Название: Melek Sanmıştım Şeytanı
Автор: Hüseyin Rahmi Gürpınar
Издательство: Elips Kitap
isbn: 978-625-6486-14-0
isbn:
Bedriye, Servinaz’ın solgunluğunda alabildiğine abartmaya kaçıyor sanırım. Kendileri evde yokken kızın Beykoz’dan tesadüfi dönüşünde geceyi bir dam altında yalnız geçirmiş olduğumuzdan kuşkulanıyor, bu noktadan konuyu parmağına doluyor. Artık bu böyle sürüp gidecek.
Servinaz’ın döşeğinde yattığım gecenin üzerinden üç ay kadar geçti. Karım sırası düştükçe acı, anlamlı sözleriyle beni iğnelemekte fırsat kaçırmıyor. Ben en hayırlı yolu susmak ve dayanmakta buluyorum. İnsafla düşünülürse ben suçluyum, o haklı. Kabahatimin ağırlığı altında vicdanca ezilirken onun haklı sitemlerine karşı şiddetle karşılık vermek şirretliğinde bulunmakta pek ileri varamıyorum. Ancak ara sıra sabrım taşıyor. Bu dayanmam Bedriye’nin üzerinde ters bir etki yapıyor. Artık azıttıkça azıtıyor. Kıskançlık damarları şaha kalkmış bir kadının densizliği önünde susarsanız artık o size azap vermekte sınır ve insaf tanımıyor. Bu dayanıklılığım içimde sinsi sinsi tüten bir volkan hazırlıyor. Tahammül kararım olduğu hâlde bu yanardağ iradem dışında alev saçacağa benziyor. Karıma karşı duyduğum insafın o bana bir zerresini göstermiyor. Gitgide kendime acımak gerektiğini de duymaya başladım. Nedir bu iğneli fıçıda geçirdiğim hayat? Başka erkeklerin el ve yüz yıkayarak cezasız seviştikleri bu adi iş neden böyle benim ensemde boza pişirecek bir tehlikeli durum hâlini alıyor?
Bedriye hâlâ meseleye doğrudan doğruya girişmiyor. Başka şeyler tutturarak, dolayısıyla beni zehirlemeye uğraşıyor. Kaynanam biraz rahatsız. Çağırdıkları doktorun reçetesini Divanyolu’nda bir eczaneye bırakmıştım Akşamüzeri eve dönerken ilacı almayı unutmuşum. Karım her gün dırıltı çıkarmak için konu hazırlar. O gece de bunu tutturdu. Yüzünde sinirli çizgiler beliren bir sertlikle:
“Hani ya annemin ilacı? Çabuk ver, kadın rahatsız…”
Ben biraz süklüm püklüm, özür dilemeye çalışarak:
“Karıcığım affedersin, nasılsa aklımdan çıkmış, dönerken ilacı almayı unutmuşum.”
Bu cevabım karşısında birden parladı:
“Ne demek unutmuşum? Annemin hayatıyla ilgili böyle tehlikeli bir anda ilaç unutulur mu?”
“Hanım, bir daha affedersin, elimde olmayan bir suç, dalgınlık hâli bu…”
“Dalgınlık hâli! Güzel özür. Söyle, aklın nerede? Önceleri bu kadar dalgın değildin. Senin kafanda bir bora esiyor. Gönlünü, zihnini dolduran zararlı şeyler arasından ailen için küçük bir yer ayırmayacak bir hâle geldin. Âdeta aptallaştın Hüsnü…”
“Ben yeni aptallaşmadım. Anadan doğma aptalım zaten! Her hâlde zekâsıyla övünülecek bir koca olmadığımı biliyorum.”
“Ya anneme bu gece bir hâl olursa? Senin aptallık özrün bu felaketi örtebilir mi?”
