Bir süre sonra gürültü dindi, herkes Satıbaldı’nın ağzına bakıp, ne diyeceğini beklemeye başladı.
Burada oturanlardan yaşça büyük olan, ancak yaşına saygı gösterip kocası Amazbay ile misafir odasında oturmayı değil, türkülerin söylendiği odada gençlerle eğlenmeyi tercih eden Ayday, ayıp denecek sözleri şaka yollu söylemekten çekinmezdi. Dünya yıkıldı desen umursamayan Ayday söze girdi:
– Hey kayın, haydi bir türkü söyle. Şimdi söylemeyeceksin de ne zaman söyleyeceksin?… Tiksindirici bir şekilde geğirdikten sonra konuşmasına devam etti: En fazla bir elini kaybetmişin. Diğerinin sadece parmakları yok. Ona mı içerliyorsun? Asıl önemli olan yerindeyse sorun yok. Takma kafana. Ha-haha-ha… Kendisi Satıbaldı’dan hayli bir büyük olmasına rağmen onunla aynı yaştaymış gibi davranıyordu.
Satıbaldı başını hafif öne eğmiş, Ayday’ı dinliyordu. Sessizce içindeki acısını kontrol ettikten sonra kafasını kaldırarak:
– Kardeşlerim dedi. Anında sessizlik çöktü. – Kardeşlerim, cephedeyken, “ölmeden son bir defa sevdiklerimizin yüzünü görsek, vatana dönsek” diye dua ederdik. O da oldu çok şükür. Az önce sağ salim döndüğüne sevinmelisin dediniz. Doğru söze ne denir. Ama ne yapalım, insanoğluyuz işte. Sağlıklı birilerini görünce sakat hâline üzülüyor insan. Bunu sizden saklayacak değilim. Daha görecek günüm varmış, şimdi aranızda oturuyorum. Kendimi böyle avutuyorum işte. Ancak beni asıl hüzünlendiren bu değil… Satıbaldı’nın sesi kısılıp, ağlayacak gibi oldu. Boğazında düğümlenen kelimeleri çiğnercesine azı dişlerini gıcırdattı. Bir süre kaşlarını çatıp, sessizce bekledi. Cephede gördüğü o korkunç olayları birer birer hatırlıyor gibiydi. Derin bir iç çektikten sonra:
– Lanet olsun bu savaşa! dedi. – Hadi ben neyse, biz yaşayacağımızı yaşadık… İnanır mısınız, şu anda kendimi hiç düşünmüyorum. Bu gözler cephede neler gördü, nelerle karşılaştı… Ama dediğim gibi kendime zerre kadar üzülmüyorum şu an… Yine boğazı düğümlendi. Birilerine sinirleniyor gibiydi. Kaşlarını çatıp evin girişinde eşlerinin yanında mutluluğun tadını çıkarmakta olan gelinlere ve içkinin tesiriyle eğlencenin dibine vuran dünyadan habersiz ama yarın savaşa gidecek olan Mukaş abimlere sırasıyla göz gezdirdi. Bundan sonrasını anlatmaya gerek yoktu. Satıbaldı’nın neyi kastettiği apaçık ortadaydı. Genç yaşta, hayatlarının en güzel yıllarını, belki de bedenlerinin bir parçasını, hatta hayatlarını feda edecek gençler için endişeleniyor, onların geleceğini düşünüyordu. Gençler de anlamıştı Satıbaldı’nın neye üzüldüğünü. Odada az önceki coşku kaybolup gitmiş, gözleri bulutlar kaplamıştı.
Satıbaldı, hemen sohbeti değiştirerek:
– Bugün türkü söylemeyeceğiz de ne zaman söyleyeceğiz? Ayday yengem doğru diyor. Satıbaldı’nın neler konuştuğunu doğru dürüst dinlemeyen Ayday hayatında ilk defa erkek görüyormuş gibi hayretle ona bakıyordu.
– Yengen kurban olsun sana- dedi.
Satıbaldı acı bir gülümsemeden sonra türküsüne başladı:
Şırıl şırıl sesi dinmez
Özledim Isık-Gölümü
Zirvede maral gezinen
Özledim yüksek dağları
Balığı bol bereketli
Ala-Dağ derya sularım
Yârim gibi yakındır
Gölde yüzen kuğuların
Satıbaldı, önüne konulan bir kâse köpüklü bozaya bakarak yumuşak sesiyle türkü söylemeye devam ediyordu.
