Cinci Hoca. M. Turhan Tan
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Cinci Hoca - M. Turhan Tan страница 21

Название: Cinci Hoca

Автор: M. Turhan Tan

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-6865-82-2

isbn:

СКАЧАТЬ oraya kadı yaparsam güzel cin memnun olur mu?”

      “Kulun olur, cariyen olur!”

      “Fakat onların davaları görülürken ben de bulunmak isterim. Bu şartla seni Galata kadısı yapıyorum.”

      Cinci Molla bu suretle zümrüt merdivenin altın basamaklarından beş altısını daha aştı, kibari’l-ulema arasına karıştı. Şimdi onun sadrazamı da “resmen” ziyaret etmesi lazımdı. Kızlar ağası tarafından bu teşrifat vecibesi kendisine ihtar olunduğundan Galata kadısı hazretleri bir sabah sofunu giydi, urfünü başına geçirdi, altı muzirini ardına taktı, saray atlarından birine kurularak Kara Mustafa Paşa’nın sarayına gitti.

      Heybetli vezir, divan kurarak devlet işleriyle meşgul oluyordu. Son günlerde adı dillere düşen ve her ağızda başka bir menkıbe hüviyeti alarak uzun uzun konuşulan Cinci Hoca’nın -Galata kadısı sıfatıyla-ziyarete geldiği kendisine haber verilince birden celallendi.

      “O üfürükçünün…” dedi. “Burada işi ne? Yüzünü cinler, şeytanlar görsün! Hemen kovun! İnat ederse güzel bir kötek atıp sokağa sürün!”

      Galata kadısı efendi bekleme salonuna alınmıştı, öbür misafirlerin üstüne geçerek kendine pek yakıştırdığı azametli tavırlarla sadrazamdan gelecek kabul haberini bekliyordu. Fakat bir uşağın istihzalı tebessümlerle içeri girip de “Sahibi devlet efendimiz, hemen geri dönmenizi irade buyuruyorlar.” demesi üzerine o azameti sarsıldı, adamcağızın kavuğu çarpıldı, yüzü sarardı, diline bir kekeleme yapıştı:

      “Ya… ya… yanlış o… o… olmasın…” dedi. “Ben… ben… Galata kadısıyım.”

      Uşak, sert ve korkunç vezirin emrini bu sefer harfi harfine tebliğ edecek, şaşkın cinciye kalın bir sopanın ucuyla sokak kapısını gösterecekti. Lakin misafirler arasında oturan ve sadrazamın akıl kâhyası olarak tanınan saray başmimarı Kasım Ağa atıldı, uşağın sözlerini ağzında bırakan bir sesle vaziyete müdahale etti:

      “Sahibi devlet efendimizin…” dedi. “İşleri çok olsa gerek. Molla hazretleri biraz meks55 buyursunlar.”

      Uşak, Mimar Kasım’ın vezir üzerindeki nüfuzunu bildiği için bir şey diyemedi, sadece kopacak fırtınanın mesuliyetini ona yükletmek ister gibi davranıp mırıldandı:

      “Siz bilirsiniz. Ben aldığım emri söyledim. Daha ötesine karışmam.”

      Fakat Mimar Kasım, azminden dönmedi sadrazamın huzuruna çıkarak pervasızca sordu: “Galata kadısını kovmak mı dilersiniz sultanım?”

      Korkunç vezirin kaşları çatıldı. Sesi gürledi:

      “Bu makule meçhul kimesneye mahkeme verip halkın üzerine taslit ne beladır?”

      “Behey sultanım, niçin tehevvür edersiniz? Liyakat dedikleri padişahların, vezirlerin nazar-ı himmetleridir. Kesri hatır makul değildir. İşte padişah hazretleri o meçhul dediğiniz kimseyi çırağ etmiş, makulü, siz dahi iltifat ile mecburül hatır etmektir.”56

      Kara Mustafa Paşa mantıki görünen bu ihtar üzerine başını salladı, içini çekti, ahlayıp pufladı.

      “Vebali…” dedi. “Onu âleme musallat edenlerin ve senin boynuna, menhus âdemi getir. Lakin tembih eyle, el öptükten sonra bir nebze oturup gitsin, fazla eğlenmesin. Cinler bu sefer benim başıma üşüşür, elimden umulmayacak bir kaza çıkar.”

      Duyduğunu saklamayan, içini dışına vuran mert bir adam olduğu için nefretini Molla Hüseyin’e karşı belli etmekten de geri kalmadı, elini öptürürken yüzüne bakmadı, hâlühatır sormadı, girişini ve çıkışını sezmemiş gibi davrandı.

