Harezm Güneşi - Ebu Reyhan-ı Birunî’nin Hayatı. Mojgan Sheikhi
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Harezm Güneşi - Ebu Reyhan-ı Birunî’nin Hayatı - Mojgan Sheikhi страница 1

Название: Harezm Güneşi - Ebu Reyhan-ı Birunî’nin Hayatı

Автор: Mojgan Sheikhi

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-6862-46-3

isbn:

СКАЧАТЬ >Mojgan Sheikhi, 1941 yılında İran’da doğdu. Gazeteci ve mütercim Sheikhi, ülkesinde İngiliz Dili ve Mütercimliği, Hollanda’da ise Hollanda Dili ve Edebiyatı alanında lisans eğitimi aldı. 1984 yılında ülkesinde yayınlanan Keyhan Çocuk Dergisi’nde çalışmalarına başlayan Sheikhi bugüne kadar çocuk, gençlik ve yetişkinlere yönelik iki yüz elliden fazla eser verdi. Bazı eserleri, televizyon programlarına uyarlandı, bazıları da film ve animasyon senaryolarında kullanıldı. Örneğin 2010 İran yapımı Rüzgar ve Sis adlı filmde kullanılan hikâyesi, 61. Berlin Film Festivali’nde Adalet ve Birlik ödülüne, ayrıca ülkesinde ilkokul ders kitaplarında okutulan bazı çalışmaları da Yılın Kitabı ve Pervin İtisami gibi prestijli ödüllere layık görüldü. Ulusal ve uluslararası pek çok ödüle sahip Sheikhi’nin, gerek ülkesindeki gerekse farklı ülkelerdeki çocuk ve gençlik edebiyatı festivallerinde jüri üyelikleri de bulunmaktadır. Hâlen ülkesinde çocuklara ve gençlere yönelik radyo ve televizyon programları icra eden ve aynı alandaki dergi ve vakıf bünyelerinde çalışmalarını sürdüren Sheikhi’nin eserleri bugüne kadar başta Türkçe, İspanyolca ve İngilizce olmak üzere pek çok dünya diline çevrilmiştir.

      Nezahat Başçı, 1977 doğumludur. İlk, orta ve lise öğrenimini Türkiye’de tamamladıktan sonra eğitimine İran’da devam etti. Kazvin Uluslararası İ. H. Üniversitesinde Fars Dili ve Edebiyatı alanında lisans yaptı. Aynı alanda Tahran Üniversitesinde yüksek lisans eğitimi aldı. Tahran Üniversitesi Fars Dili ve Edebiyatı Bölümünden Farsça Selim-name Metin-İnceleme teziyle doktorasını bitirdi. Türkiye’deki çeşitli yayınevlerince yayınlanmış çeviri ve derleme çalışmalarının yanı sıra İran ve Türkiye’de yayınlanmış bilimsel çalışmaları mevcuttur. Özellikle çocuk edebiyatı alanında eserler vermektedir. Hâlen Mardin Artuklu Üniversitesi Fars Dili ve Edebiyatı Bölümünde Dr. Öğretim Üyesi’dir.

      Güneş henüz doğmamıştı ve köy derin bir uykudaydı. Horozlar ötmeye başlarken Muhammed kapının gıcırtısına uyandı. Gözlerini açtığında annesini odadan dışarı çıkarken gördü. Anne, her sabah erkenden kalkıp sabah namazını kıldıktan sonra dağa çalı çırpı toplamaya gidiyordu. Muhammed annesinin hasta olduğunu ve uzun süredir ayak ağrıları çektiğini biliyordu. Büyük bir hızla yataktan fırlayıp annesinin arkasından gitti.

      “Anne bekle. Bekle lütfen, ben de gelip sana yardım etmek istiyorum.”

      Annesi şefkatli gözlerle oğluna bakarak:

      “Hayır, oğlum bugün olmaz. Zaten fazla uzak bir yere de gitmeyeceğim sen önce namazını kıl, daha sonra tavuk ve horozlara yemlerini verirsin. Ben de gecikmem zaten. Eve ve çocuklara göz kulak ol, tamam mı oğlum?”

      Muhammed evin büyük oğluydu. On iki yaşlarındaydı. İki kız bir de erkek kardeşi vardı. Annesinin sözünü dinlemişti, geri dönüp yatağına uzandı. Köyleri, Restak adında Harezm şehrine yakın bir köydü. Oldukça sert bir iklimi vardı köylerinin. İlkbaharın ortaları olmasına rağmen hava epey soğuktu, yatağın sıcaklığı çok tatlı gelmişti Muhammed’e. Kardeşi ile birlikte keçi yününden yapılma kalın nevresimlerle dikilmiş büyük yün yorganın altında uyuyorlardı.

      Dışarıda hafiften yağmur çiseliyordu. Muhammed ise sıcak yorganın rahatlığına bırakmıştı kendini bir kere. Evin içindeki ocağa yakın duran yorganın altından çıkmak istemiyordu. Odada dün geceden kalma türlü kokusu vardı. Uykusu kaçmıştı. Geçmişe daldı bir an: Çok küçükken babasını kaybetmişti. Babasını hayal meyal hatırlıyordu. Büyüdükçe yüreğinde babasının boşluğunu daha fazla hissediyordu.

      Muhammed abdest alıp namazını kıldıktan sonra sıcak yatağına geri döndü. Yorgan sıcacıktı. Yorgana sarıldı ve yüzüne kadar çekti uyumak için. Ancak bahçedeki horozlar izin verir mi? Her saniye daha fazla ötüyorlardı. Karınları açtı belli ki. Muhammed yerinden kalktı hemen: “Uyutmayacak bu hayvanlar beni. Kümesi birbirine katmışlardır şimdi. İyisi mi yemlerini verip geleyim.” dedi.

