Название: Harezm Güneşi - Ebu Reyhan-ı Birunî’nin Hayatı
Автор: Mojgan Sheikhi
Издательство: Elips Kitap
isbn: 978-625-6862-46-3
isbn:
Taşlık yolun her iki tarafında kocaman ağaçlar, onların altında da rengârenk güller, çiçekler yer alıyordu. Kaldırım taşlarıyla döşenmiş yol saraya doğru gidiyordu. Saray büyük bir binaydı ve yedi kümbeti vardı. Onu feleğin yedi kümbeti olarak adlandırıyorlardı. Sarayın tam ortasında duran, üstü ve etrafı revaklı eyvanın dört bir yanında dört büyük kapı göze çarpıyordu. Bu dört büyük kapıdan içeriye rüzgâr giriyordu. Sürekli içeri vuran rüzgâr sayesinde de saraydaki hava akımı sağlanmış oluyordu. Bu hava akımı da sarayın havasını oldukça serin tutuyordu. Salonun tavanına ise altı köşeli grafik süslemeleriyle şekiller verilmişti. Bahçede öten kanarya ve bülbüllerin sesi kulağa oldukça hoş geliyordu.
Sarayın bu güzel bahçesini mutluluk bahçesi olarak adlandırıyorlardı. Orası için: “Bu güzelim bahçeye adım atan her yeni öğrencinin gönlü Yaradan’ın sevgisiyle dolar, ruhu tazelenir.” diyorlardı. Bahçenin ağaçları yılın ilk altı ayında yemyeşil oluyor dalları yeşil yapraklarla bezeniyordu. Ama yılın ikinci altı ayında ise kor rengine bürünüyor, sonra da sararıp soluyorlardı. Sonbaharla birlikte de dökülüyorlardı tabii. Pencerelerde altın renkli ipliklerle ince ince dokunmuş beyaz perdeler asılıydı. Muhammed salonun mimari yapısına hayran kalmıştı. Tavana duvarlara hayretle bakarken birden karşısında Ebu Nasır’ı gördü. Tebessümle medreseye yeni gelen Muhammed’e bakıyordu: “Hoş geldin zeki çocuk seni gördüğüme sevindim.” dedi. Muhammed selamına karşılık verdi ve onu tekrar görmekten mutlu olduğunu dillendirdi.
Ardından Ebu Nasır girdi söze: “Ne zaman yorgunluğunu üzerinden atar ve kendini derslere girmeye hazır hissedersen o zaman gelir derslere başlayabilirsin.” dedi. Muhammed cevap verdi: “Bana olan ilginizden dolayı size minnettarım efendim. Eğer izin verirseniz hemen şimdi derslere başlamak istiyorum!” dedi.
Ebu Nasır gülümseyerek cevap verdi: “Belli ki ilim öğrenmek için oldukça acelecisin. Madem öyle dediğin gibi olsun. Bu isteğine hayır diyemem. Hemen seni alıp sınıfına götürsünler. Sınıfını gör. Arkadaşların ve hocalarınla tanış.”
Ebu Nasır’ın emriyle hizmetçilerden biri geldi. Onu sınıfa götürüp hocalarla tanıştıracaktı. Bahçenin doğu kısmından Sultaniye Medresesine dar ve ince bir yol uzanıyordu. Hizmetçiyle Muhammed birlikte bu yoldan medreseye doğru yürümeye başladılar. Medresenin kapısı, çift kanatlı tahta bir kapıydı. Kapının üst kısmında ince çubuklarla süslenmiş yarım daireler bulunuyordu. Medresenin hemen karşısında ise şırıl şırıl akan bir su kanalı vardı. Medrese, dört tarafında küçük odacıkların olduğu, dikdörtgen bir yapıydı. Bu odalarda hat dersleri veriliyordu. İçeride yaşlı bir adam oturuyordu. Yönetici gibi birine benziyordu. Oturmuş elinde tuttuğu ince kamış kalemiyle Farsça ve Arapça hat yazıyordu. Görenleri hayrete düşürecek kadar güzel bir hattı vardı. Medresenin ortasında büyük bir havuz, onun yanında da görkemli bir şadırvan bulunuyordu. Şadırvan sadece abdest almak için kullanılıyordu. Muhammed medreseye adımını atar atmaz talebeler beşer altışar kişilik gruplar hâlinde sınıflardan çıkıyorlardı. Birçoğu hocalarıyla beraber yürüyordu. Hocalarına aldıkları derslerle ilgili sorular soruyor, hocalarından aldıkları cevapları ise can kulağıyla dinliyorlardı. Ezan sesinin duyulmasıyla herkes camiye doğru koşuşturmaya başladı. Muhammed ve beraberinde kendisine yol gösteren hizmetçi de caminin kapısına doğru yöneldiler. Namazın kılınmasından sonra medresenin müdür odasına yürüdüler. Sultaniye Medresesi oldukça büyük bir medreseydi. Birçok sınıfları vardı. Din bilgisi, matematik, astroloji, coğrafya, agrostoloji3 ve daha birçok alanda dersler veriliyordu. Sultaniye Medresesi, Harezm’in en büyük ve en ünlü medreselerinden biriydi. Ebu Nasır’ın hizmetçisi, Muhammed’i medresenin müdürü Şeyh Ebulfazl Harezmî’nin yanına götürdü. Şeyh Ebulfazl’ın odasına girdiklerinde Muhammed, Ebu Nasır’ı müdürün yanında oturuyor gördü. Heyecanlanmıştı tekrar. Ebu Nasır, Muhammed’i büyük bir zevkle Harezmî’yle tanıştırdı. Tanıştırırken de onunla sohbet ediyordu. Onun ne kadar zeki ve akıllı bir çocuk olduğunu anlattı Harezmî’ye.
