Название: Kazıgurt Öyküleri
Автор: Nurgali Oraz
Издательство: Elips Kitap
isbn: 978-625-6852-05-1
isbn:
– Evet. Fakat siz erkeksiniz. Erkeklere o… yakışır. Kız çocuklarında olması ise zulüm! Eğer ben erkek çocuk olduğumda var ya, o zaman her şey farklı olurdu. Kimseden utanmadan, çocuklar “ihtiyar” diye dalga geçseler de, horlanmadan, hepsiyle tartışarak ve kavga ederek dolaşırdım. Bazen bunu düşünerek bütün gece ağlıyorum.
– O da nedir, Ümit?! Sen ağlama…
– Allah beni böyle yaratarak ağlatmışsa, ne yapayım, ağabey!
Yüreğim cız etti. Gencecik kızın ağzından böyle bir sözü duyacağımı düşünmemiştim. Hey gidi kader hey, senden usta, senden büyük üstat yok, sen her şeyi öğretirsin.
– Hadi, hoşça kal, Ümit, -dedim ben, ertesi gün yola çıkacağımı hatırlayarak. – Görüşmek üzere! Şehre gelecek olursan haberleşmeyi unutma. Ressam Sağındıkov dersen, beni herkes bilir.
– Güle güle, ağabey! -dedi, o çitlerin öbür tarafından kafasını çıkartarak.
Ben kendi yoluma giderek uzaklaştım. Aniden:
– Ağabey, – diye seslendi o arkamdan. – Siz bizim köye yine gelecek misiniz?
– Bilmiyorum, -dedim ben omzumu kımıldatarak. – Belki, gelirim de.
Ancak o köye benim bir daha yolum düşmedi. Sakallı kız da yavaş yavaş bilincimden silinip aklımdaki resmi de belirsizleşmeye başladı.
Bu kısma geldiğinde kahverengi defterin iki üç sayfasını ressamın kendisi yırtıp atmış. Ondan sonra başlayan ilk paragrafı da karalayarak silmiş. Niye öyle yapmış? Bu artık bir sır.
Benim elimdeki ressamın yazıları daha sonra şöyle başlar:
… Ah, alçak! Alçak! Foto muhabiriysen ne yapayım, kendinde hiç namus da, ar da yokmuş!
Bugünkü gazetedeki fotoğrafı gördüğümde kanım başıma sıçrayıp, öfkelenip, kabıma sığamadım. Rezillik! Şu fotoğrafın yayımlandığını öğrenirse gururu kırılarak ölecektir zavallı kız!
Sansasyon arayan gazetedeki sakallı kızın fotoğrafını görenler iki gözleri yerinden çıkarak birbirine parmağıyla işaret ederek gösteriyorlar. Otobüste, sokakta gelirken de ben öyle yapanların birkaçını fark ettim.
Aman Allah’ım, bu insanlar neden böyle?! Neden birinin derdi başkası için enteresan bir şey olarak görünür?
Şerefsiz, hilebaz! Fotoğrafını çekmeyi nasıl başarmış acaba?! Belki, zavallı kızın kaçmasına da bakmadan önünü kesip bir şekilde çekmiştir. Evet, o, öyle arsızlık yapmaktan çekinmez. Ümit, hatta yüzünü eliyle kapatmaya bile fırsat bulamamış, kalın sakalı dağınık vaziyette fotoğrafta net bir şekilde gözükmüş.
Doğru, ben ona verdiğim sözümü bozmadım. Yine de o arsız gazeteciyle aynı şehirde yaşadığımdan dolayı kendimi bir türlü suçlu hissediyorum.
Bundan sonra o dağın eteğindeki köyden uzun bir süre kötü haber bekledim. Hatta kaynağı belirsiz bir felaketi önlemek için o tarafa özellikle gidip gelmeyi de düşündüm. Fakat bir şeyden korkarak kendi yolumu kendim engelledim durdum. İyi olan ise, o taraftan hiçbir kötü haber duyulmadı. Zaman geçtikçe bu olayın da etkisi azalarak, gönlümdeki kuşku kayboldu. Hatta o hilebaz foto muhabiri de istediğini elde edemeden fotoğraf önemini kaybetti.
