Название: İnsan Olmak İstiyorum
Автор: Tölögön Kasımbekov
Издательство: Elips Kitap
isbn: 978-625-6853-78-2
isbn:
2
Göçe yetişemeyip çölde kalan aksak tay gibi olan yetim Kökö, tek başına yol kenarındaki ağacın altında oturuyordu. Sanki büyük bir işi başarmış insan gibi iki bacağını uzatmıştı. Bazen derin nefes alarak suratını asıyor, bazen çocukluk hayalleri ile neşeleniyordu. Anne gibi cömert sonbahar rüzgârları esiyor, ağaçlardaki sarı yapraklar dallarından ayrılıyordu.
“Hani dövmeyeceğim demişti! Döversem babamla evleneyim. Yemin ediyorum, demişti. Göreceğim babasıyla evlenir mi?” diye çocuk her şeyi hatırlıyordu. Yüzünde üzüntüsü belli olmasa da içi hüzünle doluydu. Bu kavgalar onun için alışkanlık haline gelmişti. Teyzesi hep Çoro’nun tarafını tutuyor, başkasına bozo değil hatta suyu bile bedava vermiyordu. Şimdi ise Çoro’ya tavuk kesip, yumurta kavuruyordu. Çoro istese ölürdü.
Bir gün Çoro, çocuğa “yakında enişte olacağım boz kurdum!” demişti. Bunu hatırlayınca çocuğun siniri bozuldu:
–Sen mi enişte olacaksın? Sana asla enişte demem!
Geçen günkü kavgadan dolayı Çoro’dan nefret ediyordu. O zaman çektiği zorlukları yetmezmiş gibi Şeki Anne’si de çocuğu kandırıp yakalamış, ağaç dalı kırılana kadar dövmüştü. Çocuk, bunların hepsinde Çoro’yu suçlu buluyordu. Şimdilik çaresiz olduğunu kabullenip hiçbir şey yapamadı.
–Dev olsan da sana gösteririm Çoro! Göreceksin büyüdüğümde seni hapse attıracağım!
Böylece kendini avuttu. Okuldan bir sürü çocuk çıktı. Kökö, onlara özenerek bakıyordu. Biraz oyalandı, sonra da:
–Rasul diye seslendi.
–Ne?
Kökö, çocuklardan arkada kalan birisine çoktan beri elinde tuttuğu bir şeyi övünerek gösterdi.
–“Baksana!” Çocuk biraz durdu ve geri döndü. Şaşıracak bir şey yoktu. Kökö’nün elinde sadece bir ip ve ucunda bir mısır bağlıydı.
–Bunlar da ne?
–Görmüyor musun? Mısırı iğne ile deldim. İpi bu delikten geçirip öbür ucuna düğüm attım. Diğer ucunu da bağladım. Şimdi bu buradan hiç çıkmaz, diyerek yaptığı şeyden gurur duydu. Sen bilmezsin bununla bacaklı balık tutacağım, dedi.
–Bacaklı balık mı olur?
–Ben bulurum. Sen aptalsın. Birisine söylersin, yoksa gösterirdim sana!
Rasul inanmadı. Öyle olsa da önceden hiç kulağıyla duymadığı, gözüyle görmediği bu ilginç şey ilgisini çekti.
–Kökö, eğer dediklerin gerçekse göster bakalım. Kimseye söylemem, yemin ederim! dedi.
Kökö, alnını kırıştırarak:
–Bırak beni, sen aptalsın. Sözünü tutamazsın dedi.
–Niçin tutmayayım, tutarım görürsün. Eğer dediklerin yalan değilse göster.
–Sen şimdi bana yalancı mı diyorsun?
Bak, gerçekten söz mü?
–Söz.
–Şimdiden uyarayım dedi Kökö. Eğer sözünü tutmazsan seni döverim dedi. Elindeki sapanın lastiğini kendine çekerek, “Heyy bak! Ben hatta küçücük kuşları bile vurabilirim! Sözünü tutmazsan seni de bununla vururum” dedi.
Rasul, iyice şaşırdı. Gerçekten de bu serserinin sinirlenirse kavga çıkaracağı kesindi. Öyle olacağını bilse de anlaşmayı bozmak istemedi. Bacaklı balığı kimse bilmiyordu, onu merak etti ve yavaşça başını salladı. Bacaklı balığı gösteremezse kendisi yalancı olur, diye düşündü. Kökö, çocuğu ikna ettikten sonra kendinden emin bir tarzda:
–“Gel peşimden.” dedi. Bundan sonra ben ne dersem onu yapacaksın tamam mı?
Kökö, kendisinden büyüklere “siz” diye hitap etmeyi bilmiyordu. Kendisini beğenen kimselerden nefret ederdi.
Kendisiyle aynı yaştakiler laf ederse, “bana yetim diyor” diye hemen kavga ederdi. Kafesteki aslan gibi dövüşür, sonunda da ağlardı. Bu onun alışkanlığıydı.
İki çocuk birlikte köyün dışına geldiler. Derelerden serin rüzgâr esiyordu.
–“İşte geldik.” dedi Kökö etrafına bakarak.
–“Geldik mi?” diye sordu Rasul. Kökö’nün sırrını açmak istemiş gibi. He he… Şimdi bu gölde bacaklı balıklar yüzüyordur, dedi.
–İnanmıyorsun ama şimdi şaşıracaksın! Sonra sol tarafa doğru gitti. Şurada biraz oturalım diye Kökö, yakınındaki bir yeri işaret etti. Rasul, hala hiçbir şey anlamadı. Neyse şimdi anlarız, diye içinde bir şeyler gizleyen arkadaşına bakarak oturdu.
Rasul, çok sakin bir çocuktu. Yüzü annesininki gibi bembeyazdı. Serserilikten uzak, kendi halinde bir çocuktu.
Etrafta ilgi çekecek hiçbir şey yoktu. Sazlıkla dolu tarlalar vardı. Su kenarı ise kamışla kaplıydı. Ara sıra vızıldayan sivrisinek sesi geliyordu. Arada bir saksağan ötüyordu. Aşağıdaki tepede kolhozun tavuk çiftliği bulunuyordu. Horozlar ötüyor, tavuklar ipe dizilen çamaşırlar gibi sıra halinde dolaşıyordu. Rüzgârla beraber horozun ötmesi uzaklarda yankılanıyordu.
Kökö, elindeki mısıra bağlanmış ipi kurumuş arığa bırakıp yarısını tutarak ilerledi. İp uzundu, nereye kadar yettiyse tam oraya cebindeki mısırdan döktü. İpin ucundaki mısırı ortaya bıraktı ve ipi toprağa gömdü. Sonra Rasul’e gülerek baktı.
–Şimdi görürsün!
Çok zaman geçmeden tavukların yakında olanları gelmeye başladı. Kocaman bir beyaz horoz yere dökülen mısırlarla karşılaştı. Çoktan beri sesi çıkmayan Rasul, bunları görüp gülümseyerek ayağa kalktı ve:
–Anladım! diye bağırdı.
Kökö, sinirlenerek ona bir yumruk attı.
–Otur sus!
“Oo, tadına bir bakayım.” der gibi beyaz horoz yerdeki bir tane mısırı yedi. Bulduğu şey için kendinden emin bir şekilde kanatlarını kaldırarak ötmeye başladı. Ü ürü üüü ü ürü üüü… СКАЧАТЬ