Hoca Harezmî onu ders için sınıfa götürdü. Muhammed sınıfa girdi. Hoca derse başladı. Muhammed sınıfın bir köşesinde oturdu. Sınıf arkadaşları Muhammed’in yaşının küçük olduğunu, dış görünüşüne bakarak da onun köyden geldiğini tahmin etmişlerdi. Bu onların tuhafına gitmişti. Hoca sınıftayken hiç kimse ağzını açıp ona bir şey sormadı. Hocanın bir anlık sınıftan çıkmasıyla herkes birbirine Muhammed’i gösterdi. Çocuklar kendi aralarında konuşuyor, “Bakın sınıfımıza yeni bir öğrenci gelmiş.” diyerek gülümsüyorlardı.
“Herhâlde burayı mektep ile karıştırmış olmalı…”
Öğrencilerden biri gülerek ve yüksek sesle, “Anladım… Galiba onu bize ders vermesi için getirmişler!” dedi.
Hoca tekrar sınıfa döndü. Gürültüyü kesmeleri için herkesten sessiz olmalarını istedi. Sonra Muhammed’e ismini, yaşını ve nereden geldiğini sordu. Daha önce hangi alanda ilim öğrendiğini sordu. Muhammed’in bitki alanıyla ilgili bilgilerini anlamaya çalıştı. İlk derste Muhammed, otlar ve bitkilerle ilgili bildiği şeyleri, onların ilmi ve Yunanca isimlerini, nasıl bölümlere ayrıldıklarını söyleyince herkes hayret etti. Sınıf sessizliğe boğulmuştu. Herkes henüz on dört yaşında olan bu çocuğun bilgi birikimine şaşırmıştı.
Öğrenciler, medresenin dört tarafında sıralı duran küçük odalarda birer veya ikişer kalıyorlardı. Orada yatıp kalkıyorlardı. Bir tür yatılı okul gibiydi burası. Nedeni ise hemen hemen birçoğunun uzak yerlerden gelmiş olmasıydı. Muhammed de Rahman adında, Taberistanlı bir çocukla aynı odada kalacaktı. Birbirlerine çok kısa bir zamanda alıştılar Rahman’la, hemen arkadaş oldular. Rahman Gürgan’dan gelmişti, sohbeti hoş biriydi ve oldukça da merhametliydi. Güçlü, kuvvetli, uzun boylu, geniş omuzluydu. İri gözleri, uzun ve sık siyah kaş ve kirpikleri olan bir gençti. Onların bitişiğinde ise Abdülmelik Kazvinî adında bir genç kalıyordu. Abdülmelik, pek fazla kimseyle kaynaşmaz, sessiz, sakin kendi hâlinde bir çocuktu. Yüzü sarıcaydı, cılız ve zayıf birisiydi.
Sultaniye Medresesindeki öğrencilerin yiyecek ve giyecek yönünden hiçbir sıkıntısı yoktu. Muhammed her konuda çok uyumlu bir çocuktu. Az yemek yerdi ve sade bir giyim tarzı vardı. Rahman günün birinde yemek saatinde, Muhammed’in az yemek yediğini görünce ona sordu: “Muhammed burası Ebu Nasır ibn-i Mensur’un evi sayılır, o da Harezmşahlı Ebu Abdullah’ın yeğenidir. Neden böyle kıt kanaat yemek yiyorsun?”
Muhammed cevap olarak Rahman’a şöyle dedi: “Bana göre, karnı tok olan, yatağı rahat olan ilim öğrenemez. İlimle özdeş olamaz, onu kanıksayamaz. Rahatına çok düşkün olanlar kuş tüyü yataklarda yatıp ipek yorganları da üzerlerine örterler, karınlarını da tıka basa doldurduklarından Allah’ı hatırlamazlar bile, unuturlar. Böyle insanlar hiçbir zaman bilgide ve ilimde bir yere ulaşamazlar!”
Muhammed diğer öğrencilere nispeten ders okumada ve öğrenmede daha iyiydi. Medreseye geleli pek uzun bir zaman olmamıştı fakat herkes onun zekiliğine hayran kalmıştı. Özellikle matematik dersinde çok zekiydi, bütün arkadaşları ve dostları, onu tanıyan tanımayan herkes adını duymuştu. Herkes ona ve ilmine imreniyordu. Diğer derslerde açıklanması zor, karmaşık konulardan bahsettiği zaman bazen hocası bile ona cevap veremiyordu.
Bir СКАЧАТЬ
3
Otsu bitkileri inceleyen bilim dalı.