Elimde olmayarak ağzımdan bir kahkaha fırladı. Öfkeden karımın benzi atarak:
“Ne gülüyorsun Hüsnü? Annemin ölümünün seni bu kadar neşelendireceğini tahmin etmezdim doğrusu…”
“Annenin ölümüne değil senin işi bu kadar büyütmene gülüyorum. Korkma ölmez, ne bu gece ne yarın gece. Ne bu sene ne de öbür sene…”
“İşte hayırlı damat bu kadar olur. Bu sözleri beyninde esen sam rüzgârının bilinç bozukluğu söyletiyor. Artık senin kalbinde suyu çekilmiş kuyular gibi aile muhabbeti kupkuru kurumuş.”
“Her şeyde olduğu gibi annen, sağlığı için de işi büyütür. Pire ısırsa akrep sokmuş gibi yaygara koparır. Sen de işi büyütmede anana taş çıkartırsın. Kalçasına sızı girmekle insan bir gecede ölmez. Koca saygısında senin gönlün benimkinden daha çok kuru. Ağzına geleni hemen savurmakta hiçbir zarar görmüyorsun. Benim tahammülüme de o kadar güvenmemelidir. Her şeyin bir sınırı var.”
“Hah hah hah, gevelediğin baklayı ağzından çıkar, içindeki dert meydan görsün.”
“Benim ağzımda bakla, fasulye yok.”
“Bir gün patlayıverecek bir sır var. Bu ifşa gününe kadar sen de benim dayanacağıma inanma.”
“İnanmıyorum hanım, ne yapacaksan yap bakalım.”
“Yapacağım, hem de senin istediğinden âlâsını.”
“Peki, dört gözle bekliyorum.”
Karılık kocalık bağımız hemen kopuverecek kerteye gelir. Bedriye’nin sinirleri boşanır… Bir ağlama tutturur. Ben de bir köşede somurturum. İkimiz de tehlike önünde ileri vardığımızı anlayarak pişmanlıkla susarız. İşte artsız arasız böyle sağanaklar geçirerek yaşıyorduk.
Karımın evde bulunmadığı bir gündü. Ayşe Kadın göğsünden bağlanmış şalvarı, renk renk yemenilerin tandıra çevirdiği koca kafasıyla karşıma dikildi. Duruşunda bir başkalık anlatır gariplik vardı. Bir süre beni süze süze düşündü. Önemli olduğu kadar ağır bir şey söylemek için cesaret toplamaya çalışır şaşkın bir ses ve kaba söylenişiyle “Beyefendi!” dedi. “Bana destur verirseniz size bir şey diyeceğim.”
Hiç hayra yormadığım bu başlangıç üzerine “Peki!” dedim. “Destur veriyorum, ne diyeceksen de bakalım.”
Söyleyeceği sırrı bir işiten olup olmadığını anlamak ister bir hâlle etrafa göz gezdirdikten sonra bir kulağıma doğru eğilerek “Servinaz karnını doldurmuş, doldurmuş!” dedi.
Yanı başımda bir bomba patlamış olaydı beynimi bu kadar altüst edemezdi. Gırtlağımda bir gıcık düğümlendi, bir dakika kadar ağız açamadım. Karı ne diyeceğimi bekliyordu. Susmak tehlikeliydi. En sonunda “Yanlış bir şey olmasın, bu işin doğruluğundan emin misin?” diyebildim.
Ayşe Kadın geniş geniş “evet” işaretiyle baş sallayarak:
“Bu işin eğrisi büğrüsü yoh… Olan olmuş gayrık.”
Bu ağır sözün en önce beynimi tırmalayan önemli noktası şuydu: Felaket anlaşılmış, fakat Servinaz beni ele vermemişti. Çarpıntımı yenmeye uğraşarak sordum:
“Kimden olduğunu söylüyor mu?”
Ayşe Kadın derin anlamlı bir anlatışla bakışını değiştirerek:
“Hayır, söylemiyor. Ona kalsa gebeliğini bile yok diyecek.”
Geniş bir soluk aldım, cesaretlenerek sordum:
“Onun yok dediği şeyi sen nasıl ispat edebiliyorsun?”
“Üç evlat doğurmuş bir karıyım, bilmem mi hiç?”
“Bu veballi bir iştir. Öyle üstünkörü benzetişlerle hüküm verilemez.”
“Veballi СКАЧАТЬ