Taç ve Divit. Azize Kaya
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Taç ve Divit - Azize Kaya страница 5

Название: Taç ve Divit

Автор: Azize Kaya

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-6853-65-2

isbn:

СКАЧАТЬ çocukluğunu yitirmişti. Hatırlamaktan vazgeçemediği anılarını bir kahve fincanı içindeki lâleyle mühürlemişti sanki. On yıldır bugünü bekliyordu. Yeni bir sayfa açmak için hesaplaşmaya, af dilemeye ve hatta affetmeye ihtiyacı vardı. Belki bu yüzden anıları artık hiç peşini bırakmıyordu.

      Gün boyu çeşit çeşit kahve yaptı. Kimini sütle köpürttü, kimine uzun plastik kutulardan krema sıktı. Zihni ise sekiz yaşından beri ona ana babalık yapan dayısı ve yengesine Türkiye’ye gideceği haberini nasıl vereceğiyle meşguldü. Uçuşu gece yarısıydı. Patronuyla öğlen mesaisini bitirip çıkmak üzere anlaşmıştı. Arkadaşlarıyla vedalaştı. Bisikletine binerek eve doğru yola çıktı. Her zaman yaptığı gibi bahçe kapısından içeri girdi. Dayısı ve yengesinin salondaki doğum günü hazırlıklarını gördüğünde işlerin daha zorlaşacağını hissetti. Masada kurabiyeler ve içecekler, duvarlarda ise doğum günü kartları vardı. Karı kocanın heyecanlı hazırlıkları Ömer’in seslenmesiyle son buldu. “Ben geldim.” Kadın şaşırdı. “Sen bu saatte gelmezdin. Bütün sürprizi mahvettin.” dedi. Ömer gönüllerini almak için ikisine de sarıldı.

      “Önemli değil. Ben her şey için teşekkür ederim. Bana kucak açtığınız ve hep sevdiğiniz için…”

      Tüm bunları söylerken ağlamamak için arada bir yutkunuyor ve hızlı hızlı nefes alıyordu. Adam bir terslik olduğunu fark etti.

      “Sen iyi misin oğlum?”

      “İyiyim dayı. Ama sizinle konuşmam gereken bir şey var. Ne olur bitirene kadar beni dinleyin.”

      Onları kanepeye oturttu, kendi de tam karşılarına geçti. Kadın adamın elini sıkıca tuttu. Ömer’in söyleyeceklerinden kendisini korumasını istiyordu âdeta. İçten içe biliyorlardı bu konuşmanın bir gün yapılacağını. Ama her seferinde bunun olmaması için dua ediyorlardı. Ömer derin bir nefes aldı ve söze başladı:

      “Gece uçağıyla Türkiye’ye gidiyorum.”

      Ömer’in cümlesini bitirmesiyle kadın ayağa kalktı. Büyük bir tedirginlikle odanın içinde bilinçsiz adımlar atıyor, ağlıyor ve sürekli aynı şeyi tekrarlıyordu.

      “Hayır! Asla, asla müsaade etmem. Gidemezsin.”

      Ömer, bu denli bir tepki vereceklerini tahmin etmemişti. Ama hayatını borçlu olduğu bu insanlara kararlı olduğunu göstermek zorundaydı. Yengesinin başını elleri arasına aldı ve gözlerine baktı:

      “Sizi çok seviyorum. Yıllardır benim için neler yaptığınızı biliyorum. Siz annesinin bile istemediği bir çocuğu, üstelik katil bir çocuğu bağrınıza bastınız.”

      Dayısı, Ömer’in bunu bir daha telaffuz etmemesi için elinden geleni yapsa da bir türlü başaramamış, Ömer’i suçlu psikolojisinden kurtaramadığı için de vicdan azabı çekmeye başlamıştı. Sinirlendi ve hemen lafını kesti.

      “Böyle söyleme. Sen katil değilsin. O bir kazaydı ve sen bunun bedelini ödedin. Hem neden? Neden gideceksin? Her şeyi yeniden hatırlayıp acı çekmek sana ne kazandıracak?”

      “Dayı, lütfen… İkimiz de biliyoruz Lâle’nin ölümüne sebep olduğumu. Bu hiç bitmeyen bir azap. Ben artık nefes alamıyorum. Görmüyor musunuz? Gidip her şeyle yüzleşmem, en azından Lâle’nin toprağıyla helalleşmem lazım. Belki o zaman, birazcık huzur bulurum. Hem neden bu kadar karşısınız anlamıyorum. Senden istediğim tek şey bana nerede yaşadıklarını söyle.”

