Cinci Hoca. M. Turhan Tan
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Cinci Hoca - M. Turhan Tan страница 7

Название: Cinci Hoca

Автор: M. Turhan Tan

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-6865-82-2

isbn:

СКАЧАТЬ Paşa da kim lala?”

      “Asıl adı Emir Güne oğluydu. Cennetmekân kardeşiniz, bilinmez neden, ona Yusuf deyip paşalık verdi. Köftehorun biri.19 Birkaç yıl içinde hazineler düzdü. Şimdi yurduna dönmek diler. Elçiyi de kandırmış, ben kuluna yollayıp şefaat ettirmiş.”

      “Nidelim biz?”

      “Yusuf Paşa’nın artık gereği yok. Ferman buyurursan gideririz.”

      “Evvel gereği var mıydı?”

      “Rahmetli hünkâra sakiler bulurdu, köçekler tedarik ederdi. Devlet kapısında başka bir işi yoktu.”

      “Mademki öyledir, gideriver lala. Fakat hazineler ne olacak?”

      “Efendimin hazinesine geçecek.”

      “Durma öyleyse lala. Kestir kafasını teresin!”

      Yakın zamana kadar kendi kafasının kesilmesinden korkan deli adama, bir vezir kellesini uçurma emrini vermek o kadar tatlı gelmişti ki hareme dönünce bütün kızlara bu hadiseyi anlatmaktan kendini alamadı, “Padişah değil miyim ya, keserim, kestiririm!” mukaddimesiyle uzun uzun övündü. Lakin Emir Güne oğlunun nasıl öldürüldüğünü gözle göremediğinden bu işten aldığı zevki eksik buluyordu, dalaletli ruhunu tamamıyla hoşnut edecek yeni bir fırsat arıyordu.

      Kına oğlu isminde birinin zulmünden şikâyet için İstanbul’a gelen beş on kişinin bir tenezzüh20 sırasında önüne çıkıp “Adalet isteriz!” diye bağırmaları ona aradığı fırsatı verdi. Sadrazamın Sivas’a vali yaptığı Kına oğlunu hemen getirtti. Ayasofya çarşısındaki bir kasap dükkânına astırttı ve debdebeli bir alayla oradan geçip iradesine kurban giden adamı uzun uzun seyretti.

      Artık memnundu, “Asın!” der demez gazabına uğrayan veya hoşuna gitmeyen herhangi bir kimsenin ahireti boylayacağına iman getirmişti ve padişahlığın bu yaman kudretini sınamış olmak zevkiyle böbürlenip duruyordu. Öldürülen adamların paralarına, elmaslarına, kumaşlarına konmak onun kan dökmekten aldığı hazzı büsbütün çoğalttığından ikide bir sadrazamı çağırıp sormaya başlamıştı:

      “Kesilecek kafa yok mu lala?..”

      Kara Mustafa Paşa bu sualin nasıl bir hırstan doğduğunu sezerek yüzünü ekşitir ve şöyle bir cevapla bahsi kapardı: “Olunca haber veririz padişahım!”

      Bununla beraber deli hünkârın bu vahşi ihtirasını sık sık tatmin etmekten geri kalmazdı. Sultan Murat zamanında kendini incitenleri birer birer ölüme mahkûm ederek padişahtan kolayca iradelerini alır ve ölülerin terekesini sandık sandık, heybe heybe, çuval çuval saraya taşıtırdı.

      Şu hâle göre sadrazamla hünkârın birbiriyle candan anlaştıklarına inanılmak lazım gelir, değil mi?.. Görünüş, gerçi böyle ise de hakikat tamamıyla tersineydi. Sadrazam, sarayı avrat pazarına çeviren ve eli çakşırından çıkmayan bu divane adamdan enikonu iğreniyordu, tahta çıkartılacak bir şehzade peyda olur olmaz onu kafesine iade etmeyi düşünüyordu. İbrahim de lalasından son derece nefret ediyordu. Lakin tahta çıktığı gün vukuya gelen ilk tesadüfte içine yayılan korkuyu bir türlü söküp atamadığı ve dev cüsseli vezirin şahsında kardeşi Sultan Murat’ın mehabetini sezip için için titrediği cihetle nefretini açığa vuramıyor, yeni bir sadrazam aramaya kalkışamıyordu.

      Bazen kendi kendini cesaretlendirmek ister, “Ben padişah değil miyim?” diyerek zayıf boynunu diker, sadrazamın hayaline kafasında diz çöktürterek muhayyel cellatlara idam hükmünü haykırırdı. Fakat Kara Mustafa Paşa ile yüzleşir yüzleşmez o kuruntuların izi bile dimağında kalmazdı, yüreğine bir ürküntü yayılırdı ve vezir ne derse “Peki, peki lala!” cevabını verip onunla karşı karşıya kalmaktan kurtulmaya çalışırdı.

