Название: Altın Sincap
Автор: Анонимный автор
Издательство: Elips Kitap
isbn: 978-625-6852-22-8
isbn:
Oraya yaklaştığında, o kadar çocuk arasından hemen seçiyordu torununu. Sonra da tatlı tatlı gülümsüyordu. Dünyadaki tek teselli kaynağıydı onun. dı köyden şehre belki hiç gelmezdi. Torunu olmasay-Bazen torununa bakınca kendi oğlunun küçüklüğünü hatırlıyordu. Ne olursa olsun, kendi soyunu devam ettirecekti bu nazlı oğlak.
–Baksana, bu sefer kaleci yapmışlar. Demek yeterince çevik çalak, dedi ihtiyar içtenlikle sevinerek. O, sağına soluna bakındı. Yanında kendisi gibi bir ihtiyarı görseydi, göğsünü kabartarak kasılırdı da belki. Fakat mis gibi köyü bırakıp kim gelsindi ki şu şehir denen yere. Hele de yaşlanınca… Şehirli ihtiyarlar biraz değişik. Dışarıyı pencereden seyretmeyi seviyorlar.
Hokey topu mermi gibi geliyor. Torunu doğal olarak onu yakalayamıyor. Pak3, kaleden içeri giriyor.
– Niye baka kaldın, kımıldasana biraz, diye bağırıyor dede torununa. Haliyle İlnur duymuyor.
Eve dönerken kalpağını üzgün gözlerine indirecekken, dedesi kocaman eldiveniyle torunun başına hafifçe vurup okşuyor.
– Tamam hadi, somurtma artık. Hayat bu şekilde öğrenilir. Korkar durursan hiç bir şey olmaz senden… Bir şey başından geçmeden tecrübe kazanamazsın. Zaferin yolu, yenilmekten geçer. dedi.
Torunun neşesi yerine gelir gibi oldu.
– Senin seyrettiğini fark etseydim, daha iyi oynardım… Bak gelecek sefer… diye mırıldandı.
– Hep oyun olmaz ama. Daha ödevlerini de yapman lazım, dedi ihtiyar.
Dede torun büyük adamlar gibi konuşarak ağır ağır yürüdüler.
Fakat İlnur, eve gelir gelmez soluğu bilgisayarın başında aldı.
– Önce ödevini yap. Birazdan annenle baban gelecek. Ev ödevini hâlâ yapmadınız mı diyecekler. Evet, evet benim gözüme baka baka öyle diyecekler. Çok iyi biliyorum bunu.
– Azıcık oynacağım ben dede, diye bağırdı İlnur öbür odadan.
İhtiyar, iç çekerek kapının önünde duvara yaslı duran ağır okul çantasını sürüyerek masanın yanına getirdi. Gözlüğünü, bir hayli kir bağlamış sapını kulağının arkasına kadar iterek düzeltti. Büyüteci sol eline aldı. O bu şekilde ev ödevlerini yapıyordu. Fakat torunu kaç gündür üst üste iki alarak geliyor.
– Utanılacak bir durum, dedi ihtiyar. Zaman o kadar çok mu değişti yahu? Sayıları da mı etkiledi o böyle? Başka çeşit hesaplamayı kim öğretti onlara?”
Bugün morali hiç yoktu ihtiyarın. Kendi ifadesiyle sıfırdı. Torununun çantasına yaklaşmak bile istemedi. Çanta duvara yaslanmış, üzgün üzgün bakıyordu.
Dedesi, İlnur’u çok seviyordu. Bu yüzden bir dediğini iki etmiyordu. Dilediğini alıyor, ne isterse onu yapıyordu.
Torunu bir gün ona:
– Sen gerçek bir dedeye benzemiyorsun. Dedelerin sakalı olur. Hem sekseni doldurdum diyorsun, hem de dede değilsin. Ben sekiz, sense seksen yaşındasın? Gerçekten de çok ilginç!
– Aramızda kaç yaş var, söyle bakalım, dedi ihtiyar.
Torunu hemen bilgisayarın başına geçip tuşlara tak tak bastı ve “Yetmiş iki” diye cevap verdi.
Dedesi içinden:
– Ah bu bilgisayar yok mu? İnsanı hepten cahil ediyor, diye söylendi.
Gel zaman git zaman, bir gün torunu dedesinin bembeyaz sakallarını severek çekmeye başladı. Kikir kikir gülüyordu. Dedenin de hoşuna gidiyordu. Çünkü torununun gönlü olmuştu.
Dedesi her gün hokey sahasına gidiyor. Sahayı çevreleyen çite yaslanıp, hokey topunun uçuşunu, oyunun kızışmasını seyrediyordu. Biraz oyunbazlık yapmaya başladıklarını görürse, değneğini sallayarak:
– Beceriksizler! Hepiniz ortaya toplanmışsınız, dağılsanıza, diye bağırıyordu.
Torunu bu sefer de onu duymadı. Eve gelince dede torun masının başında tartışa tartışa, ter içinde çay içtiler.
– Dedim ben sana, hokey sopasını kesmek lazım diye. Ama sen yine bildiğini okuyorsun. Bak gördün mü sonucu? Hiç de bizim lehimize bitmedi, dedi dedesi.
İlnur, mağlubiyet acısını yaşadığı o anı tekrar hatırlayarak, burnunu çekti.
– Sen nereden biliyorsun ki bu işi? Hokey sopası filan görmedik biz diyen sen değil miydin?
– Bilmez mişim? Ben Sabantoy güreşlerinde baş pehlivan olmuş bir adamım. Ödül olan boynuzlu koçu omuzlarımda güle oynaya eve getirirdim ben. Hey gidi günler hey!…
– Baş pehlivan olmak için ne yapmak gerek dede?
– Gayret, çalışmak gerek. Ama en önemlisi istek. O olmadan hiç bir şey olmaz, dedi ihtiyar torunun gözlerine bakıp manalı manalı gülerek. Bir süre öylece kaldıktan sonra sözüne devam etti:
– İstekle, gayret ikisi birlikte el ele yürümeli. Senle ben gibi, birbirine yardım ederek.”
Torunu matematik dersini hatırladı ve birden:
– Senin yardım etmen, öğretmenin hoşuna gitmiyor, dedi.
İhtiyar sakalını sıvazladı ve;
– Bundan böyle yardım etmem.
– Sonra da iki alırım…
Torunu matematik dersinden söz açmak bile istemiyordu. Kapıya koşup hokey sopasını kaptığı gibi geldi.
– Hadi, neresinden kesiyoruz?
Dedesi testereyi almak için balkona gitti.
Ertesi gün torunu okuldan gelir gelmez, daha yemek bile yemeden hokey sahasına koştu. Nasılsa hoşuna gitmişti kesilen sopa.
Dedesinin boş konuşmadığını ta baştan beri biliyor bilmesine de, şu inadını kıramıyordu bir türlü.
Dedesi de torununun hayatını hep kolaylaştırmak istiyor, onun okuldan gelir gelmez sakalına yapışmasını dört gözle bekliyordu. Eskiden, sadece Sabantoy Bayramı’nı beklerdi bu şekilde. Öyle arası uzun teneffüste torunu da cep telefonunuyla dedesinin halini hatırını soruyordu. Bu yetiyordu ona. Yalnızlık azabından kurtarıyordu çünkü.
– Matematik dersi oldu mu? diye soruyordu kimi zaman dedesi.
– Oldu.
– Defterde hatalar çok mu?
– Hata yok ama iki var, dedi torun СКАЧАТЬ
3
Pak: Hokey topunun adı.