Название: Sovyet Öykü Seçkisi
Автор: Анонимный автор
Издательство: Elips Kitap
isbn: 978-625-6494-74-9
isbn:
Beni bırakıyorlar. Ne yaparsın, sokak köpeği ile arkadaş olurum. Zina ağlamamamı söylüyor, eğer yaramazlık yapmazsam haftada bir kez ziyaretime gelmeye söz veriyor. Yapmam tabi ki! Onu çok seviyorum. Bugün onun gözlerini yaladım, o da benim burnumu. Muhteşem bir kız!
Bahçıvana beni beslemesi söylendi. Hele bir beslemesin, tüm şişelerini tek tek kırarım! Beni kasap da sever: her seferinde geldiğinde bana bir şeyler verir. Yavru kediler çok hızlı büyüdü. Beni neredeyse unuttular ve parkelerin içinde cin çarpmış gibi geziniyorlar (cin çarpmış ne demekse?). Mecburen onlarla da arkadaş olmak gerekiyor…
En üzücüsü ise son kalemimin ucunun bitiyor olması. Çalışma masasındaki her şeyi de topladılar. Neden kendime stok ayırmayı akıl edemedim ki! Elveda sevgili günlük… Zina’ya öyle yalvardım, öyle yalvardım ki elbisesinden çektim, çalışma masasının önünde divane oldum, ama o bir türlü anlamıyor ve ağzıma sürekli çikolata tıkıştırıyor. Ne kadar acı! Elsiz olmak zor, dilsiz olmak ise daha vahim!..
Benim altın, gümüş, pırlanta defterim. Seni rafa kaldırıyorum, gelecek bahara kadar orada kal… Ah ah! Hav! Zina yazdığımı fark etti… Bana geliyor! Elimden ald…
Evde kimse yok. Bütün deliklerden köpek rüzgârı esiyor (neden köpek rüzgârı?). Genel olarak rüzgâr salaktır. Kuru bir parkta eser, orada da koparacak hiçbir şey yoktur. Avluda rüzgârla bir şekilde başa çıkıyorum, sırtımı rüzgâra dönüyorum, kafamı aşağı eğiyorum, bacaklarımı açıyorum ve bahçıvanın deyimiyle “bana vız geliyor”. Odanın içindeyse bu hayduttan gizlenecek yer yoktur. Kapının altından, penceredeki aralıklardan, duvardaki deliklerden içeri girer ve onun annesi köpek olmuş gibi öyle vızıldıyor, öyle cıyaklıyor, öyle uğulduyor ki. Halbuki ne suratı, ne gırtlağı, ne karnı, ne de poposu var. O neyle üflüyor, anlayamıyorum…
Divandaki yastığın altına sokuluyorum, gözlerimi kapatıyorum ve duymamaya çalışıyorum.
Eğer biri bana neden sonbahar, neden kış olduğunu bir şekilde açıklasaydı, yulaf lapasıyla dolu olan kâseyi ona verirdim (iğrenç bir şey). Ağaçlı yolda böylesi geçit vermez çamuru sadece hayvanat bahçesinde gergedanın altında görmüştüm. Islak. Kuru dallar birbirine çarpıyor ve aksırıyorlar. Karga, tüyleri dökülmüş korkuluk, beni kızdırıyor. “Gak! Seni neden şehre götürmediler ki?”
Çünkü kendim istemedim! Şimdi pişmanım, ama babayiğitliğimi sürdürüyorum. Dün şöminenin önünde ağladım, karanlıkta ve rutubette çok canım sıkıldı. Mum buldum, ama yakmayı beceremiyorum. Au, au, au!
Fareler geziniyor. Foks köpeğinden beklenmese de ben fareleri çok severim. Bu kadar küçük oldukları ve her zaman yemek istedikleri için mi suçlular?
Dün fare yavrusunun biri çıktı ve geçen yıldan kalma bir cevizi yerde yuvarlamaya başladı. Ben de yuvarlak olan her şeyi yuvarlamayı severim. Onunla da oynamak çok istedim, ama kendimi tuttum: yat, salak, sessizce! Sen fil gibi büyüksün, yavruyu ürkütürsün, bir daha gelmez. Ne kadar akıllıyım ama!
Bugün başka bir yavru fare divanın tepesine çıkmaya ve benim burnumu koklamaya cesaret etti. Ben dilimi ısırdım ve içerledim. Tuhaf! Onu nasıl da seviyorum!
