Rus Şiiri Antolojisi. Ahmet Emin Atasoy
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Rus Şiiri Antolojisi - Ahmet Emin Atasoy страница 2

Название: Rus Şiiri Antolojisi

Автор: Ahmet Emin Atasoy

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-6981-95-9

isbn:

СКАЧАТЬ Rusçayı mükemmel bilmek ve dizelerdeki her sözcüğün, ya da deyimin anlamını mutlaka kavramış olmak gerekmez. Bu söylenenden, Rusçayı iyi bilenlerin çok çok daha şanslı olduklarını, öylesine göz ardı ettiğim, veyahut da kasıtlı olarak vurgulamadığım anlamı çıkarılmamalı elbette. Benim bunu özellikle belirtmemdeki tek amaç, tıpkı dilini hiç bilmeden zevkle dinlediğimiz bazı güzel yabancı şarkıların bizi sardığı, mest ettiği ve kendine hayran bıraktığı gibi, Rus şiirinin de şiir sevdalısı herkesi daha ilk dinleyişte müthiş bir etki altında bıraktığı gerçeğini dillendirmektir sadece. Bunun nedenini de, uçsuz bucaksız Rusya bozkırlarını, ya da şirin Volga ve Don kıyılarını eşsiz sesleriyle çınlatan, gözalıcı huş ağaç larından çok daha güzel ve çok daha çekici Rus kızlarının okudukları, o kıvrak ezgilerin içsel dünyalarında aramak gerek, belki de. Çünkü Rus şiirinin özünde, büyük ölçüde, bu ezgilerdeki derinlik, enginlik, coşku, sıcaklık, isyan vb. özgün nitelikleri sezip fark etmemek, olası değil. Daha da açık söylemek gerekirse, 300 yılı aşkın bir geçmişe sahip olan yeni Rus şiirinde, ölçü ve uyak öğelerine gereğinden fazla önem verilmiş, gelmiş geçmiş en ünlü Rus şairleri de (yaratıcılığının ilk döneminde V. Mayakovski de dahil) bunu âdeta kaçınılmaz bir kural olarak kabullenmişlerdir. Nitekim bu durum, günümüz Rus şiirinde de azımsanmayacak denli önem arz etmektedir. Dolayısıyla, zengin Rus folklorunun şiirde kalıcı izler bıramış olması, hem sosyal, hem de kültürel bağlamda, geçmişle gelecek, eskiyle yeni ve geleneksellikle modernlik arasındaki o sürekli bağıntıyı ve etkileşimi mükemmel bir biçimde yansıttığı için, Rus şiirinin cezbedici büyüsünü de, öyle sanıyorum ki, öncelikle burada, onun aşırı melodik olmasında aramak gerekir.

      Ben, bu büyünün ilk ve derin etkilerini ne zaman hissetmiş olabileceğimi düşünüyorum da, ne açık seçik bir zaman saptaması ya pabiliyor, ne de kesin emin olduğum somut bir başlangıç işareti bula biliyorum belleğimin inatla susan sayfalarında. Hayal meyal de olsa, anımsayabildiğim kadarıyla, galiba çocukluğumun ilk yıllarında babamın biraz değiştirerek anlattığı ibretlerle dolu “Nankör Kraliçe” masalında hissetmiştim o büyüyü, hem de günü geldiğinde, bu masalı yeni Rus şiirinin başlatıcısı büyük şair A. Puşkin’in kaleme aldığını öğren meden önce. Belki de, yine aynı şairin, daha ilkokul kitaplarından ruhuma ve gönlüme ışıklı bir su gibi akan “Hep kar ve sis savuruyor / Karartıyor göğü tipi: / O kâh kurtlarca uluyor, / Kâh ağlıyor çocuk gibi…” veya “Karlı yol, puslu engin, / Üç atın üç rüzgârı / Ve baygın zil sesinin / Yorucu yankıları.” dizelerinde, veya bu dâhi şairin alçakça öldürülmesine karşı, başka bir dev şairin (M. Lermontov) “Bühtanla vuruldu bahtı şairin, / Onurun en masum kurbanı göçtü. / Göğsünde mermi ve yüreğinde kin, / Dik başı ilk defa önüne düştü!” diyerek yükselttiği isyan çığlıklarında, ya da aynı şairin bir okunuşta belleklere nakşolunan “Uyu, benim güzel bebem, / Ninni de, yavrum, ninni! / Seyrediyor ay göklerden / Sallanan beşiğini” dizelerinde fark etmiştim onu. Ya da yazanının adı hiç anılmadan (belki de bilinmediği için), günlük yaşamımızda ahlak dersleri vermek amacıyla sık sık başvur duğumuz bilge şair İvan Krilov’un nefis fabllarında (manzum masallar) sezinlemiştim. Hiç mi hiç anımsamıyorum. Bilmiyorum işte. Kesin olarak bildiğim bir şey varsa, o da, bu büyünün ömrümün yarım yüzyıllık bölümünde aralıksız ve yoğun bir biçimde kendini hissettirmiş olmasıdır.

