Şehre geldiğimde bütün kardeşlerimin öldüğünü öğrendim Size denk gelinceye kadar bir sürü ülke gezdim.

      Ve Şehrazat, güneşin doğduğunu görüp hikâyesini bitirmiş. Dünyazat şöyle demiş:

      “Ah kardeşim… Gerçekten de hikâyen çok ilginç, çok değişik ve çok güzel!”

      Şehrazat: “Fakat bu hikâye, eğer canımı bağışlarsanız size anlatacağım ‘Büyülenmiş Atın Masalı’ndan daha ilginç değil.” demiş Şehriyar’a.

      Şah Şehriyar kendi kendine şöyle demiş:

      Allah biliyor ya masalını duymadan onu öldürmeyeceğim. Bu anlattığı gerçekten de çok ilginçti.

      Büyülenmiş Atın Masalı

Ertesi gün Şehrazat devam etmiş: “Derler ki şahım…”

      Bir zamanlar büyük ve güçlü bir Pers hükümdarı yaşarmış. Sabur adındaki bu hükümdar, zenginlikte, zekâda ve bilgelikte bütün hükümdarları geçermiş. Cömert, eli açık ve yardımsever bir adammış. Kendisinden isteyenlere verir, kendisine sığınanları geri çevirmezmiş. Kırık kalpleri onarır, muhtaçları gözetirmiş. Dahası, fakirleri sever, yolunu kaybetmişleri misafir eder, mazlumun ahını yerde bırakmazmış. Ay gibi parlak, çiçek gibi güzel üç kızı, yiğit de bir oğlu varmış. Her sene Nevruz’da ve Mihrgan’da (bahar başlangıcı) şölen düzenlemek âdetiymiş. Bu şölenler için saraylarını süsletir, halka hediyeler dağıtır, şehirdeki herkesin güvende olduğundan emin olmak için de en iyi adamlarını görevlendirirmiş. Halkı da onu selamlar ve hükümdarlarına hediyeler getirirmiş.

      Hükümdar, ilme ve geometriye meraklıymış. Bir şölen gününde tahtında otururken üç bilge adam -marifetli, her türlü sanatta usta, insanın aklını başından alan nadir ve ilginç şeyler yapma konusunda becerikli, büyü ve gizem konusunda tecrübeli üç dahi adam- huzuruna gelmiş. Adamların üçü de farklı ülkelerden geliyor, farklı dilleri konuşuyormuş. Birincisi Hintli, ikincisi Rum, üçüncüsü İranlıymış.

      Hintli, Hükümdar Sabur’un huzuruna gelip yeri öpmüş, festivalin neşeli geçmesini dilemiş ve hükümdarın büyüklüğüne layık bir hediye sunmuş. Çeşitli altınlar ve mücevherlerden oluşan bir hediye… Bu arada elinde de altından bir davul tutuyormuş. Sabur bunu gördüğünde sormuş:

      “Ey bilge, bunun hikmeti nedir?”

      Hintli cevaplamış: “Efendim, eğer bu alet şehrin kapısında durursa şehrinizi korur. Olur da düşman gelirse yüksek sesle çalmaya başlar. Bu sesi duyan düşmana aniden inme iner ve oracıkta ölür.”

      Hayretler içinde kalan hükümdar bağırmış: “Allah şahidimdir ki eğer doğruyu söylüyorsan istediğin şey senindir!”

      Sonra Rum, hükümdarın huzuruna gelmiş ve yeri öptükten sonra ona, etrafı yirmi dört tane altın civcivle çevrilmiş, üzerinde altından bir tavus kuşu olan gümüş bir leğen hediye etmiş. Sabur hediyeye bakmış ve Rum’a dönerek:

      “Ey bilge, bu tavus kuşunun hikmeti nedir?” diye sormuş.

      “Yüce hükümdarım! Her saat başı bir civcivi gagalar, ağlatır ve kanatlarını çırpmasına sebep olur. Yirmi dört saat tamamlanıncaya kadar bu böyle devam eder. Bir ay tamamlandığında ise ağzını açar ve gırtlağının dibinden yeni ayın hilali görünür.”

      Hükümdar, “Eğer dediklerin doğruysa dile benden ne dilersen!” demiş.

      Sonra İranlı, hükümdarın huzuruna gelmiş ve yeri öpüp ona abanoz ağacından yapılma, altın ve elmaslarla süslü, hükümdarlara layık bir koşum takımına ve eyere sahip bir tahta at hediye etmiş. Hükümdar Sabur bunu gördüğünde çok şaşırıp güzelliği ve orijinalliği karşısında büyülenerek СКАЧАТЬ