Sabah akşam aklımda
Oyna eğlen asıl yâr.
Bir alkış kopuyor, özellikle yarı sarhoş Ayday “Kurban olurum sana, devam et, devam et” diye bağırıyordu. Satıbaldı uzun zamandır türkü söylememenin acısını çıkarıyor gibiydi. İçindeki bütün sıkıntıları boşaltırcasına büyük bir arzuyla ifa ediyordu türküsünü. Uzaklarda, düşmanlarla yüz yüze savaşanların duygularına tercüman oluyor, özlemlerini dile getiriyordu. Birlikte büyüdüğüm arkadaşlarım, vatan için kan döküyorsunuz… Ölüm kokan bu korkunç savaşı ağzı süt kokan toy çocuklar görmeseydi! Bakmaya doyamadığı pırıl pırıl eşlerinin yanında, gençliklerinin tadını çıkarsalardı olmaz mıydı?
Ama er yiğit halkın ötesinde düşmanın önünde derler.
Düşmanı yenip gelirsen,
Sevgili yârin karşılar.
Satıbaldı güzel dilekler içeren türküsünü yorumladıktan sonra “ır kâsesini”4 başkasına uzatıp, önündeki bozadan büyük bir yudum aldı.
O gün Bayzak’ın evine gelenler daha sonra unutamayacakları güzel bir akşam geçirdiler. Ak-Çiy’in cıvıl cıvıl yıldızları dağılmaya başladığında evlerine döndüler.
III
İki yıl sonra her şey çok değişmişti.
İlkbaharın gelmesiyle birlikte açlık baş gösterdi. Ak-Çiy istilâya uğramış gibi ıssız ve sedasız. Köydeki herkes gündüzleri tarlada çalışıyor. Sokaklar kimsesiz. Tek tük yaşlı ihtiyarlar ve bir kaç çocuk, hepsi o kadar.
Sokak köşelerinde kementlerle bağlı, derisine dulavrat otu yapışmış buzağılar, güneşte geviş getiriyor ve insanların can sıkıntısını arttırıcısına möölüyorlar. Tavuklar, tırnaklarının kesilmesine rağmen işlenmiş toprakları kazıyor. Boz basık evlerse suskun bir şekilde haber bekliyor. Beklenen haberin iyi mi yoksa kötü mü olduğu belirsiz. Yapraklarla örtünen dalların arasında yalnızlığı davet edercesine bir guguk kuşu ötüyor. Köyse usulca guguk kuşunun sesini dinliyor.
Cepheden ölüm haberi alan evlerden ağıt sesleri yükseliyor sabah akşam. Bu sesleri duyan Ak-Çiyliler uykusundan korkuyla uyanıyor. Herkes bir yana Camankara’nın oğlunun sesi bir yana. O altı yedi yaşlarına henüz basmış küçücük bir çocuk daha. Camankara’dan kalan tek oğlan. Evde annesiyle bir başlarına kalıverdi babası gidince. Annesi uzun zamandır yatalak hasta. Eşinin ölüm haberini alınca hastalığı daha da arttı.
Oğlan sabahleyin horozlarla birlikte uyanır. Yataktan kalkar kalkmaz avlunun tam ortasındaki direğe eğilerek, büyük bir istekle beklediği arzusunun gerçekleşmediğini anlatır ağıtında.
– Kurban olayım babacığım, eyvah!
– Babacığım seni kaybettim, eyvah!
Köy halkı onun sesiyle uyanır sabaha. İnekler ve keçilerden oluşan sürülerin sokakları doldurduğu, sürüsünü kaybeden keçilerin meelediği, yaramaz boğaların sokaklarda tozu toprağa katarak birbirleriyle tokuştuğu gürültülü sabahlarda bile Camankara’nın oğlunun sızlayan sesi her şeyi bastırarak yükselir semalara.
… СКАЧАТЬ
4
Ir chını (türkü kasesi) – Bir takım türkü söyleme zincirlemesidir. Düğün derneklerde bir kâseye kımız veya boza konulur. Birisi (genellikle düğün sahibi) bir türkü veya şarkı söyledikten sonra kâsedeki içecekten bir yudum alır ve başka birine uzatır. Kâseyi devralan kişi de şarkısını söyleyip, kâsedeki içecekten bir yudum aldıktan sonra başkasına uzatır. Bu durum genelde düğüne gelen herkes türküsünü söyleyinceye kadar devam eder.