Название: Cengiz Aytmatov Günlükleri
Автор: Abdildacan Akmataliev
Издательство: Elips Kitap
isbn: 978-625-6853-32-4
isbn:
“Dünya Gençler ve Öğrenci Festivalinde siz bir iki defa televizyonda konuşma yaptınız. Kırgız heyeti olarak sizinle görüşmek istemiştik.”
“Öğrenciler ve farklı milletlerden gençlerle buluşmuştum. Patrisa Lumumbu Üniversitesindeki toplantının açılışını yaptım.”
Araba Toktogul ile Djerjinski sokaklarının kavşağında durdu. Arabadan inip eve doğru yürüdük. Bu evi dışarıdan çok görmüştüm. Resmi geçit olacağı gün Akademinin görevlileri burada toplanırdı. Apartmana girip asansörle beşinci kata çıktık. Kapıya geldiğimizde Cengiz Hoca: “İşte bu bizim evimiz.” dedi. Zile bastığında kapı açıldı. Bizi Mariya abla güler yüzle karşıladı. Selamlaştık. Abla beni tanımıştı:
“Şirin meselesini tamamen çözelim, çocuklar nerede?”
“Şimdi, uyuyorlar. Siz odaya geçip konuşadurun.”
Hocayla ikimiz odaya geçtik. Oda çok güzel bir şekilde süslenmişti. Masasının üstünde kâğıtlar, kitaplar vardı. Hoca sandalyesine, ben de koltuğa geçip oturduk. Hoca:
“İşlerinden ve başka haberlerden bahset.” dedi.
Ben susuyordum. Hoca tekrar:
“Kendi evindeymiş gibi davran. Rahat ol.” dedi.
Araştırdığım konuyu tekrar sordu. Ben de cevap verdim. Bu defa öncekilere ek olarak Kazan’a gittiğimi söyledim.
“Birçok şaire ve yazara en iyi edebiyatçıyı sorduğumda, üstat olarak sizin adınızı verdiler. Eserlerinizin Kırgızca olarak hemen basılmasını istediler. ‘Beyaz Gemi’, ‘Deniz Kıyısında Koşan Ala Köpek’, ‘Gün Olur Asra Bedel’ gibi eserlerin birer nüshasını göndermemi rica ettiler.”
“Bir iki sene gecikerek de olsa kitaplar yayımlanıyor. Rusça yazmanın birçok iyi yönü var. Sovyet okuyucuları ile dünya okuyucuları da bekliyor. Ben bu durumu dikkate alarak Rusça yazıyorum, Kırgız okuyucuları da Rusça okuyabiliyor; fakat yine de eserlerin kendi ana dilinde yayınlaması lazımdır. Bu sebeple bitirmek üzere olduğum ‘Aylampa’nın (Kıyamet romanının ilk adı) iki dilde aynı anda yayımlanması için çaba gösteriyorum. Ama başka milletlerin sorularına karşı, eserlerin Kırgızca olarak yayınlanmasının biraz geciktiğini anlatmamız gerek.”
O sırada Mariya abla gelerek bizi öğle yemeği için sofraya davet etti. Masada beş parmak (millî yemek) ve çorba vardı. Soyulmuş karpuz da geldi, tadına baktık. Yemek yerken konuşmadık, fakat Hoca ile abla: “Et ye, sakın çekinme. Ye, iç; iyice karnını doyur.” diyorlardı. Yemek yendikten sonra, Hoca Kırgız dilinin Şirin’e okullardaki programlardan farklı bir şekilde öğretilmesi gerektiğini söyledi. Onun için özel bir program hazırlanmalıydı. Telefon numaramı aldılar. Hoca evin odalarını gezdirdi. Çocuklar uyuyorlardı. Hoca asansöre kadar bana eşlik etti…
2 Eylül’deki heyecan henüz dinmemişti. 6 Eylül’de evdekiler: “Aytmatov telefon etti, seni sordu.” dedi. Ben hemen Hoca’nın evini aradığımda telefonu kendisi açtı.
