– Bulutlar su içmek için göle inerler. Onu takip eden insanlar ona kurşun sıkarlar, babam söyledi.
Ona kurşun sıkıp ne yapacaklar diye düşünmüştüm içimden. Hayretle Şoyloobek’e sormuştum.
– Vurup ne yapacaklar?
– Öylesine işte. Vurup öldürürler. Savaşta, bulutlar şöyle dursun insanlara bile kurşun sıkıp öldürüyorlar ya.
– Savaş hâli başka demiştim.
Ertesi gün okula gittiğimizde öğretmene sormuştuk.
Öğretmenimiz bir hayli sinirlenerek:
– Kim söyledi? Eğitimli çocuklarsınız, bunu bilmemeniz ayıp. Amazbayev’in babası yalan söylüyor, demişti.
O arada son sıralarda oturan Urak’ın sesi yükselmişti:
– Demek ki; Amazbayev’in babası yalnızca hırsız değil, yalancıymış aynı zamanda.
Sınıfta bir gürültü tufanı kopmuştu. Şayloobek kafasını eğip, yere bakmış, ağlayacak gibi olmuştu. Burnundaki sümüğü sıranın üzerine damlayacakmış gibi sarkmıştı, sinirden kıpkırmızı kesilmişti. Durumu fark eden öğretmenimiz “sus” işaretini gösterip, sınıfı uyarmış, susturmuştu.
Köyün karşısında yüksek Kalkak Dağları var. Dağın yüzü baştan aşağı çam ağaçlarıyla kaplı. Yine bir gün Şayloobek çocuklara, “ormanda cadılar varmış, babam söyledi” demişti. Ertesi gün dersteyken Urak elini kaldırarak “öğretmenim bir sorum var” diye yerinden kalkıp, Şaloobek’in cadılar konusundaki iddialarını sormuştu.
– İnanmayın, Amazbayev’in babası uyduruyor demişti öğretmenimiz.
– Uydura uydura bir hâl oldu Amazbay demişti yine arka sıralarda oturan Urak. Sınıf yine kahkahaya boğulmuştu.
Öğretmenimiz Urak’ın sessiz olmasını isteyip, sınıfı susturmuştu. Ama Şayloobek bu duruma içerlemişti bir kere. Belli ki, iki defadır babasıyla dalga geçen Urak’tan öcünü alacaktı. Sıranın altından öğretmene çaktırmadan yumruğunu göstermişti. Urak’ın gücü ancak konuşmaya yeterdi. Geveze olmasına karşın çok güçsüzdü. O gün dersler bitip, öğrenciler eve dağılırken Şayloobek Urak’ın yolunu kesmiş, ağzından kan gelinceye kadar dövmüştü. Sonra kavgaya aileler karışmış, kavga büyümüştü.
Şimdi ben de, ağzım açık hâlde kavgaya sebep olan Kalkak dağlarına bakıyorum. Tam bu sırada tırmığı çıkaran Şayloobek atını dörtnala koşturarak yanıma geldi.
– Yarışalım mı? Her zamanki gibi sümüğünü çekti.
– Hayır.
– Geceyi Kara-Oy’da mı geçireceksin? Hadi gidelim.
– Görmüyor musun, henüz işimi bitirmedim, sen bitirdin mi?
– Hayır, anasını satıyım, bana ne, bitmezse bitmesin. Şayloobek büyükleri taklit edercesine dişlerinin arasından tükürdü. Babasından duyduklarını tekrarlayarak: -kolhozun işi biter mi, dedi.
Şayloobek, ikimiz aynı sınıftayız. Derslerinde çok geride kalan, yetişkin olmasına rağmen burnundaki sümüğünü temizleyemeyen, kısa boylu, edepsiz biri. Amazbay ile Ayday’ın tek oğlu. Annesi Ayday Şayloobek’e kötü söz söyleyene gününü gösterir. Yaramaz oğlu için konu komşu ile ilişkisini bile keser. Önceden Şayloobek birinci ekipte, ben ikinci ekipte çalışırdım. Kara-Oy tarlası ekilmeye başlayalı birlikte tırmık sürer olmuştuk.
