Название: Melek Sanmıştım Şeytanı
Автор: Hüseyin Rahmi Gürpınar
Издательство: Elips Kitap
isbn: 978-625-6486-14-0
isbn:
Mademki kapı açıldı, şu anda yüz yüzeyiz. Emelime temel olacak sevdamı bozmamak için muhtemel uzun başlangıçlara girişmedense demiri tavında dövmeli diyerek hemen maksada atılmayı muvafık buldum. Bu acele hareketimle verdiğim terbiye sözünü çiğnemiş oluyordum. Zaten tutmamak niyetiyle vermiş olduğum vaadi bu heyecan anında yerine getirmeye imkân mı vardı? Her iki tarafın arzu şiddeti seslerimizde titrerken erkeğin verdiği dayanma sözüne güvenilir mi? Göz açtırmadan ellerini hemencecik kaptım, bu aceleden şaşıran Servinaz irkildi. Geçirdiğimiz olumlu olumsuz dalgalanma sırasında nefes nefese geldik, cinsel mıknatıs dayanmaya güç bırakmadı. Servinaz biraz garibime giden bir yadırgamamazlıkla, kendini teslim etti.
Geceyi Servinaz’ın döşeğinde geçirdim. Ortalık ağarırken gözlerimi açtım. İkimiz de bitkindik. O, uyuyor görünüyordu. Altında kalmış olan kolumu usulcacık çektim. Şöylece bir yüzüne baktım, bütün arzularım sönmüştü. Hayalden hakikate dönen kadın eti etime değerek yanımda yatıyordu. Madde olan hayalden hiç tat kalmamıştı. Kaç zamandır beni büyüleyen gök meleği gönlümden uçmuş, yerine etten kemikten ibaret bir yer dişisi bırakmıştı. Hayalin pembe bulutları arasından madde âleminin kara topraklarına yuvarlanmıştım. Erkeğin zaferinden sonra değersizleşen bu et yığınını artık görmek istemiyor, ruhumu göklere çekerek bana cennet gezintileri yaptıran hayali arıyor, ilk dokunuşta beni doyuran bu maddi kadınla o hayali değişmiş olduğuma çok tasalanıyordum. Bu gayrimeşru döşekte uykudan uyandım, acı pişmanlıklara daldım. Ben ne yaptım? Bir kızın kanına girdim. İkimiz de bir evde yaşadıkça karşı karşıya durumumuz ne olacak? Bu, sonuna kadar saklanamayan aile sırlarından biriydi. İlk hamlede püf diye sönen bir kör hevesin itişiyle bu büyük suçu niçin işlemiştim? Karımı aldatayım derken kendim çok aldanmışım. Suçum duyulunca rezaletle damatlıktan kovulacağıma hiç kuşku yoktu. Zavallı Servinaz da bu hainliği yüzünden kapı dışarı edilecekti. Adı namussuzluğa çıkacaktı. Bu kimsesizin bütün ömrünce hâli ne olacaktı? İlerisini düşünmeden bir göz kızgınlığıyla bir hayata kıymış, kendimi de fena duruma düşürmüştüm.
Gönlünü hoş etmek için Servinaz’ı ateşsiz dudaklarımla birkaç kere öptüm. Belki bu sonsuz bir ayrılıştı. Hemen bu suçlu zifaf odasından kaçtım.
Ayrılırken bu kızda gördüğüm hâl dikkatimi çekti. Onda benimkini andırır pişmanlık yoktu. Tersine, neşeli görünüyor, gülüyor, bırakmamak ister gibi bana sarılıyordu. Tuhaf bir merakla zihnim gıcıklandı. Onun böyle sevince benzer ilgisizliğinden akla iki ihtimal gelebilirdi. Ya bu kızda düştüğü hâlin acıklılığını anlayacak kafa yoktu yahut ki bana karşı oynayacağı bir oyun vardı. Belki de benim sandığım kadar masumcuk değildi. Onun bu sevincine bir de şu anlamı veriyordum: İkimiz birden evden kovulursak, birbirimizle evleneceğimizi sanarak üzüntü yerine sevinç duymak… Her hâlde bu acı durumda ondaki bu sevincin hayra yorulacak bir yanını bulamıyordum.
