Cengiz Aytmatov Günlükleri. Abdildacan Akmataliev
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Cengiz Aytmatov Günlükleri - Abdildacan Akmataliev страница 16

Название: Cengiz Aytmatov Günlükleri

Автор: Abdildacan Akmataliev

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-6853-32-4

isbn:

СКАЧАТЬ style="font-size:15px;">      “Ok değmemiş miydi? Ondan sonrasını devam ettirmek için bir ihtiyaç var mıydı? Burada istenen, Akbara’nın tek başına kalmasıydı.” dedi.

      Tartışmadım. Fakat görüşümü değişmemiştirdim. Taşçaynar zorluklar ve acı içinde ölse, Akbara’nın durumunu daha derin bir şekilde açıp gösterse, roman için faydalı olur muydu gibi düşünüyordum. Eserde bu bölüm var; ama bana çok kısa bir şekilde tasvir edilmiş gibi geliyor…

* * *

      13 Aralık’ta Hoca bana iki tarihî malzeme gösterdi. Birincisi 1945 yılında çektirdiği fotoğraf, köylüleri ile birlikteydi. Fotoğraf zaferin 30. yıl dönümüne ithafen ‘Ogonek’ dergisinde yayımlanmış. İkincisi de ‘Leninçil Caş’ gazetesinde 1935 yılında yayımlanan ‘Cengiz Şoför Olurum Der’ adlı makaleydi. Eskimiş ve rengi sararmış gazete Latin alfabesiyle yazılmıştı. Büyük bir ilgiyle abla ikimize okudu.

      Ablayla ikimiz gülüyorduk. Hoca ise: “Bakın, o zamanlarda bile dinç ve sağlammışım. Çekinmeden net bir şekilde cevaplamışım. Röportajı yedi yaşımda bile halletmişim.” dedi. Çok ilginç bir olaydı. Gazeteyi alıp fotoğrafını çektirdikten sonra anlaşılması için Kiril alfabesine çevirterek ‘Leninçil Caş’ gazetesinin sayfalarında yayımlattırdım.

* * *

      30 Ocak’ta akşamüstü saat 19:00’da ‘Elturan’ı görmek için Hocalar ailesiyle birlikte geldi. Şarşen Usubalieviç de vardı. Hoca, gelenek gereği hediyesini verdi. Çeşitli oyuncaklar da getirmişler. Şirin ise bir zarf içinde: “Sevgili küçücük Elturan, senin doğum gününü kutluyoruz. Çabucak yürümeye başla. Bizim aile” diye bir not yazmış. Hoca dilek olarak bu satırları okudu ve arkasından birçok iyi dilekler söylendi.

* * *

      Gün dediğin arabanın tekerlekleri gibi durmadan dönüp geçiyordu. Etraf yeşermeye başlamıştı. Kayısılar çiçek açıp gözlerimizi kamaştırıyordu. Bu vakitlerde Hoca, Moskova’da Puşkin’in edebiyat gecesinde güzel bir konuşma yapmıştı. Şairin şiirlerinin ululuğunu dile getirmekle birlikte, günümüzdeki ulusal edebiyatların, dillerin gelişmesine dikkat edilmesi gerektiğini gündeme getirdi. Merkezî ve bölgesel gazeteler Hoca’nın dediklerini durmadan yayımlıyorlardı. Onunla birlikte Ostankino televizyonunda edebiyat gecesine de katılmış. 12 Mart’ta ailemizle birlikte ekran karşısında oturuyorduk. Teybe de kaydettirdim. Edebiyat gecesi güzel geçmişti. Halk kalabalıktı. Soruların çoğu ‘Kıyamet’ romanı hakkındaydı. Soruları açık ve net bir şekilde cevaplandırılıyordu. Program biter bitmez telefonla arayıp tebrik ettim. Kendisi de çok memnun oldu.

      “Elturan da izledi mi?” diye şakalaştı.

      “Kucağımıza alıp oturduk.” dedim.

      “Japonlar doğduğu andan itibaren çocuklarını eğitmeye başlıyorlarmış… Elturan’ın burnundan öp…”

      “Teşekkür ederim.”

* * *

      İtalya’ya gezisinden geldikten sonra evinde oturuyorduk. ‘Kıyamet’ romanına olan ilgiden dolayı birçok edebiyat geceleri düzenlenmiş. Bunun yanında İtalyalı okuyucular, yazarın sanat anlayışı ve eserleri hakkında epey bilgi sahibiymiş. ‘Erken Gelen Turnalar’, ‘Deniz Kıyısında Koşan Ala Köpek’ uzun hikâyeleri ‘Etruriya’ ödülü ile ödüllendirildiğinde gazete ve dergilerde onlarca makale yayımlanmıştı.

