“Ya, bu nasıl bir su, tuzlu mudur nedir?” diye Jakay Orazay’a söylendi. Orazay ise o kadar susamıştı ki suyun acısını, tatlısını ayırt edecek hali yoktu.
“Hadi, tamam, şimdi Düysek dede gelir, gidelim”, ikisi de evlerine yöneldi. Orazay tüfeği alıp, “karşımıza tavşan çıksaydı şöyle ateş ederdik”, diye nişan alırken, Jakay onu çocuk gördüğü için “Tüfeği ver bana, içinde mermisi var. Yanlışlıkla ateş edersin hadi” dedi.
“Tamam!”, diye kendisinden 2 yaş büyüğünü dinleyerek, önden çıkıp gidiyordu ki tam o sırada Jakay yanlışlıkla tüfeğin tetiğini çekti. Bir anda “tars” diye bir ses çıktı. O sıra Orazay’ın şapkası uçup, yere düştü. Şapkayı uçuran mermi yerden şapkayla birlikte tütüyordu. Bu sefer Orazay’ı Allah kendi korumuştu. Aniden ne olduğunu anlamayan iki dost bu olanlardan hiç kimseye söz etmemek için birbirine söz verdiler.
Babaannesinin Büyük Hayali
Dünyaya geldiği zaman yeleğinin içine sarmalayıp, bağrına basan babaannesinin evladı olan Jaksılık kendi babasına “amca”, annesine ise “jeneşe”, yani “yenge” derdi. Bu kelimeyi de kısaltarak sadece dili döndüğünce “jişe” şeklinde söylerdi. On beş çocuk dünyaya getiren babaanne Batima’nın çocuklarının hepsi küçükken vefat edip, eşi Emirali’nin ocağını tüttürecek bir tek erkek çocuğu Üşkempir kalmıştır. Çocukları yaşamayınca on beşinci olarak dünyaya gelen oğlanı köyde akrabası olan bir ihtiyarın kaftanının eteğine sarmalayıp, elden ele gezdirmiş, dolaştırma sırasına göre en sondaki üç yaşlı kadının kucağında kalmıştır. Kazak inancına göre yapılan bu ritüel dolayısıyla da çocuğa “Üşkempir” (üç ihtiyar kadın) adı verilmiştir. Çocuğun kırkı çıkana kadar onu komşu kadın emzirmiş ve sonrasında babası Emirali ile anası Batima kendi çocuklarını yine Kazakların başka bir batıl inancı gereği o evden satın almıştır. Evlerine dönerken yolda yedi aksakalı ziyaret ederek, onların hayır dualarını almış ve bebeği kendi evlerine pencereden sokmuşlardır.
Herkesin saygı duyduğu Emirali’nin bu biricik evladına bütün köy duacı olmuş ve bu şekilde büyümüştür. Maalesef, Emirali oğlunun delikanlı olduğu günleri göremeden vefat eder…
Heybetiyle ve cesur karakteriyle bütün köye sözünü geçirebilen Batima ananın sofrası her zaman bereketli, kazanı dolu olur, biricik oğlunu kimseden eksiği kalmadan yetiştirirdi. Zamane bir meslek sahibi olsun diye muhasebe eğitimi aldırır. “Ocağını tüttürsün” diye de edepli ve merhametli bir kız olarak bilinen Küntöre ile evlendirir. İşte bu, biricik evladının soyunu devam ettiren Jakay’dır. Jaksılık’a babaannesi şımartır Jakay diye kısaltarak adını zikrederdi. Bundan dolayı sadece evindekiler değil, bütün köy Jaksılık’a “Jakay” demiştir.
Küntöre bazen oğlunu şımartarak:
“Sen uyurken evdeki herkes ayaklarımızın ucuyla yürürdük. Hatta, sen uyanma diye, babaannenden korumuzdan, semaveri de evden ırak bir yerde kaynatırdık. Zira, babaannen “Rüzgârlı havada tütünü eve girer. Uyumakta olan Jakay’ı niye düşünmüyorsunuz? Şu tütünden boğulacak zavallı” diye kızardı. Baban ise seni bir yerlere yollayım diye eve doğru yönelince:
“Şu yumruk kadar çocuğa mı kaldı bütün iş. Uykusunu kaçıracak kadar nerede ne yanıyor?” deyip sinirlenirdi.