“Nasılsınız Hocam?”
“İyiyim. Ben de az önce seni aramıştım. Şirin’le derse başlayın 8 Eylül’de saat 12:00’de eve gel.”
Evimi Hoca’nın bizzat aramasına şaşırmıştım. Bir defa daha ne kadar mütevazi biri olduğunu kanıtlamıştı.
8 Eylül’deki görüşme için hazırlık yaptım. Bir çalışma program hazırlayarak daktilo ettim. Biraz masal okudum ve çocuklar için yazılmış şiirlerden ezberledim. O gün sabah erkenden telefon çaldı. Arayan Cengiz Hoca olmasın diyerek telefonu açtım. Düşündüğüm gibi kendisiydi.
“Nasılsınız, ben Aytmatov.”
“Hocam, nasılsınız?”
“İyiyim. Erken gelsen iyi olur.”
“On bir gibi gelirim.”
“Tamam. Gelirken ‘Sovetskaya Kirgiziya’yı getirebilir misin?”
“Tamam.”
Aceleyle giyinmeye başladım. Çağırdığım taksi de geldi. Köşkün yanına geldiğimde gazeteyi de aldım. “Aylampa” adlı yeni romanının bir bölümü “Karışkırdın Ümütü (Kurdun Ümidi)” adıyla yayımlanmaktaydı. Sonra çiçeklerin en güzel kokanlarını seçtim. Heyecanlıydım. Zile bastım, içeriden Hoca’nın sesi geliyordu:
“Şirin, hocan geldi galiba; gel karşıla.”
Çok geçmeden kapı açıldı ve Hoca’nın yüzü göründü. Mutlu görünüyordu. Tokalaşarak selamlaştık.
“Şirin bak, öğretmenin. Derslerin iyi olsun diye çiçek de getirmiş.”
Eldar ile Şirin koşarak geldiler. Şirin’e çiçekleri uzatarak yüzünden öptüm. Çok geçmeden Mariya abla da geldi.
“Makin biz ayıp ettik, öğretmenini çiçekle karşılayabilirdik, kendisi çiçekle gelmiş.”
Abla gülümsedi.
“Buyur, yukarı geç. Gazeteyi de getirdin mi?” dedi Hoca.
“Evet.”
Ben gazeteleri uzattım.
“Bununla birlikte bölümler yayımlanıp bitti.”
“Yayıncı tarafından kısaltıldı mı?”
“Niye kısaltsınlar ki, hepsi olduğu gibi yayımlandı.”
O sırada Eldar gelip Hoca’nın boynuna sarılarak gazetedeki kurt resmine bakakaldı.
“Baba, kurt resmini kim çizdi?”
“Bu benim kurdum. Ben çizdim.”
“Nasıl çizdin, bana da çizebilir misin?” diye Hoca’yı rahat bırakmıyordu.
“Sonra çizerim. Haydi, salona geçelim.”
Salon çok büyüktü. Çeşitli mobilyalar ve japon televizyonunun yanı sıra S. Çokmorov’un çizdiği dağlar, S. Karalaev’in de küçük bir portresi gibi görkemli resimler asılıydı. Ben salondaki her şeyi göz ucuyla inceledim. Azerbaycan halkının, yazarın 50. yıl dönümü için hediye ettikleri kilim de vardı. Kilime Cengiz Hoca’nın portresi işlenmişti ve çok güzel süslenmişti.
“Hani, göster bakalım programını.” Daktiloda yazılmış kâğıdı çıkardım. Kâğıdı eline alarak okudu.
“Buraya kompozisyonu da eklemek gerek.” dedi ve ablaya seslendi:
“Haydi, ablana programını göster. Güzel program hazırlamış, dinle Makin.”
Ben programı okudum: masal anlatma, okunan masalın içeriğini anlattırma, СКАЧАТЬ