      Makalelerde şehrin, ülkenin güzelliği, temizliği ve insanların kibarlığı konularına geniş bir şekilde yer verildi. Özellikle onlardaki küçük şehirlerin mermerlerle yapılması dikkatini çekmiş. Amerikalı milyonerler, örneğin Rockfeller’in ailesi her yıl İtalya’da tatil yapıyormuş. Hoca, bu sefer de dünyanın bir ucundan mutlu bir şekilde dönmüş.

      ‘Kıyamet’ romanı Rusça olarak yayınlanmıştı. Okuyucular arasından ilk imzayı ben aldım: “Bu kitabın yazılmasını heyecanla bekleyen Melis ve ailesine, Elturan’a. C. Aytmatov. 1 Mayıs 1987.”

      3 Mayıs’ta Halk Yaratıcılığı Sergisinde Basın Bayramı düzenlendi. ‘Kıyamet’i okuyucular anında bitirdi. Halk kalabalığı görülmeye değerdi. Sırada bekleyenler emeklerinin karşılığını olarak ‘Kıyamet’ romanını elde ettikleri için seviniyorlardı. Hoca da kalabalığın içindeki varlığı ile bayrama ayrı bir neşe katıyordu. Herkesin bayramını tebrik etti ve kitaplarını imzaladı. Bazı insanların ise: “Takım elbise giyse ve kravat taksaydı.” gibi bahanelerle hemen Hoca’yı eleştirmeye başladıklarını da duyuyordum. Hoca ise Eldar ile Şirin’den kaçarak serginin yanında bulunan hükümet villalarından yürüyerek gelmiş. Eh zavallı insanlar, başkaları görmek için özlem duyarken, elimizdeki altının değeri yokmuş gibi Hoca’da bir hata aramaya çalışıyoruz.

* * *

      Yazarlar ve hükümet başkanlarıyla toplantı düzenlendi. K.

      Asanaliev ile A. İvanov güzel birer konuşma yaptı. Hoca, toplantıyı soğukkanlılıkla yürüttü. Toplantıdan sonra Ş. Akparzade ile ayrıldık.

      Ertesi gün Ş. Akparzade ile ikimiz ‘Issık Köl’ otelinden

      Hoca’yı aradık ve o gelinceye kadar dışarıda bekledik; sonra da hükümet villalarının yemekhanesine gittik, yemek yedik. Ş.

      Akparzade ‘Kıyamet’ romanından yaklaşık yirmi tane satın almış. Hoca; hiçbir şekilde yorulmadan, bıkmadan onların isimlerini yazarak kitapları imzaladı.

      Uzun sürdü. Sonra birlikte şehre indik. Hoca Merkezî

      Komite’ye gidecekmiş, kravat takmasa da benim kravatımı vermemi rica etti. Kravatım çok kısa geldi, ama Hoca ona önem vermedi, tarağımı da aldı.

      Şahmar Hoca’yla ikimiz parkta dolaştık.

      ‘Pravda’ gazetesinde ünlü şair Silviya Kapitikuyan’ın dil meselesi hakkında makalesi yayımlanmıştı. Hoca hakkında da biraz bilgiler vardı. Makale Ş. Akparzade tarafından beğenilmiş, o da kendi görüşlerini bildirdi. Önceki gün Hoca ile Dram Tiyatrosuna giderek “Gün Olur Asra Bedel” gösterisini izlemişler. Onun fikrine göre gösteri, eserin öykü çizgisinden biraz uzaklaşmış. Belli başlı konular üzerinde durmamışlar.

      Ş. Akparzade bizimle vedalaşarak Bakü’ye gitti. Bu önemli insanla Hocanın ilişkilerini iki ülke arasındaki bir köprü gibi hissettim.

      9 Mayıs. Zafer Bayramı günüydü. Bahar ayının güzelliği moralimizi yükseltiyordu. Hoca’nın evinde ördek yiyorduk. Hoca, Eldar ile Şirin’e Nivhilerin ördek Luvr hakkındaki efsanesini anlatmaya başladı. ‘Deniz Kıyısında Koşan Ala Köpek’ adlı uzun hikâyesinin ortaya çıkışında yazar V. Sangi’nin etkili olduğunu biliyordum. Bir gün Vladimir Sangi Hoca’yı misafir etmiş ve kendi geleneklerine göre ağırlayarak ördek getirmiş; Luvr ördeği. Yedi yaşındayken büyük insanlarla birlikte ava çıktıklarını, kaybolanların ak baykuşu takip ederek yerlerine ulaştıklarını anlatmış. Sangi’nin anlattıkları Hoca’nın ilgisini çekmiş. Aklında iyi tutabilmiş, eserinde nasıl ele aldıysa, aynı şekilde bugün çocuklarına anlatıyordu:

      “Eski zamanlarda Luvr ördeği olmasa dünya farklı yaratılırdı. Şu anki gibi yer ile suyun birbiriyle savaşmadan dünyanın başka türlü olacağı kimsenin aklına bile gelmezdi. СКАЧАТЬ