Название: Şafak Sancısı
Автор: Cengiz Aytmatov
Издательство: Elips Kitap
isbn: 978-625-6494-30-5
isbn:
Anamın konuşmalarını dinlerken gözlerim yaşardı. Allah’ım diyorum, ne merhamet! “Evlenirse evlensin, yeter ki hayatta olsun” diyor. Kendinden çok sevdiği kişinin iyiliğini isteten, gerçek sevgi dediğin kudret bu mu acaba?
Evet, annemiz babam tutuklandığında hem genç hem de çok güzeldi. İlmiyle, ferasetiyle köylüleri cebinden çıkarırdı. Onu dışarıdan görüp istemeye kalkışanlar da olmadı değil. Fakat o Törekul’dan derin, Törekul’dan yüksek, Törekul’dan yakışıklı erkeğin olabileceği ihtimalini aklının ucundan bile geçirmedi. Düşünmek istemedi… Bazı dul kadınlar gibi, etrafına bakmayı ar meselesi saymıştır. Anamız tüm hayatını sevdiğinin yolunu gözetmekle, kocasının her yaptığını büyük bir ihtimamla hatırlamakla, doğum günlerini kalbimize sürekli aşılamakla geçirmiştir. Bunları yaparken, kendini dünyadaki en mutlu insan olarak görürdü.
Konuşup düşünürken, İç İşleri Halk Komiserliğine geldiğimizin de farkında değildik. Anam giriş kapısındaki silahlı görevliye davetiye mektubunu gösterdi. O, “Siz geçin” diye annemi geçirdi ama benim orada kalmam gerektiğini işaret etti.
Annemin içeri girmesiyle dışarı çıkması bir oldu. Yüzünde bir an evvelki halinden eser yoktu. Benzi sararmış halde anamı görünce, beni tuhaf bir korku sardı. Hemen anamı ayakta tutabilmek için koluna girdim. Gözlerinden süzülen yaşlar yüzünü epey ıslatmış, anam hâlâ sessizce ağlıyordu. Dudakları titriyordu. Tek kelime konuşamadan bana elindeki kağıdı uzattı. Kâğıtta Rusça olarak şunlar yazılıydı:
Rapor
Tutuklandığı güne, yani 1 Aralık 1937’ye kadar “Kızıl Professura” Enstitüsünün öğrencisi olan Aytmatov Törekul’un davası 15 Haziran 1967’de SSCB Yüksek Mahkemesi Askeri Kumlunda tekrar ele alınmıştır.
Askerî kumlun 5.11.1938 tarihli T. Aytmatov’a dair kararının hükmü değiştirilmiş ve suç işleyenlerin hepsinin bir arada bulunmaması sebebiyle dava durdurulmuştur.
Aytmatov T. ölümünden sonra aklanmıştır.
Lanet olası bu kâğıt parçası, 21 yıllık ümidimizi bir anda paramparça etmişti. Anamla ikimiz, deli dana gibi el ele tutuşarak neye uğradığımızı şaşırmış bir vaziyette zar zor ilerliyorduk. Hayatın hiçbir anlamı kalmamış, hayata olan bağlılığımız kopmuştu sanki. Anacığıma bakıyorum; gözleri fersizdi, yüzünde ümitsizliğin ifadesi belirmişti. Hey kudret, dedim kendi kendime. Yirmi bir sene boyunca her türlü eziyete, zorluğa tahammül ederek bizi destekleyen, ‘Törekul bugün olmazsa yarın gelir’ ümidiydi. Ah anam ah, bu uğurda sen neler çektin neler?!
Bir an bağıra bağıra ağlamak geldi içimden. Yıllar süren, bizim ailemizi kıskacına alan adaletsizliği olanca sesimle lanetlemek istedim. Ancak yanımda sendeleye sendeleye yürüyen, ani haberin şokundan henüz ayılamayan zavallı anacığımın yarasını deşmeyeyim düşüncesiyle kendimi zorla susturmuş, sessizce gözyaşlarıma boğulmuştum.
Eve yaklaştığımızda, birbirimize sarılarak ağladık. “Evet yavrum, artık olan oldu”, dedi annem metanetini toplayarak. “Şimdilik babanın vefatını Cengiz’e söylemeyelim. Zaten hasta, duyarsa daha da fenalaşır.”
Cengiz iyileştiği zaman annem bizden Karakız Apamı çağırmamızı istedi. Çok geçmeden, köyün kendine has yiyeceklerini sırtlayan Karakız Apam çıkageldi.
