Helete Bizim Memleket. Ekrem Barak Arıkoğlu
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Helete Bizim Memleket - Ekrem Barak Arıkoğlu страница 5

Название: Helete Bizim Memleket

Автор: Ekrem Barak Arıkoğlu

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-6853-12-6

isbn:

СКАЧАТЬ ki

      Anamdan ayırdılar…

      Meşhur türkümüzde kekliğin vuruluşu çocuğun anasından ayrılışına benzetilmiştir ki acıların en büyüğüdür. Keklik, sevgili gibi kınalıdır, onun yürüyüşü sevgilinin sekişidir. Seher vakti öter keklikler. Baharda eşlerini bulur mayısta, haziranda yavrularını çıkarırlar. Kekliğin dişisine meri, yavrusuna ferik denir. Ferikler yumurtadan kaçıp saklanmayı öğrenmiş olarak çıkarlar. Çocukların en çok keyif aldıkları şeylerden biri ferik yakalamak olsa da bu pek kolay olmaz. Çocukluğumun geçtiği baba ocağında hep keklik vardı. Sabah vakti kurulmuş saat gibi ötmeye başlar ve bizi uyandırırdı. En güzel kuş seslerinden biridir keklik ötüşü. Bir de geceleyin yaylada guguk sesi.

      Rahmetli babam 1970’li yıllarda köyde yaşadığımız sürede sıklıkla ava giderdi. İyi bir uçar avcısıydı. Her avdan bir veya birkaç keklikle dönerdi. Allah taksiratını affetsin, sorgusu varsa bu keklik avındandır diye düşünmüşümdür. Çünkü çok dürüst bir hayat yaşadı ve bunu biz çocuklarına da öğretmeye çalıştı. Onun bize miras kalan tüfeğiyle ben de epeyce ava gittim. Hiç keklik vurmak nasip olmadı. İyi ki de olmadı.

      Keklikler baharda kızgınlık zamanında kum üzerinde “ağnadılır” (yani kumda debelenmesi sağlanır.). “Çıtlık” adındaki yeşil otla beslenir, buğday, bulgur vb. tahıl ürünlerini de yer. Kafesiyle birlikte avlağa götürülerek bir çalı üzerine yerleştirilir. Avcı 15-20 metre uzakta kendisinin saklanacağı çalılarla kaplı bir yer yapar. Buna “efsin” denir. Kafesteki keklik ötmeye başlayınca oranın asıl sahibi olan yabani keklik onunla kavga etmek için uçup gelince avcı tarafından vurulur…

      Keklik gibi kanadımı süzmedim

      Murad alıp doya doya gezmedim

      Bu kara yazıyı kendim yazmadım

      Alnıma yazılmış bu kara yazı

      Kader böyle imiş ağlarım bazı

      Gönül ey sebeb ey

      Bu Erzincan türküsünde kekliğin kanat süzüp uçuşu anlatılmış. Keklikler kanatlarını süzerek uzun mesafelere uçarlar. Kışın çok kar yağdığında aç kalırlar. Kanatları ıslanınca uçamayan kekliğe “kamalak” denir. Çok kar yağınca avcılar gruplar hâlinde kamalak avına çıkarlar.

      Bilinçsiz avcılık sebebiyle kekliklerin sayıları azaldı. Keklikler gruplar halinde sıcak yerlere göçerler buna “sökün” denir. Ama hepsi göçmezler bazıları bulundukları yerde kalırlar. Daha çok kayalık, taşlık yerlerde vakit geçirirler. Bir ferik yakalama heyecanı da ben yaşadım çocukken. Tepede kardeşim Ali’yle oğlak yayıyorduk. Aniden bir sürü feriğe rastladık. Daha o gün çıkmışlardı. Galiba yedi sekiz tanesini yakaladık. Bisküvit kutusuna koyup eve götürürken karşımızdan Topal Ökkeş Amca geldi. Ona sevinçle feriklerimizi gösterdik. “Oooo yavrum bunlar çil keklik yavruları, işe yaramaz, götürüp yerine bırakın” dedi. Üzgün ve çaresiz vaziyette hepsini yakaladığımız yere bıraktık. Sevinçle bir kaçışları vardı görmeliydiniz.

      Şu anda aklıma geldi… Allah uzun ömür versin, Topal Ökkeş Amca bizi kandırdı mı yoksa!?

      NAVRIZ

      Erdemliler Kötü Köşker ve

      Arık Osman’a dua ettirme dileğiyle…

      Prof. Dr. Ahmet KAYACIK kardeşime

      “Navrız” Farsça nevruz kelimesinin bizim köydeki şekli. Nev =yeni, ruz=gün (yenigün) demek. Fakat biz kelimeyi “yenigün” anlamında değil, baharın habercisi olan “nevruz çiçeği” anlamında kullanıyoruz.