Öyle anlarda baban:
“Oğlanı erkek gibi terbiye edersen erkek olur, köle gibi terbiye edersen köle olur, denilen sözü Bavırjan ağabeyimiz nasihat etmemiş miydi ana? Oğlunuz öğlene kadar uyuyor. Tam bir tembel olacak” diyerek sözleriyle iğnelerdi.
“Sus, saçmalama! Gelecekte tüm iyiliği bu oğlumdan göreceksiniz, adını duyuracak olan da şu yavrum olacak” diyerek babaannesi öyle anlarda oğlunun söylediklerine alınır küserdi.
Annesi Kültöre yolculuğa sık çıkan Jaksılık’ı her özlediğinde onun çocukluğuna ait buna benzer ilginç hatıraları anlatırdı.
Jakay’ın ilginç hareketlerine doyamadan yedi yılın ne kadar hızlı geçtiği hiç fark etmemişlerdi. Bu çocuk adeta destanlardaki bahadırlar gibi her yıl değil her gün, hatta her gün değil her saat büyüdüğünü hissettiriyordu. “Alpamış” yedi yaşında nişanlısı “Gülbarşın”ı kurtarmak için Kalmaklara karşı akın etmişse, Jakay o yaşta hiçbir şeyi düşünmeden Talas nehrinin derinliklerine dalarak yüzüyor, şımararak büyütülüyordu. Okul çağına geldiği için artık sünnet olmalıydı. Babası ile babaannesi bu durumu istişare edip, kendi aralarında konuştuklarını Jakay’dan bir yaş büyük olan ablası Altınkül duyar ve saçları darmadağın halde Talas kıyısı boyunca koşmaya başlar. Koşarak gelip:
“Jakay, seni sünnet edecekler!” diye bağırır nefes nefese kalarak. Jakay her erkek çocuğunu böyle bir acının beklediğini eskiden beri kendi yaşıtlarından duydukları için bilirdi. Onlar molladan çektiği “acıları” anlattıklarında, korkudan, “sünnet” denilen şeyden nasıl kaçıp kurtulabilirim?” diye bazen ciddi ciddi üzülürdüler. Yine de kendilerini avutarak: “Benim babaannemden molla da korkar, babaannem varken benimkini kimse kesmeye cesaret edemez” derdi. Bu düşüncesini arkadaşı Karahan’a söylediğinde ise o çocuk gülerek:
“Bak da gör, o ihtiyara baban ile babaannenin kendileri seni yakalayıp götürecekler seni” dediğinde ona inanmamıştı.
“Babaannem bana öyle bir kötülük yapmaz” deyip arkadaşının dediklerine itiraz eden Jakay, babaannesinin kendisine olan sınırsız sevgisine güvenmişti.
“Dedemin kendisi beni tutup oturttu. Babaannemle dedem de beni severler” diyerek Karahan söylediklerini tekrarladı. Jakay çaresizce:
“Öyleyse dağa kaçarım” dedi.
“Nereye gitsen de baban bulup getirecektir …”
Bunu duyduğundan beri için için bir tehlikenin varlığını hisseder olmuştu. Zira çocuklar “okula başlamadan önce sünnet edilir” dediklerini hep duyardı, kulağında bu sözler çınlardı. Bir keresinde kendisinden büyük çocuklara:
“Kızlar ondan korkmazlar mı?” diye sordu.
“Hey, aptal, kızlar sünnet olmazlar. Onlar oynaya güle giderler okula” dedi arkadaşı.
“Sünnet ederken molla testere ile kesip, sonra üzerine kül serpip kanını durdurur” dedi biraz daha yetişkin olan bir diğeri.
Jakay Müslümanların erkek çocuklarını 3, 5, 7 gibi tek sayılı yaşlarda sünnet ettirdiklerini o zamanlar bilmiyordu. Okula 7 yaşında gideceğinden dolayı, bunu “okula gitmeden önce halletmeyi” doğru bulsalar gerek, köydeki çocukların çoğunu velileri 7 yaşına girince sünnet ederlerdi. Bunu erkek çocuklar kendilerince “sünnet olmayanları okula almazlarmış” diye anlarlardı. Altınkül koşarak gelip duyduklarını anlattığında Jakay başından aşağı kaynar su dökülmüş gibi oldu, neye uğradığını şaşırdı, СКАЧАТЬ