Eski Adam ve Diğer Öyküler. Elabbas Bağırov
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Eski Adam ve Diğer Öyküler - Elabbas Bağırov страница 4

Название: Eski Adam ve Diğer Öyküler

Автор: Elabbas Bağırov

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-6853-22-5

isbn:

СКАЧАТЬ kötü olduğunu hiç olmazsa bu kez anlasın diye ellerimi ovuşturdum. Birden üstüne atlamam, ona ansızın vurmam da bu yüzdendi. Doğrusu, ben de hiç buna hazır değildim ama ne saklayayım, o anlarda ne kadar acımasız olsam da onun kendisini savunmasını ümit ediyor, bana karşılık vermesini bekliyordum. Kendimi kaybedeyim sonra onun pestilini çıkarayım, nasıl derler, savaşımız gerçek bir gladyatör kavgasına dönsün istiyordum. Yoksa bir tokatla ne olacaktı! Bunun adına adam dövmek mi derlerdi?! Bu arada öfkelenmeden, çığırından çıkmadan birini dövmek de meğer öyle böyle bir şey değilmiş. O gergin anlarda öğrendim.

      “Sen rezil bir adamsın!” diye kükredim birdenbire.

      “Ben rezil bir adamım!”

      Ne olup bittiğini önceden hissettiği için dalgayla karışık samimi bir halde onayladı ve yine gülümsedi.

      Meselenin henüz hangi aşamada olduğu bilinmeyen bu belirsiz dakikalarda, ne olacağını kestirmek kesinlikle mümkün değildi. En çok da onun dostunu, iyi biri olarak tanımış olması; benim ne vakit birine vurduğumu, nerede, ne zaman kavgaya karışıp karışmadığımı bilmesinden kaynaklanıyordu.

      “Ne oldu kiii?” diye o andan itibaren düşmanım olan dostum, sesini uzatarak kendini şirin göstererek her şeyin bir şaka olduğunu düşünmek istese de ben o anda bile kendime gelemedim ve alel acele kapıyı arkasından kilitledim. Maksadım; onun defterini dürerken herifin sesine gelen olmamasıydı.

      Arkamı döndüğüm an “Senin çeneni dağıtmak gerek!” dedim bütün ciddiyetimle ve zavallının renginin kaçtığını gördüm. Sanki buz kesilmişti. Bana da bu gerekiyordu.

      “Durduk yere ne oldu sana böyle?” dedi.

      Kalkıp her önüme gelene ne olduğunu anlatacak değildim! Benim boş bahanelerle eskiden beri aram yoktu. Bunu hissedip hissetmemek ona kalmıştı. Hem de konuşarak öfkemi dindirmek, kendimi rahlatlatmak istemiyordum. Aksine, temelli tereddütümü yenmek için onun ağır bir laf söylemesini bekliyordum.

      – Ne olduysa oldu, sen rezilden de rezil birisin! Al sana!

      Derhal üstüne çullandım. Ne yazık ki vurduğum darbe yerini bulmadı, omzunu ıskalayıp geçti. Bir yumruk daha, peşinden bir tane daha… Nedense her defasında yumruklarım hedefi tutmuyordu. Belki de heyecanlıydım, o yüzdendi! Yoksa düşüncelerimin karşılık bulmaması mı beni şaşırtmıştı! Bunu düşünürken aldığım darbe yüzünden bir an sağ gözümde sanki bir şimşek çaktı. Bununla birlikte yüzümde de belli belirsiz bir acı hissettim.

      “Kim rezil, sen mi yoksa ben mi?” Allah’ın avaresi, beni ranzaların arasına, kirli pasaklı yere uzattı iki seksen. Sanki elimi kolumu bağlamışlardı. Artık, bunun; düşmanın gücünü tam olarak hesaplayamamamın getirdiği korku olduğuna dair şüphem kalmamıştı. Kendimi nasıl kaybettiysem, sonrasında saldırmayı değil, sadece kendimi korumayı düşünüyordum. Beni bırakması için yalvarmaya bile hazırdım.

      – Bırak şakayı Aydın! Kendine gel! Ne oldu böyle sana!

      Ağır başlı bir adam olarak tanıyordum onu. Bu beş yıllık zaman zarfında sözümü yere düşürmemişti. Demek ki akıldan yoksun adamın biriymiş. Rezil ne demekti ki sırf bu yüzden kendini paralıyordu! Şakayla karışık belki bin kere söylemiştim ona bu sözü.

      – Adam dediğin dostuna el kaldırır mı? Aklını başına topla.