      Allah en güzel insanları yarattı. İnsanlar içinde çocukları, genç kızları. Tabiatı milyonlarca çeşit bitkiyle süsledi. İnsanın gözü gönlü açılsın, güzelliği keşfetsin diye. Bazı güzellikleri diğerinden üstün tuttu. Bitkiler içinde çiçekleri güzel yarattı. Çiçekler içinde gülü, sümbülü, nevruzu güzel yarattı.

      “Neden hep güzel, iyi olan şeyin ömrü kısa oluyor.” diye sıkça duyarız iyi bir insan vefat ettiğinde. Ben Recep Yazıcıoğlu, Adnan Kahveci isimlerini hatırlıyorum hemencecik. Sadece güzel insanlar genç yaşlarında güzel atlara binip gitmiyorlar. Tabiatın güzelliğine güzellik katan en güzel çiçekler de kısa ömürlü oluyorlar. Göbelek (mantar, kelebek), sümbül, nevruz, nergis ne kadar da kısa ömürlüdür.

      Sümbülü düşünün soğanı on bir aydan fazla hazırlık yapar yerin altında gün yüzüne çıkıp güzelliğini göstereceği bir hafta için. Baharda yaylanın havasına öyle bir güzellik, rayiha (koku) katar ki çocukluğunuzda aldığınız bir nefes, kırk yıl sonra gurbette o anı hatırlayıp derin nefes aldığınızda yeniden ciğerlerinize dolar.

      Bizim navrız, bana sorarsanız yeryüzündeki en güzel çiçektir. Çocukken “navrız”ın çıkması biz çocukların kanının kaynaması, bayırlarda özgürce dolaşma, mart güneşine aldanıp koşturmaca ve ardından üşütme anlamına gelirdi.

      Navrıza gitmek için iyi bir “kösküç”ünüzün olması gerekir. Kösküç, meşe sopası ucu yassı şekilde yontulduktan sonra, ateşte hafifçe ısıtıp sağlamlaştırılarak yapılır. Navrız, burunçalık, tekesakalı, çiğdem eşmek için “kösküç” gerekir. Kazmanın tabiattan elde edilmiş şekli diyelim. Navrızın birkaç günlük ömrü vardır. Kopardığınız anda solar. Bu birkaç günlük ömre inat o kadar güzel renkleri vardır ki dünyanın bütün ressamları bir araya gelse bu güzelliği resmedemezler. O ancak Allah’ın yaratacağı güzellikte bir eserdir. Bayırlarda dağılıp navrız ararken “buldum, buldum!” diye bağırarak koşarsınız. Taşlık yerleri sever. Ya kökünden sökersiniz veya açmış başından koparırsınız. Kökünü sökmezseniz sonraki yıl yine biter.

      Sümbülün dalları kıvırcıktır, sevgilinin kıvırcık saçı sümbüle benzetilir. Navrızın dalları dalgalıdır, lepiskadır. Gönlünüzü alır. Aytmatov “Gün Olur Asra Bedel” demiş. Sahiden bazen hayatımızdaki bazı günler biz demez miyiz “hayatımın en güzel anı, her şeye değdi, bunu da yaşadım ya ölsem gam yemem.” diye. Navrız da birkaç günlük hayatında dünyadaki bütün güzelliklere meydan okur, görüp görebileceğiniz en güzel renk cümbüşü o dallar üzerindedir. Kavuniçinden civcivağzına, erguvan pembesinden benekli karaya, kirli beyazdan süt rengine, eflatundan mora öyle güzel süslenmiş bir manzarayla karşılaşırsınız ki ömrünüz boyu bir daha unutmazsınız. Etrafını saran dallar tabiatın en saf yeşiliyle “çenet”i korur. Genellikle dallar üçgen şeklindedir ve iç içe geçmiştir. Sapından kopardığınız navrızı ters döndürüp parmaklarınızın arasında döndürerek doğurtursunuz. Bizim tabirimizle “guzlatırsınız”. Bu esnada “oğlan mısın, gız mısın?”(?) diye söylenirsiniz. Biraz döndürdüğünüzde iç içe geçmiş çenetlerden biri ayrılarak yere düşer üç dalı üstüne. Navrızınız guzlamıştır. Guzlamak aslında koyun için kullanılan “kuzulamak” kelimesinden gelse de bizim köyde insan dahil her canlının doğurması için kullanılır neredeyse. Sonra alır afiyetle yersiniz bu güzelim çiçeği, şekerimsi bir tadı vardır. Kim bilir hangi şifaları içinde barındırır? “Nevruz” Türkün olduğu her coğrafyada, o kadar çok renkte ve biçimde kutlanır ki bir nevi hayatın her renginin her coğrafyada farklı biçimde doğuşunun, zenginleşmesinin adıdır. СКАЧАТЬ