– Muhtar kızmasın sonra dedim.
– Muhtarın…diye küfrü bastı. – O topaldan mı korkuyorsun?
– Hakaret etme!
– Etmeyim de ne yapıyım? Satıbaldı’dan korkmuyormuş gibi bir hâli vardı.
– Bu söylediklerini muhtar duyarsa yandın.
– Koş, yetiştir o zaman. Yetiştir de muhtarın takdirini kazan.
Şayloobek dilini geri çekmiyordu. Bir şeyler söylüyor, arkasından da sinir bozucu bir şekilde kahkaha atıyordu.
Şayloobekle, birbirimizi gördüğümüz yerde kavgaya tutuşurduk. Şimdi de “gösteririm gününü” der gibi yumrukları sıkıyor, karşılıklı restleşmeye başlamıştık. İşi unutmuştuk. Bir süre sonra bütün iğrençliğiyle “yetim, yetim” diye bağırmaya başladı. Bütün söyledikleri bir yana “yetim” demesi bir yanaydı benim için.
O da “hırsızın oğlu” tabirinden hiç hoşlanmazdı.
– Biliyorum, dedim, ben de. Biliyorum, köy muhtarına niçin sövdüğünü.
Şayloobek “neyi biliyorsun” diye sormadı bile. Alaycı gülüşü su serpmiş gibi sönüverdi.
– Ben de biliyorum…
Donmuş yüzünü görünce korkudan kalbim hızla çarpmaya başladı.
– Neyi? Aklıma ilk gelen Mukaş abim oldu. Bildiğini söylemese keşke dedim içimden. İkimiz bir anlığına sesimizi kesmiş, her an saldıracakmış gibi hazırda bekliyorduk. Ben kavgayı durdurmak niyetindeydim. Ama ben alttan aldıkça Şayloobek üste çıkmaya başladı. Artık “yetim” demesine üzülmüyordum. Bir tek “bildiği o şeyi söylemese keşke” diye dua ediyor, korkudan titriyordum.
– Yetim değilim, dedim konuyu değiştirmek amacıyla. Anne yarısı yengem var. Boğazımı alev almış gibi sesim kesik kesik çıktı. Şayloobek alaycı bir tavırla güldü:
– Ha-ha-ha. Soğuk bir kahkaha attıktan sonra – Yengene sahip çıksaydın o zaman. Biliyor musun, yengen olacak o karı Satıbaldı ile…
Nasıl indirdiğimi bilmiyorum. Örgülü kırbaç havayı delen bir ıslık sesiyle Şayloobek’in boynuna dolanıverdi.
– Aaaaaa
İki eliyle boynunu tutarak acı bir çığlık attı. Tarlayı yarıp geçen çığlık sesiyle kendime geldim. Hafif bir titreme ile irkildim. Tarifsiz bir korku sarmıştı içimi. Şayloobek boynuna yılan dolanmış da onu çıkarmak istercesine sersemliyor, bir yandan da yiyecekmiş gibi bana bakıyordu. Tek hamleyle atından inerek yerden taş aramaya başladı.
Bir baktım, kocaman taş… Kolunu germiş, vurmak üzere… Ani bir refleksle kafamı eğdim. Koca taş “tıss” diye kulağımın üzerinden geçti. Şayloobek ikinci taşı aramak niyetindeydi ama aklına bir şey gelmiş gibi durdu. Tek bir kelimeyle canıma okuyacakmışçasına dikkatlice yüzüme baktı.
– Evet, ağabeyin ölmüş, iki gözün kör olmuş da haberin yok! Bunları söyledikten sonra intikamını almış da muradına ermiş gibi, kırbacın izi kalmış boynunun acısını unutarak atına СКАЧАТЬ