      “Bizden bunu isteme oğlum, yalvarırım. Onlar seni suçladılar. Sekiz yaşındaki bir çocuğa katil muamelesi yaptılar. Bir kere olsun aramadılar. Yeniden yanlarına dönmene izin vermem. Seni bizden alacaklar biliyorum”

      Ömer dizlerinin dibine çöktü. Ellerini tuttu.

      “Bununla daha fazla yaşayamam. Bütün yüklerimden kurtulmak için gitmek zorundayım.”

      Kadın, oturduğu yerde ayaklarını sallıyor adeta tüm vücudu titriyordu. Ömer’in ellerini iteledi.

      “Dönmeyeceksin biliyorum. Bir daha asla dönmeyeceksin.”

      Ömer karşılarında dimdik durdu.

      “Başka bir yol yok. Bunu anlamak zorundasınız”

      Adam, her şeyin sonuna gelindiğini biliyordu ve sonlar hep başlangıçları hatırlardı. Başlangıçlar, hataları ve pişmanlıkları… Bu koca delikanlının babası olmaya karar verdiği günü hatırladı. Buz mavisi duvarlarıyla soğuk bir hastane koridorunda, yoğun bakım odasının önünde ağlamaktan perişan, saçı başı dağılmış ablasıyla birlikteydi. Ömer, içerde makinelere bağlı kardeşi Lâle’yi odanın penceresinden görebilmek için kocaman bir demir sandalyeyi sürükleyerek getirmeye çalışıyordu. Ablası daha fazla dayanamadı ve fenalaştı. “Allah’ım ben ne yapacağım. Biri öldü diğeri katil oldu!” deyip saçlarını koparmaya ve bağırmaya başladı. Bir anda kadının etrafını hemşireler sardı, sakinleşmesi için iğne yaptı. Usulca gözlerini kapatan kadını kıpırdamadan izleyen Ömer, ölümün ne olduğunu babasından biliyordu ama katil olduğunu o an öğrenmişti. Sandalyeyi bırakıp nereye gideceğini bilmeden koştu ve bir duvarın dibine sindi. Küçük elleriyle gözlerini ovalayıp hıçkırarak ağlamaya başladı. İşte adam, sekiz yaşında bir çocuğun bunları hak etmediğini ve bir süreliğine de olsa Ömer’i Amsterdam’a götürmesi gerektiğini o gün düşünmüştü. Ama şimdi çaresizdi. Ne olacaksa olacaktı. Hiçbir şey sonsuza kadar gizli kalmazdı.

      Karısını susturup sakinleşmesini sağladı. Zaten yapacak da bir şey yoktu. Ömer her şeyi planlamıştı. Ona engel olmaya güçlerinin yetmeyeceğini anladılar. Kadın birden hiçbir şey olmamış gibi hızla kalktı ve Ömer’in odasına girdi. Dolabın üstündeki valizi çıkardı. Sırayla pantolon ve tişörtlerini koydu. “Sen hatırlamazsın, bu mevsimde hep yağışlıdır.” diyerek montunu, “Güneş çok çıkmaz ama çıkarsa fena yakar.” diyerek de güneş gözlüğünü ve kremini koydu. Bir yandan iç çeke çeke ağlıyor bir yandan da valizi hazırlıyordu. Ömer, yatağına oturmuş hiç çocuğu olmamış bu kadının, kendisine yaptığı anneliği düşünüyordu. Valizin kapanma sesiyle irkildi ve kendine geldi. Her şey tamamdı. Vakit ayrılık vakti… Kadın ve adam defalarca sarıldı Ömer’e. Dayısı cebine küçük bir kâğıt parçası bıraktı.

      “Bu on yıl önce oturdukları evin adresi. Hâlâ ordalar mı bilmiyorum.”

      Kadın, oğlunun ardından bakakalmıştı. Ağlayarak salona geçti. Duvarlardaki resimleri söktü. Masada ne var ne yok yere attı. Adam omuzlarından yakalayıp kendine doğru çekti karısını. Bu sefer ikisi beraber hıçkırıklarla ağlamaya başladı. Kadın sürekli “O bir daha gelmeyecek, anlıyor musun? Buna izin vermemeliydik!” deyip duruyor, adam ise başka çarelerinin olmadığını anlatmaya çalışıyordu. Oğullarının on sekizinci yaş gününü kutlamaya hazırlanırken onu kaybetmeye bu kadar yakın olduklarını hiç düşünmemişlerdi. Umutları, Ömer’in bir gün her şeyin onun iyiliği için olduğunu anlaması üzerineydi.

      Ömer, dayısı ve yengesinin geri dönmeyeceğine dair korkularını tam olarak anlayamamış olsa da yaşattıkları için suçluluk duymaya başladı. Ama bu duyguyu pek garipsemedi. Ne de olsa alışıktı. СКАЧАТЬ