Bir taraftan, bu abes olayın bizim ilk başta fark etmediğimiz olumlu bir etkisi de oldu mu diye düşünüyorum bazen. Niye derseniz, bu olaydan sonra ben dünyanın dört bir tarafında sakallı kadınlarla ilgili pek çok şaşırtıcı bilgi, ilginç hikâyeler duydum ki inanamazsınız. Onlar, hatta kendi başlarına bir sirk açıp dünyayı gezerek, gösteri yapıyormuşlar. Sakallarını özellikle uzatarak her şeyi merak eden, her şeye ilgi gösteren insanları eğlendirerek, onların güldürdüğü şöyle dursun bu sayede bol gelir elde edip zenginleşiyorlarmış da.
Bizim şehirde ressamlara hava gibi lazım olan boya, tuval, fırça, şövale, palet gibi şeyleri sadece merkezdeki bir dükkânda satarlar. Belki ondandır, bunların fiyatları çok pahalıdır. Alırsan al, almazsan bırak, yine de tekrar dönüp geleceksin der gibi.
Bir keresinde o dükkâna cebimdeki bütün paramı vermiş vaziyette boya alıp çıkıyordum, ansızın arkamdan biri: “Ağabey!” diye seslenmiş gibi oldu. Hemen döndüm, gencecik bir kız bana bakarak gülümsüyor.
– Ağabey, beni tanıdınız mı? -diyor.
Böyle anlarda şakacı gençler gibi hemen bir espri bulup, kolayca sohbeti sürdüren biriyim aslında ama safça şaşkınlığımı gizleyemeden:
– Hayır, diyerek gerçeği söyledim.
O, benim gözümün içine bakıp gülümseyerek:
– Siz eskiden bizim köye resim çizmek için gelmiştiniz ya, -dedi.
“Aman Allah’ım, hangi köydü? Ben şövalyemi koltuğuma sıkıştırıp hangi deliğe, hangi uzak yerlere gitmedim ki!”.
– Dağın eteğindeki köy aklınızda mı? Size ben resmimi çizmeyin diye yalvarmıştım ya.
– A-a-a!
Ben saf bir şekilde farkında olmadan “O, sakallı kız sen miydin?” der gibi çenemin altını okşayarak yine bir uygunsuz davranışta bulundum. Artık bu yaptığım tam bir beyinsizlikti.
– Evet, -dedi o iki yanağı kızarsa da kafasını sallayıp gülümseyerek. – Ben sizin tanıyamayacağınızı biliyordum.
– Nereden tanıyayım, -dedim ben, artık kendi hatamı telafi etmek isteyerek, “o zaman sen küçücük kızdın, işte şimdi! Büyümüşsün! Okulu da bitirmişsindir” -dedim.
O, kafasını salladı.
– Geçen sene mezun olmuştum, ağabey. Şimdi burada tıp kolejinde okuyorum.
Aniden benim kulağıma o eski küçücük kızın: “Resim çizemiyorum, doktor olmayı hayal ediyorum” -dediği çalınır gibi oldu. Fakat onun sakalı vardı…
– Hâlâ eskisi gibi resim çiziyor musunuz?
Ben kafamı tekrar tekrar salladım. “Ondan başka benim elimden ne gelirdi?!”.
Ondan sonra kendimce şaka yaparak:
– Sen de aynı eskisi gibi resminin çizilmesine hâlen karşı mısın? -dedim.
O, bilmiyorum dermişçesine omzunu kımıldattı. “Zaman çok şeyi değiştirirdi, ağabey!”
– Dersten çıkınca vakit bulup benim atölyeme gel, ikimiz uzun uzun oturur konuşuruz, -dedim, ona.
O, kafasını sallayıp geleceğim diye söz verdi ve el çantasından küçük bir not defterini alıp, bana uzattı. СКАЧАТЬ