      “Ben rezil değil miydim!” diyerek yeniden üstüme çullanan dostumun bir sonraki darbesinden sonra ağzımda sıcak bir şey olduğunu anlamamla birlikte ensem iyiden iyiye soğudu. Elimle kontrol ederek bunun ön dişlerimden biri olduğunu anladığımdaysa, sesim koridora kadar yayıldı. Üstelik ben tam tersini beklerken, saman alevi gibi süren sinirim de bir anda geçti mi? Şaka değildi, sapa sağlam bir dişimden olmuştum. Ama beni dostumun elinden alan; her ikimizin de bu kederli tabloyu aynı anda görmemiz değil, mutfakta patates kızartan çocuklar oldu… Meğer az önce ben sadece kapıyı kilitlemiyor, kazara kendi elimle bindiğim dalı kesiyormuşum. Koridorda bir şekilde birbirlerine haber ediyorlar, nasıl yaygarayla haber ediyorlarsa da öyle kırıyorlardı kapıyı! Biraz çabuk olsalar ne vardı! Hülasa, yardımla birlikte, kendime olan güvenim de geri geldi.

      “Anca gidersin! Allah’ın katırı!” Çocuklar bizi araladıktan sonra öfkesi hala soğumayan dostum arkamdan söyleniyordu. Herkes şaşırıp kalmıştı. Onlar koluma girip beni götürürken bir şeyler soruyor, konuyu açıklığa kavuşturmaya, ne olup bittiğini öğrenmeye çalışıyorlardı.

      “Bir de kendine dost diyor! Şuna bak!” diyerek arkasından şikayet etmemdeki maksat; suçu o rezilin üstüne yıkmaktı, yoksa asıl ben rezil olurum, hem suç sende olacak hem de dayağı sen yiyeceksin! Utanç teri döküyordum. İşin kötü yanı, kızardığımda domates gibi oluyor, konuşamıyordum.

      Bir yandan da Allah’ın belası dişim… Onu avcumda saklayarak sıkı sıkı tutmuştum, atmaya kıyamıyordum, çocuklardan ayırılır ayrılmaz doktor, bu miras malını yeniden kanı henüz kesmemiş ağzımda kendi yerine berkitecek zannediyordum. Mahçup olmamı sağlayan başka bir şey daha vardı: Eğer birisi dişimin kırıldığını öğrenseydi, kavgamızın kavga değil, uzun bir hengame olduğu hemen gün yüzüne çıkacaktı. O zaman nasıl kendime hak kazandıracaktım!

      (…) O günden sonra aradan otuz beş yıl geçti. Eski dostumdan ayrıldım ayrılalı, köy okulunda öğretmen amcayım. Artık onun nerede olduğundan haberim yoktu. Arayıp soracak yüzüm de olmadı. Utanmak kötü bir şey, Allah kimseyi mahçup etmesin.

      Neredeyse tamamen aklımdan çıkmıştı. Bunu bilmeniz gerek, şimdi dişlerimin çoğu döküldü, hissettiğim kadarıyla bunun yaşımla da hiç alakası yok, dişlerime ne olduysa o rezille kavga ettikten sonra oldu… Önce biri düştü sonra diğeri çürüdü. Sonra bir başkası karardı, çürüdü. Şimdi de çenemde bir iki tanesi ya kaldı ya kalmadı. Yaşlanıyorum herhalde, bu yaşta da diş mi çıkarılır diye bazen laf atanlar oluyor! Çıkarılır diyorum, niye çıkarılmasın, artık her şey gibi dişlerin de ömrü kısaldı. Vaktiyle insanlar yüz yirmi, yüz otuz yıl yaşarlardı, zaman gelecek, yetmiş yıl yaşayana kahraman gözüyle bakacaklar.

      Utandığım için bu güne kadar başıma gelenleri bir kişiye bile anlatmadım. Ama artık öğrenciyken kavga ettin mi yoksa etmedin mi diye bana soran da kalmadı! Herhalde bu konudan söz etmemem yüzünden nasıl bir şey olduğumu az çok anladılar. Gel gör ki şu an bile hâlâ aynı düşünceye sahibim: O zamanlar gürültüye toplanıp gelip de bizi aralayanlar olmasaydı, avarenin gırtlağını sökmüştüm. Dersini nasıl vermem gerektiğini iyi biliyordum. İyi kurtardı canını.

      YOLCU

      Sormadıkları dükkan kalmamıştı, özetle hepsinden eli boş döndüler. Her yerde biribirine benzer cevaplar alıyorlardı:

      – Millet evladını toprağa vermiş, ondan söz etme ama “Bu nasıl şehir, bir balık bile bulunmuyor,” diye söylen öyle mi!

      “Neyse ney,” diyerek çaresiz; durumu kabulleniyor fakat oradan çıkar çıkmaz başka bir dükkana girmekten de kendini alıkoyamıyordu.

      “Koca şehir, bin tane sapağı var, burada bulamadığın bir şeyi hemen yanındaki duvara sırtını vermiş komşu dükkandan bulabilirsin СКАЧАТЬ