      Sadrazam, kadıncıl padişahın devlet işlerine kayıtsız kalışından da sinirlenip duruyordu. Bazen kendini tutamayarak onu tekdir ettiği bile vardı. Mesela bir gün, Lehistan’la Rusya’nın ittifak etmek istediklerini ve böyle bir vakanın Osmanlı İmparatorluğu’nun menfaatlerine uygun düşmeyeceğini padişaha anlatırken deli herif, kulağından çıkardığı gülü uzun uzun koklayarak sormuştu:

      “Lehlilerin mi, Rusların mı kızları daha güzeldir lala?”

      Sadrazam, bu laubalilik önünde kendini tutamadı.

      “Burada…” dedi. “Kızın, kısrağın yeri yok! Ben esirci değilim! İçerideki eksik etekler az geliyorsa kızlar ağasını esir pazarına yollayın, hangi soydan isterseniz birkaç yüz avrat daha satın alın!..”

      Deli İbrahim bu ağır hakareti kıs kıs gülmekle, “Kızma lala, şaka yaptım.” demekle geçiştirdi. Fakat başka bir gün sadrazamın gösterdiği korkunç bir tecellütten21 ödü kopayazdı. İçinde bu yaman laladan kurtulmak emeli kökleşti.

      Hadise şudur: İbrahim, dört başı mamur bir vaziyette yaşamak kaygısıyla avrat pazarına çekidüzen verirken birkaç kol saz takımı, sürü sürü hokkabaz, alay alay çengi, düzinelerle köçek ve soytarı da tedarik etmişti. Gerdek değiştirme ameliyesine girişmeden ara sıra onlarla eğlenir ve sinirlerini uzun sürecek azgınlıklara hazırlardı. O meyanda birkaç cüce daha bulup kendine nedim yapmıştı. Bunlardan biri gerçekten hilkat garibesiydi, deli hünkârın son derece sevgisini kazanmış bulunuyordu. Çünkü yetmiş santimetre boyunda olmasına rağmen güzel bir yüzü, işlek bir zekâsı, tatlı bir gevezeliği, parlak nüktedanlıkları vardı. Boyuna sığmayan gururunu taşıra taşıra yürüyüşü, her söylenen söze zarif cevaplar buluşu, çınar boylu saray ağalarına -kendine mahsus usullerden istifade ederek- yıkıcı hücumlar yapışı padişahı kahkahalarla güldürdüğünden başnedim ve başmusahip mevkisinde bulunuyordu.

      Hünkâr bütün eğlence âlemlerinde onu yanında bulundurduğu gibi Kubbealtı müzakerelerini dinlerken de kendisinden ayrılmazdı. Bir gün yine cücesini kucağına oturtmuştu; burnunu fiskeleyerek, koltuk altlarını gıdıklayarak eğleniyordu. Bir uşak içeri girdi, sadrazamın huzura çıkmak istediğini söyledi. İki kafadar, denize nazır bir köşkte bulunuyorlardı. Karşılıklı cilvelerini, şakalarını açık pencere önünde ve dalgaların kahkahalarını dinleyerek yapıyorlardı. Padişah cücesinden aldığı ve cücesine verdiği zevkin baltalanmasına kızmakla beraber sadrazamı kabul etmek zorunda kaldı, öfkeli öfkeli emir verdi:

      “Boyu devrilesi herife söyleyin, gelsin!”

      Ve cüceye büyük bir iltifatta bulunmuş olmak için altı üstü samur kaplı kürkünü açtı.

      “Sen…” dedi. “Koynuma gir, lalam gidinceye kadar uyu!”

      Kara Mustafa Paşa, herhangi bir durumda zerresini feda etmediği korkunç vakarıyla salona girdi, mutat olan selamını verdi, eğilip doğruldu, mühim bir siyasi işi tahlile, teşrihe girişti. Mevzu canlı, vezir de heyecanlıydı, büyük bir talakatle anlatıyor, anlatıyordu. İbrahim, her vakit olduğu gibi şimdi de kayıtsızdı. Gözlerini denize çevirerek biraz sonra havuzda güreştireceği kızları düşünüyordu.

      Fakat cüce, içi dışı kıllı СКАЧАТЬ



<p>19</p>

Köftehor, Fatih’in kanunnamesinde şuna buna kadın götüren sefil adam mevkisinde kullanılmıştır. (y.n.)

<p>20</p>

Tenezzüh: Gezinti. (e.n.)

<p>21</p>

Tecellüt: Tekellüfle celadet göstermek. Kendini şecaatli ve cesaretli göstermeğe çalışmak. (e.n.)