      Bu açık tahkir, kendini yükselmiş zanneden Cinci Hoca’nın yüreğine işlemişti ve onu ilk fırsatta sadrazamdan intikam almak kaygısına düşürmüştü.

      Her gün kendi gözünde bir halayığın bakir simasını padişaha seyrettirmek ve o görünen sima sahibiyle hünkârı gerdeğe koymak suretiyle mevkisini gittikçe kuvvetlendiren Cinci Hüseyin, Ezreke Banu ile amcasının oğlunun uzlaştıklarını, Galata Mahkemesine gelmekten vazgeçtiklerini söyleyerek kadılıktan Anadolu kazaskerliğine geçmiş, şeyhülislamla bir hizaya gelmişti. Deli İbrahim ona “padişah hocalığı” payesini verdiğinden nüfuz bakımından şeyhülislamı geride bırakmıştı.

      Artık “Osmanlı ülkesi” onun demekti. Padişah tarafından ihsan olunan saray kendine dar göründüğünden yeni bir kâşane kurmaya başlamıştı. Hünkâr, hazineden iki yüz kese verdirerek yeni sarayın kurulmasını kolaylaştırdığı gibi hocanın en asil, en necip bir aileye damat olmasını da arzu ederek dört yana görücüler çıkarmıştı.

      Halk, danişmentlikten kazaskerliğe fırlayan, sarayın ruhu kesilen, padişahın göz bebeği sayılan bu türedinin daha neler elde edeceğini, başına konmuş olan ikbal kuşuna yapışarak daha nerelere yükseleceğini merak ediyordu ve herifin hayatını adım adım tarassuda çalışıyordu.

      Fakat hoca kendine mahsus bir zekâ sahibiydi. Kadıncıl padişahın gerdekten gerdeğe geçmek yüzünden yakında yine bir derde kapılacağını ve bu sefer, cinciliğin fayda vermeyeceğini düşünerek böyle bir akıbetle karşılaşmamak yollarını araştırıyordu.

      Düzenci molla bu mevzu üzerinde bir hayli düşündükten sonra hünkârı yavaş yavaş başka zevklere, başka eğlencelere alıştırmayı ve onun kadınlarla temasını mümkün olduğu kadar azaltmayı tasarladı.

      Düşünce basit olmakla beraber makuldü. Hareme kapanıp sabahtan akşama kadar kadınlarla oynaşan bir delinin gözünü yeni yeni meşgalelere çevirmek, onu hızla sukut etmekten korumak demekti. Yalnız icat olunacak, yaratılacak meşgalelerin zevki, kadıncıl adamı çekecek kuvvette olmak lazımdı.

      Cinci Hoca bu lüzumu temin için hünkârın çocukluktan kurtulamayan ruhunu tahlille elde ettiği neticelere göre mükemmel bir plan çizdi. İlkin Safranbolu’dan gelen anasını Kösem Sultan’a ve Deli İbrahim’e tanıttı, sabah ve akşam Defülcin duasını okumak, bir fırsat bulup saraya girmiş cinler varsa kendisine haber vermek bahanesiyle onu Topkapı’ya yerleştirdi, sadık bir casus olarak kullanmaya başladı.

      Sonra çocuk ruhlu padişahı masal dinlemeye alıştırdı. Bu zevki zirzop hünkâra tattırmak için -her işte olduğu gibi- cin padişahlarından selam getirmiş ve onların “Biz gecelerimizi masal dinlemekle geçiriyoruz. Sultan İbrahim kardeşimize de tavsiye ederiz.” dediklerini haber vermişti. Deli hünkâra bir iki saat olsun kadınları unutturacak ayarda masal söylemek kolay bir iş değildi. Cinci Hoca uzun araştırmalar sonunda bu büyük vazifeyi Eyüp’te oturan Voyvoda Kızı adlı bir Çingene kadınına yükletti ve onu saraya sokabilmek için de şöyle bir yalan kıvırdı:

      “Voyvoda Kızı’nın anası Mehlikayi Efsuni’nin sarayında otuz yıl masalcıbaşılık yapmıştır. Kızı da anasından binlerce masal bellemiştir, haspa dillidir, ferasetlidir, kaş göz sahibidir. Sözü kadar yüzü de güzeldir. Şahişahan kendisini birkaç kere davet etti, bir yolunu bulup gitmedi.”

      Düzenci СКАЧАТЬ



<p>55</p>

Meks: Durma, eğlenme, bekleme. (e.n.)

<p>56</p>

“Tarihî Simalar”, Ahmet Refik, s. 16.