Hasan Mellah yahut Sır İçinde Esrar. Ахмет Мидхат
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Hasan Mellah yahut Sır İçinde Esrar - Ахмет Мидхат страница 45

Название: Hasan Mellah yahut Sır İçinde Esrar

Автор: Ахмет Мидхат

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-6485-75-4

isbn:

СКАЧАТЬ kavuşturacak mı?”

      Kadıncağızın şu suretle konuşması üzerine Hasan, onun vali konağında âdeta yanaşma gibi bir hâlde bulunduğunu, şayet kocasını bulacak olsa bile ellerinde, avuçlarında bir şey bulunmayacağını ve dolayısıyla kocası taş taşımak ve kendisi el işi görmek suretiyle yaşamayı göze aldırmakta bulunduğunu anlayabildiği gibi, bu lakırtıyı söylerken kadıncağızın ölü benzi gibi sarı bulunan çehresinin utancından kıpkırmızı olması dahi durumu ispat ve tasdik ediyordu. Dolayısıyla Hasan, karının her iki üzüntüsüne birden bir çare olmak üzere dedi ki:

      Hasan: “Kocanız hakkında gösterdiğiniz fedakârlık gönülce büyüklüğünüzü ispat eder. Mukaddes olan karı-kocalık sevgisi yolunda, bu kadar fedakârlığı göze aldıran bir namuslu kadın, tebrik edilmeye değil, takdis edilmeye layıktır. Fakat bu kadar mukaddes olan bir kadın, sizi şu gayretinizle beraber ağlatacak kadar tesirli bir sefalete niçin düçar olsun? İnsanlar birbirine yardıma borçlu olduğu hâlde…”

      Yenge: “Anladım efendim, anladım. İyiliğinizin sonu olmadığını anladım. Meğer sizi buraya Allah göndermiş. Her biçarenin imdadına adam yetiştiren, bütün kâinatın yardımına yetişen göndermiş. Benim için sizinle vuku bulan görüşmenin, kocamla görüşme demek olduğunu, yüreğimin ta içinden arz ederim. Sizin her yerde eliniz olduğu hâlde kocamı mutlaka bulup bahtiyar edeceğinizi dahi kuvvetle ümit ediyorum.”

      Kadın ile Hasan görüşmelerini bu dereceye vardırdıktan sonra yine vali karısının işe karışmasıyla söze son verdiler. Bir müddet dahi onun aşüftece bahislerine kulak vermeye mecbur oldular. Yalnız Hasan Mellah görünüşte kulak verirdi. Hakikatte ise zihninde yenge hanımın yürekler paralayan felaketli hâlinden başka hiçbir şey yok idi.

      İhtimal ki okuyucularımızdan bazıları Hasan’ın o hâldeki üzüntüsünün derecesini bilmek isterler. Biz bu durumu kendilerine birkaç kelime ile izah edebiliriz.

      Bu üzüntünün derecesini bilmek isteyenler evvela şunu düşünmelidirler ki bu biçare kadıncağızın şu felaketli hâline ve vali ailesinin, valilik mertebesine ermek gibi bir saadetine sebep olan ve eşi tarafından İlia diye anılan zat, haydut gemisindeki Korsikalı olup zavallı adamcağız kibar doğmuş, kibar büyümüş olduğu cihetle, haydutluk etmekten yana aciz kaldığı için kedi yavrusundan ziyade pek ehemmiyeti olmayarak denize atılacak iken Hasan’ın lütfu sayesinde canını kurtarmış ve bu hâlde dahi koca bir deniz kenarında aç ve biilaç bırakılmıştı. Hikâye edilen feci vaka ise yalnız biçare eşinin felaketine sebep olup biraderiyle biraderi eşinin en büyük arzularını yerine getirmiş olduğu hâlde, karısı, davranışları laubali değil, âdeta aşüftece olan bir kadının kötü hâl ve hareketleri karşısında eksiksiz iffetini muhafaza etmeye çalışarak sağ iken ölü çehresini giymiş olduktan başka böyle bir vali konağında bulunmaktan ise en büyük sefaletli hâli bile göze aldırıp biçare ve felakete uğramış olan kocası ile beraber haşrolmaya can atıyor. Hasan Mellah ki pek gençliğiyle beraber, dünyada pek ihtiyarların dahi görmemiş olduğu felaketleri görmüştü. Bu gayretli kadının alnından dahi anlaşılmakta bulunan ismet ve buna mukabil çektiği sıkıntıdan yüreğinin ne kadar müteessir olacağı hiç anlaşılmazsa şununla anlaşılsın ki Hasan gerçekten kendi derdini unutup kadının derdine düşmüş ve bu kadının arzusunca hareketi kendi vicdanının emrettiği harekete dahi tercih etmeyi göze aldırmıştı.