Odama döndüm. Düşünüyordum. Bu cinsel başarıdan sonra beynimde bir ruh lezzeti yerine derin bir düşünce azabı kalmıştı. Önce benliğimi şiddetle sarmış olan bu ruh hâlinden onun tamamıyla tersi bir duruma düşmüştüm. İlk zamanda çekiciliğine atıldığım bir tanrıçadan şimdi kaçmak istiyordum. Onunla ilk ve son temasımı meydana çıkaracak olumlu her izi yok etmek çarelerini arıyordum. Kızın odasında mendil, çorap vesaire benim olduğu inkâr olunamayacak bir şey bırakmış olmayayım. Kendimi yokladım, nem varsa yine üstümdeydi.
Rahmetli babam, kadın düşkünü bir adamdı. Bana servet yerine birkaç öğüt bırakmıştır. Öğütlerinden biri şuydu: “Oğlum!” derdi. “Şayet evlenip de karının üzerine çapkınlıkta bulunursan, anlaşılınca suçunu kesinlikle inkâr et. En açık kanıtlar karşısında bile yılma, inkârından ayrılma. Bu aldatılmayla yaralanan kadın tutkulu bir dişi kaplana döner, artık onunla ebediyen geçim ahengi bozulur.”
Bu baba öğüdü belki beni korktuğum sonuçtan kurtarır; gerektiğinde suçumu kesinkes inkâra karar verdim. Karım iki gün sonra eve döndü. Nebile bir kız doğurmuş, Bedriye’nin yüzünde bu kurtuluşun sevinci okunurken birdenbire rengi değişti, sinirleri gerildi, kaşları çatıldı, hemen soruya girişti:
“Servinaz biz gittikten ne kadar zaman sonra eve döndü?”
Yutkunmadan hemen doğru cevap vermek gerekti:
“Siz gittikten iki üç saat sonra.” dedim.
Karı koca biraz dikçe yüz yüze bakıştık. Suçumun izlerini hemen gözlerimden okumasından çekinerek başımı öne eğdim. Bedriye’nin suratı daha fazla ekşidi. Kafasında daha çok ince bir hesap yapar gibi biraz durakladıktan sonra:
“Teyzesinin evinde hastalanmış mı, ne olmuş bu kıza? Beti benzi kireç kesilmiş.”
İlk sorgularda aptalca tutulmamak için cesur bir sesle cevap verdim:
“Ne bileyim karıcığım, ne yüzünü gördüm ne de konuştum.” dedim.
Gözlerime bakarak:
“Onu bıraktığım gibi bulamadım.”
“Onun ne bıraktığın zamanki hâlini bilirim ne de hastalık durumunu… Efendibabanın işlerine iki gece ben baktım. Servinaz odasına kapandı, hiç gözükmedi.”
“Zaten sarartma bir kızdı, şimdi mumyaya dönmüş. Her hâlde bir değişiklik geçirmişe benziyor. Merak ediyorum.”
“Merak ediyorsan kendinden anla, bana ne?”
“Sordum, bir şeyim yok diyor. Fakat verdiği cevapta öyle bir dalgınlık hâli var ki bu inkârın arkasında bir sır gizlediğini insan sezer gibi oluyor.”
“Öyleyse sor, sıkıştır. Merakını halledinceye kadar uğraş. Bu benim uğraşacağım bir iş değil.”
Karım kinayeli bir sesle:
“Gün doğmadan neler doğar!”
Bedriye’nin bu son dokunaklı sözünü anlamazlıktan gelerek sesimi kestim. Çünkü bu konu üzerinde uzun СКАЧАТЬ