      Diyebilirim ki ben, bu güçlü büyüyü tüm değişken olgular karşısında, en beklenmedik karmaşık hallerde, farklı nesnelerde ve çağrışım nüanslarında, hem tensel hem de tinsel olarak, somut olduğu gibi soyut biçimlerde de algılıyor ve bu durumun beni duygusal olduğu denli, düşünsel yönden de etkilediğini açıkça görüyordum. Örneğin çocukluğumda bir şarkı olarak seve seve ve bağırarak okuduğum “Ruslar savaş istiyor mu?/ Sessizliğe sorun bunu, / tarlalara, otlaklara / huşlara ve kavaklara. / Altlarında o upuzun / yatan askerlere sorun, / söylesin her şehit oğlu: / Ruslar savaş istiyor mu?” dizeleriyle başlayan şiirin, sonradan Y. Yevtuşenko’ya ait olduğunu öğrenince çok büyük bir sevinç yaşamıştım. Şairin bir vatandaşlık kimliğiyle konuşarak, ülkesi ve ulusu adına bu denli anlamlı, böyle sine insancıl bir itirafta bulunması, gurur verici bir şeydi gerçekten. Yaşanmış bunca acıdan sonra dünyaya ve tüm insanlığa barış dersi ve rebilecek nitelikteki bu sözler, tam anlamıyla, kutsal sözlerdi benim için. Nitekim Rus şiirinin cezbedici güçlü büyüsünü ve bu büyünün et kisini ondan sonra daha da sık hissetmeye başladım.

      Bu etki o denli derin ve anlamlıydı ki, benim kimi zaman ‘Rus insanının karakterini, onun günlük yaşamını, Rus doğasını, ve özellikle de o müthiş kış tablolarını, hiçbir şair A. Puşkin’den daha güzel betimlememiştir; hiçbir şair iç dünyasındaki ikilikleri, kaosu ve yaşama hırsını felsefi sentezler halinde F. İ. Tyutçev denli ustaca verememiştir; hiçbir şair adalet, demokrasi ve özgürlük görüşlerini şiir diliyle M. Lermontov düzeyinde bayraklaştıramamıştır; hiçbir şair duygu ve düşüncelerini dizelerde titizlikle kristalize ederek bir kuyumcu sabrı ve inceliğiyle şiirleştirmeyi A. Fet’ten daha iyi yapamamıştır; hiçbir şair Rus insanının yaşamsal sıkıntılarını A. Nekrasov gibi doğal ve içten yaşayarak, bunu öyle kıskanılacak bir gözlem titizliği ve anlatım sadeliğiyle dizelerine aktarmamıştır; hiçbir şair ülkesini ve onun güzel in sanlarını A. Blok kadar içten sevmemiş, ya da en azından bu sevgiyi onun gibi şiire dökmesini becerememiştir’ türünden, çok uç ve fazla abartılı olduğunu da kesinlikle bildiğim, birçok değerlendirmeye, se verek ve ciddi bir biçimde kendimi sık sık kaptırdığım olmuştur.

      Bundan haz ve mutluluk bile hissetmişimdir üstelik. Bu yüzden de, gerçekçilik pozisyonuna geçerek, kendimi sorgulama gereksinimi dahi duymamışımdır. O kadar ki, ne zaman yolum tatlı tatlı hışırdayan bir çavdar tarlasından geçse, ya da henüz yeni biçilmiş bir çayırdan burnuma taze ot ve tırpancının tuzlu ter kokusu gelse, hemen köylü ruhlu ince şair A. Koltsov’u; ne zaman önümde perilerden, sirenler den, Tanrı ve Tanrıçalardan bahsedilse, antik çağların ve gizemli dün yaların bilge kişisi, hoş yorumcusu romantik A. Maykov’u; insanı ve insanlığı koruyup kollayan yüce Tanrı’ya ölümüne bağlılık söz konusu olduğunda da, çok aşırı duyarlılık gösteren filozof şair D. Merejkov ski’yi anımsamışımdır anında. Benim için, şiiri onur olarak görmek ve bu bağlamdaki görüş ve duruşlarına, her ne pahasına olursa olsun, sonuna kadar sahip çıkmak yönünde, aralarındaki inanılmaz fark ve zıtlıklara karşın, K. Balmont, İ. Bunin, V. Bryusov, V. Mayakovski vb. şairler kutsanmaya değer birer güzide örnek olarak kalacaklardır. Bana sorulursa, Rus şiirinin cezbedici büyüsünü biraz da bu şairlerin su katılmadık dürüstlük mayasında görmek gerekir, derim.

      Dahası var, bu büyünün inanılmaz etkisinden olmalı ki, bugüne dek ben aşkı, gönül pınarlarının ateşli derinliğinde olduğu gibi ce, tüm gerçekliği ve inandırıcılığıyla, şiirlerine yansıtabilen bir şair adı sorulsa, hiç ikircimlik göstermeden, hemencecik A. Ahmatova der ve ayrıca aşkla felsefenin en kusursuz yoğrulmuş biçimini ise B. Pasternak’la O. Mandelştam’ın damıttığını söyleyebilirim. Bana göre serseriliğin, sorumsuzluğun ve büyük bir şiir yeteneğinin en iyi S. Yesenin’in kişiliğinde birleştiğini, Puşkin’den sonra halkın dilini tüm zenginliğiyle en güzel onun kullandığını ve yeryüzündeki tüm şahane kadınların onun güzel Şahane’sinden bir şeyler taşıdıklarını rahatlıkla söyleyebilirim. Örneğin: “Ben yine de gül budarım bahçemde / Bir başkadır dünyada gül sevgisi – / İçlerinde olmadığın bilsem de / Şahane’den daha güzel birisi.” türünden dizeleri ondan başka kim yazabilir ki? Bu dizelerin güzelliği ister istemez СКАЧАТЬ