      Cananı, Pavlos gibi babadan kalma bir düşmanın elinde bulunan Hasan Mellah gibi gayretli bir âşık için kendi cananını aramaktan vazgeçip de bu biçare kadının işine bakmayı göze aldırmanın ne büyük bir fedakârlık olduğu malumdur. Bu fedakârlığı göze aldırılmasını gerektiren üzüntünün, ne kadar büyük bir üzüntü olduğu da şu mülahaza ile daha açık bir şekilde meydana çıkar:

      O gece ziyafette, yemekten sonra birkaç saat devam eden sohbet zamanının çoğunu Hasan, yenge hanımın durumu üzerinde düşünmesinin neticesi olan düşüncelerle geçirip oradakilerin yavan konuşmalarına kulak misafiri bile olmamıştı.

      Nihayet gece yarısına bir saat kala, yani mevsim yaz olduğu için saat üç buçuk sıralarında cemiyet dağılıp Hasan da arkadaşı bulunan birinci kaptanla beraber gemisine gelmiş idiyse de Cuzella için meşgul bulunan zihni, bir de yenge biçaresi için meşgul kalmakla, ta sabaha kadar gözlerine uyku girmemiş olduğuna şüphe edilmemelidir.

      Üçüncü Bölüm

      Hasan Mellah, Ajaccio Limanı’nda o güne kadar geçirmiş olduğu zamanı, zincire vurulmuş bir aslanın tahammülsüzlüğü gibi bir tahammülsüzlükle geçirmiş idiyse de Ajaccio valisinin ailesi gibi saadetli hâlleri namusları pahasına kazanılmış olan bir aile içinde, tam bir iffet ve masumiyetiyle beraber, namusu uğrunda baba, anne ve bir kız kardeşini kurban etmiş olan kocasına duyduğu mukaddes sevgiyi dahi muhafazaya çalışmakta bulunan yengenin acıklı hâli yüreğine ziyadesiyle tesir ederek o güne kadar “Ah! Bir gün evvel şuradan demir alıp Cuzella’nın arkasına düşseydim!” demekte iken bir gün sonra “Cuzella şimdiye kadar varacağı yere varmıştır. Artık onu ustalıkla ve yavaş yavaş aramalıdır ve bu arama işinin içine yengenin kocasını dahi katmalıdır.” demeye başlamıştı.

      Davet akşamının ertesi günü Hasan bir vesile bulup vali konağına giderek yenge hanımı bir daha görmeyi arzu etti. Ancak hiçbir vesile bulamadığı gibi vesilesiz gitmeyi de yakışık aldıramadığından kendi kumpanyasının acentelik işini gören Tüccar Fouillier ile bir küçük bono değişikliği meselesini bahane ederek kalktı, onun yanına gitti.

      Hasan Mellah, Fouillier’nın ticarethanesine gitmişti. Kendini orada bulamayıp evinde olduğunu haber alınca daha ziyade memnun olup ticarethaneden yanına bir adam alarak evine gitti. Fouillier’nın, Hasan’ı büyük bir saygıyla karşılayacağı açıktır. Aldı, güzelce bir salona götürdü. Bir tacirin misafire ne kadar ikram edebilmesi mümkün ise etti. Hatta bu ikramında Fouillier telaş bile gösterip kâh büfeye kâh dışarıya gidip gelerek tatlı ve şerbet ikramlarına emir veriyordu. Nihayet Hasan, tam bono meselesini açacak iken salonun yan tarafında bulunan bir kapı açıldı, Madam Fouillier da içeriye girdi.

      Madam Fouillier’nın gelişi, bu işini geciktirdiği cihetle Hasan’ı memnun etmemiştir zannedersiniz. Bilakis Hasan Fouillier ile görüşmekten ziyade Madam Fouillier ile görüşmek hevesindeydi. Kadını görünce ayağa kalkarak gayet terbiyelice saygılarda bulundu. Gerek Madam Fouillier ve gerek kocası tarafından “Bendehaneniz değerli ayak basışınızla müşerref olduğuna nasıl teşekkür edeceğimizi bilemeyiz.” mealinde söylenen sözlere pek mütevazıca mukabeleler gösterdi.

      Giderek lafı dün akşamki ziyafete getirdiler. Hasan zaten öyle resmî yerlerde, tüccar bir adamın canının sıkılacağı gibi vali karısının pek serbestçe ve laubalice meşrebi, o yolda ömür sürmeye alışmamış olanlar için lezzetsiz olduğundan dem vurunca ilk önce kendisini Madam Fouillier tasdik etti.

      Madam Fouillier: “Onların içinde insanın utanmadan selam verebileceği yalnız bir Madam İlia vardır.”

      Hasan: “Madam İlia kimdir efendim?”

      Madam: “İşte o yenge hanım.”

      Hasan: “Evet, bendeniz de öyle gördüm. Pek dertli bir kadına benziyor.”

      Madam: “Biçare kadıncağız dertlilerin dertlisi…”

      Mösyö: СКАЧАТЬ