Anam, halama abisinin hayatta olmadığını duyurduğunda, zavallı kadıncağız gözümüzün önünde şaşkına döndü. 21 yıl süren hasret ve kederini dizginleyemeyerek bizi sırayla kucağına alıyor ve hüngür hüngür ağlıyordu. Akrabalık buydu işte. Sonra sülalece toplandık. Şeker’e gidip zulmün kurbanı olan Alım-kul, Törekul, Özibek ve Rıskulbek’in ruhlarına dua bağışlayıp Kerimbek’in evinde yemek dağıttık.
Anam, babamızın vefatına tam olarak inanmış değildi. Herhangi bir açıklama yapmasa da, son nefesine kadar “belki yaşıyordur” ümidini yitirmedi. Aşağıda anlatacağım olayın da onun böyle düşünmesinde etkisi olmuş olabilir. Savaş yıllarında Kafkasya’dan Şeker’e gelip yerleşenler arasında Ayvazidi adında falcı bir Yunanlı kadın varmış. Kahve falına bakıyormuş. Dedikleri de tıpatıp çıkıyor diye, konu komşudan duyunca annem de gitmiş ona fal baktırmaya.
– “Kocan hapiste, dört çocuğun varmış. Şu anda çok zor durumdasın. Burada daha 10 sene kalacaksınız. Büyük oğlun tahsilini tamamlayınca sizi şehre götürecek. Oğlun dünyaca ünlü biri olacak”, demiş.
– Ya kocam? Hayatta mı, ne zaman gelecek?
Falcı kadın anamın sorusunu;
– “Kocan çok uzaklarda. Seneler sonra kavuşacaksın” diye cevaplamış.
Falcı babamızın ahirette olduğunu bile bile, annemin ümidini kırmamak için böyle söylemiş olabilir. Veyahut “Seneler sonra kavuşacaksın” demekle öbür dünyadaki görüşmesini mi kastetti, kimbilir?
Aytmatov: Ne de olsa falcının böyle demesi iyiliğin alametidir.
O devirde Sovyetler Birliği’nin tüm halkı ortak vatanla, ulu rehber Stalin’le övünüyordu. Vatanseverlik duygusu da had safhadaydı. Özellikle savaştan (Rus-Alman Savaşı) sonraki yıllarda düşmanı mağlup etmemiz, mutlu çocukluk yıllarımız, hayatımız, kısacası her şeyimiz için Stalin’e minnettarız diye düşünüyor, bununla gurur duyuyorduk. Bu duygu ve düşünce şimdi çok komik gelebilir. Ama o devirde, devlet politikasından zerre kadar şüphelenmenin kimsenin (özellikle bizim köydekilerin) aklının ucundan bile geçmediğinden eminim. Öyle bir ortamda devlete kötülük düşünen insanın, yani halk düşmanının oğluna karşı çoğunluğun tavrı nasıl olabilir? Şunu da belirtmeliyim ki, köyün iç kültürü gereği, biz, duyanı ürküten yukarıdaki ifadenin soğukluğunu pek hissetmedik. Bunda, babamın ileri görüşlülüğünün de payı var. Çünkü bizi en son uğurlarken, kendi köyüne gitmemizi ısrarla istemişti. Eğer Moskova’da kalsaydık veya Frunze’ye yerleşseydik başımıza her türlü tehlike gelebilirmiş.
Şahanov: Kazakistan’da Akmola [şimdiki Astana (Ç.N.)] şehri yakınında halk düşmanlarının hanımlarını bir arada tutmak amacıyla ALJİR [Akmola Vatan Hainleri Hanımları Kampı (Ç.N.)] kampı açılmıştı. Bu kamptaki tutuklular arasında Kazak aydınları Turar Ruskulov’un, Saken Seyfullin’in, Beyimbet Maylin’in, Temirbek Jürgenov’un, Uzakbay Kulumbetov’un, Sultanbek Kojanov’un ve Jamaydar Sadvakasov’un hanımları vardı. Bunların her biri devletin, sanatın, edebiyatın ve partinin en ünlü isimlerindendi.
Akmola’dan 40-45 km uzaklıkta kurulmuş, onlarca kilometrelik alanı olan “dünyanın cehennemi merkezi” olarak adlandırabileceğimiz bu kamp, 26 bölümden oluşmuştur. Kampa Sovyetler Birliği’nin dört bir yanından gece gündüz getirilmekte olan halk düşmanlarının hanımlarına koşulan ilk şart, kocasının vatan haini olduğunu kabul ettiğine ve ondan tamamen ilişkisini kestiğine dair imzalı dilekçe vermek. Bu işlemi yaptın mı, cezan biraz hafifleyecekti.
Ciğerparesi СКАЧАТЬ