Fareler birbirinden nasıl ayırt edilir?
Eğer kedi onlara dokunmaya cüret ederse, kediyi en uzun çam ağacının tepesine kovalayacağım ve tüm gün onu orada asılı tutacağım… Hav! Süprüntü! Nefret ediyorum!..
Neden çamlar bütün kış yeşiller? Bence çamlar iğne yapraklı oldukları için. Rüzgâr yaprakların bir tanesini bile koparamazken, iğneleri bir denesin de görsün! İğneler ince, rüzgâr onların arasından geçiyor, elekten geçer gibi…
Bahçıvana gitmiyorum. O, patilerimin her zaman kirli olmasına kızıyor; çarıkla mı gezeyim yani?
Oh, oh… Bugünün güzel haberi, dolapta unutulmuş sigara kutusunun içinde bir kalem buldum, büfeden gelir-gider defterini çıkardım ve işte yeniden günlüğümü yazıyorum.
Eğer bir insan olsaydım, köpekler için mutlaka bir dergi çıkarırdım.
Ne kadar zayıfladım, bir bilseniz. Zina’nın teyzesi eğer şimdi bana benzeseydi, çok memnun olurdu. Hep zayıflamak istiyordu. O ise bütün gün yemek yiyor ve tasmamı sıkıyor.
Kahrolası bahçıvan ve kapı bekçisi anlaşmışlar, tüm erzakı kendileri yiyor, bana ise sadece bu iğrenç yulaf lapasını hazırlıyorlar. Avludaki köpeğe büyük bir kemik ve bayat ekmekli çorba veriyorlar. O benimle paylaşıyor, ama ütüden daha sert olan bu kemiği nerede kırarım ki? Ya çorba… Böyle bir çorbayla restoranda tabakları yıkıyorlar!
Sütü bile esirgiyor, açgözlüler! Hâlbuki sütü inek veriyor, onlar değil. Sütü kendim sağabilirdim; inekle arkadaşız, ahıra her gidişimde gözlerime doğru soluyor. Lakin bu zavallı patilerimle nasıl süt sağarım ki?..
Bir şey düşündüm. Utanç verici, ama ne yaparsın yemek lazım. Yağmur kesildiğinde bazen yan taraftaki tanıdık restoran çalışanının yanına gidiyorum. Onun geceleri gramofon müziği eşliğinde dansları oluyor. Folksrot dansı yapıyorlar. Bunun bir çeşit köpek dansı olması lazım.
Ben arka patilerimin üzerine kalkıyorum, karnımı yukarı çekiyorum, dönüyor ve başımı sallıyorum. Tüm çiftler dans etmeyi bırakıyorlar… Halka olup, gramofonun duyulmayacağı kadar yüksek sesle kahkaha atıyorlar.
Bana öyle büyük bir porsiyon et ısmarlıyorlar ki güçlükle eve varıyorum. Dananın kemiğini ise dişlerimin arasında kahvaltı için getiriyorum…
Açlık yüzünden ne kadar da alçalabiliniyor!
İşin üzücü tarafı, başka küçük bir köpek yok. Onunla birlikte dans eder ve her zaman karnımızı doyururduk.
Sıkıntılarımın hepsini yazmam gerek, sonra unuturum.
Horoz durup dururken beni gagaladı. Ben ise sadece selam vermek için yanına gitmiştim. Koca sesli küstah şey ne diye sataştı ki? Ağladım, ağladım, yağmur suyu dolu kovaya burnumu soktum ve akşama kadar sakinleşemedim…
Zina beni unuttu!
Benim lapa dolu karnıma kara bir hamamböceği girdi, nefesi kesildi ve boğuldu. Ne kadar da iğrenç! Horozlar hariç kuşlar bir oraya bir buraya uçuşuyorlar; kediler de pisler, ama yine de hayvanlar. Ancak hamamböceklerini kim ne yapsın?
Yolda az kalsın otomobilin altında kalıyordum. Dönerken neden kornaya basmadıysa? Neden bana çamur fırlattı? Kim beni yıkayacak? Otomobillerden nefret ediyorum. Anlaa-mı-yoo-ruumm…
Zina beni unuttu!
Bostanlıkta yabani bir tavşanı korkuttum ve dikenli tele tosladım. Ah, ah, ah, ne acıttı! Zina eğer paslı demir seni kestiyse, hemen iyota СКАЧАТЬ