      Yün abasını üzerine atarak kümese gitmek için dışarı çıktı. Evin üst balkonundan köye şöyle bir baktı. Yaşadıkları yer, sınırsız bir çölün ortasında cansız duruyordu. Köy, Harezm yakınlarındaki geniş Gaz(ne) çölünün kuzeyindeydi.

      Evlerinin yakınlarında bir su değirmeni vardı. Köy, etrafı toprak duvarlarla çevrili kare şeklinde bir yerleşimdi. Köyün etrafını talancı kabilelerden korunmak için yüksek duvarlarla örmüşlerdi. Talancılar, köyün güney tarafından saldıracak olursa köy halkından bazıları saldırıyı haber vermek için davul vuruyor, bağırarak diğerlerini haberdar ediyorlardı. Köy ahalisi ise ellerinde tırmık, orak ve kürekler, yanlarına kızgın yağ ve su kazanlarını da alarak köyün yüksek duvarları üzerine çıkıyor ve köylerini talancıların saldırılarından korumaya çalışıyorlardı. Birbirlerine elden ele uzattıkları kızgın su ve yağ kazanlarını köylerine saldırmakta olan yağmacıların üzerine döküyorlardı.

      Köyün dört köşesinde yüksek burçlar inşa etmişlerdi. Duvarlarda küçük pencerelere benzer gözetleme yerleri vardı. Saldırı esnasında köyün erkekleri gözetleme yerlerine çıkıp oradan haramilere ok yağdırıyordu.

      Köy evleri genelde bir veya iki odalıydı. Evlerin balkonu odalara bitişikti ve bahçeden yaklaşık bir metre daha yüksekti. Muhammedlerin evi de aşağı yukarı böyle bir evdi. Bahçesi büyüktü. Evlerinin bahçesinde bir havuz vardı. Bahçenin bir köşesinde ambar, diğer köşesinde de ahır ile kümes vardı.

      Muhammed annesinin sürekli ekmek pişirdiği tandırın yanından geçerek kümese doğru yürüdü. Tavuk ve horozlara yem verirken gözü çamurdan bir yumurtaya ilişti. Eğilip aldı. “Kesinlikle rüzgâr getirmiş olmalı. Bugüne kadar çamurdan bir yumurta görmedim.” dedi kendi kendine ve yumurtayı cebine koydu. Çamurdan yumurtanın ne olduğunu öğrenmek için Rumî1 hocasına soracaktı. Muhammed, tohum, meyve ve ne kadar bitki varsa bunların Rumca adlarını Rumî hocasına sorar, isimlerini ve özelliklerini yazardı. Mektepte okuma yazma öğrenmişti. Şimdilerde ise hocasından meyve ve sebzeler üzerine dersler alıyordu.

      Tavuk ve horozlara yemlerini bir güzel verdikten sonra ahıra yöneldi. Koyun ve keçiler dışarı çıkmak için sabırsızlanıyorlardı. Ahırın kapısını açarak; “Gelin dışarı bakalım… Şimdi sıra sizde, beraber kırlara gidelim.” dedi.

      Ardından kavalını cebine koydu ve koyunların peşinden yola koyuldu. Çok gitmemişti ki uzaktan annesinin geldiğini gördü. Anne sırtında çalı çırpı ve odunlarla eve doğru geliyordu. Muhammed annesine yardım etmek için ona doğru koştu. Annesinin sırtındakileri almak istedi fakat annesi izin vermedi buna. Sırtındakilere daha bir asıldı. Ardından oğlunun başını okşayarak, “Sen koyunları otlatmaya götür oğlum. Hem eve de vardım sayılır. Bunları kendim götürürüm. Tavuk ve horozların yemlerini verdin mi?” dedi.

      “Evet.”

      “Kahvaltını yaptın mı peki? Yedin mi bir şeyler?”

      Muhammed içine ekmek sardığı bezi çıkarıp annesine gösterdi: “Yanımda götürüyorum anneciğim, yolda bir yerlerde yerim.”

      “Peki öyleyse, dikkatli ol… Bitki, ot toplama bahanesiyle uzaklara gitme sakın.”

      “Gitmem anne merak etme sen. Hadi hoşça kal.”

      Muhammed koyunların ardı sıra gitti. Annesi Muhammed’in ilim aşkını ve ilmî konulara ne kadar meraklı olduğunu biliyordu. Hocasına olan düşkünlüğünden de haberi vardı. Ona karşı saygıda asla kusur etmezdi. Hocasına her gün türlü türlü bitkiler, az bulunur otlar götürürdü. Bitki ilmine merak sarmıştı.

      Annesi bir an durdu ve koyunları otlatmaya götüren oğluna baktı. En büyük oğluydu. Zayıf, ince bir yapısı vardı. Kendisi gibi o da esmerdi. Boyu posu yaşından küçük gösteriyordu. Kartal burunluydu. Zeytin siyahı gözleri, etkileyici bakışları vardı. Alnı genişti. Zeki mi zekiydi. Hafif kıvırcık, gür siyah saçları СКАЧАТЬ



<p>1</p>

El-sidne, El-Mısriye Darul Kutub el yazması. 3014 L. 17. Ebu Reyhan bu kitapta şöyle der: “Ben genç bir delikanlı iken şehrimizde bir Rumî yaşardı. Tohum, meyve, yeşillik ve bu tür şeyler getirir kendisine gösterirdim. Rumca adlarının ne olduğunu sorardım kendisine ve bana söylediklerini aynen yazardım.”