Название: Bir Çocuk Aleko
Автор: Омер Сейфеддин
Издательство: Elips Kitap
isbn: 978-625-99850-8-4
isbn:
Bir tepsinin kızaracağı vakit geçmişti. Masadan doğruldu. Ayağa kalkınca yaver gördü.
Tercüman, “Karnın doydu mu oğlum?” diye sordu.
“Teşekkür ederim. Kumandana bir şey daha söyleyeceğim.
Demin unutmuşum.”
“Bana söyle yavrum, yavere söyleyeyim, o haber versin.”
“Hayır, çok mühim bir şey, ben kendim söylemeliyim…”
Tercüman, Ali’nin ısrarını yavere söyledi. Haritayı katlayan yaver gülerek Ali’ye baktı. “All right.” diye başını salladı. Bombayı götüreceği için onu çok takdir ediyordu. Yaklaştı. Omzunu okşadı. Ali, bombanın işlediğini duyacak diye korktu.
“Haydi gel!”
Tercümanla beraber yandaki kapıdan girdiler. Başı kabak kumandan masanın üstündeki gazeteleri karıştırıyordu. Niçin geldiklerini sordu. Tercüman cevap verdi. Sonra Ali’ye döndü:
“Ne söyleyeceksin?” dedi.
“Türklerin tarafına gitmeden evvel, bomba patlayınca ne yapacağını soracağım. Ben kaçıp köye gidince papazımıza anlatayım.”
Tercüman, kumandana soruyor, onun söylediğini Rumca tekrar ediyordu:
“Bu en dehşetli cehennem makinesidir. İki yüz metrelik yerde ne varsa hepsini havaya uçurur.”
“Demek karargâhta ne kadar adam varsa hepsi ölecek?”
“Hepsi… Belki yangın da çıkacak. Cephaneleri bizimki gibi karargâhlarına yakınsa onlar da ateş alacaktır.”
“Ya bomba ateş almazsa?”
“Mutlaka alır. Emniyet düğmesini ittikten sonra yarım saat geçer geçmez hemen patlar.”
“Bunda hiç şüphe yoktur ya…”
“Asla…”
Ali durdu. Sırtında bombanın tik taklarını daha hızlanmış gibi işitti.
“Öyle ise kumandana söyle. Ben Rum değilim.”
Tercüman afalladı. Gözleri derinleşti:
“Ya nesin?”
“Türk’üm!”
“Türk mü?”
“Evet Türk…”
Gülüyordu. Göğsü kabarıyordu. “Türk” lafını işiten kumandan ayağa kalkmıştı. Tercümandan, Ali’nin ne söylediğini öğrenince yüzü kıpkırmızı oldu. Hiddetle bağırdı. Yaver, elindeki haritayı buruşturuyordu. Tercüman da sararmıştı:
“Ne cesaretle buraya geldin? Şimdi kurşuna dizileceksin!”
“Beni kurşuna dizemeyeceksiniz.”
Ali’nin gözleri büyüdü. Bir adım daha ileri yürüdü. Kumandan hemen cebinden bir revolver çıkardı. Bir kasıttan korkuyordu. Ali daha ziyade gülüyordu. Tercümana, “Vakit dar, çabuk söyle! O, beni öldüremeyecek, ben onu öldüreceğim!” dedi. Tercümanın çeneleri kilitlendi. Şaşkınlığından bu cümleyi İngilizce tekrarlamaya vakit kalmadı!
Türk tarassut mahallerinden, düşman siperlerinin gerisinde her tarafı sarsan büyük bir infilak gürültüsüyle beraber bir dumanın havaya yükseldiği görüldü. Dumanların arkasından kalkan siyah alevler akşama kadar sönmedi. Tarassut zabitleri telefonla kumandanlarına, “İngiliz karargâhlarının bulunduğunu tahmin ettiğimiz yerde emsalsiz bir infilak oldu. Fakat bizim mermilerimizin, tayyarelerimizin eseri değil, bir kaza neticesi olması ihtimali vardır.” diyorlardı. Bu yangının asıl sebebi bir türlü anlaşılamadı. Yalnız paşa, çadırında her sabah garip bir elemle küçük Ali’yi hatırlıyor, sakin erkân-ı harbine, “O gönderdiğimiz çocuktan hâlâ bir haber çıkmadı. Acaba büyük infilakta, yangında zavallıya bir şey mi oldu?” diyordu.
BİRDENBİRE
“Daha kalkmadın mı Yumuk’um?”
“Görüyorsun…”
“Ee, ne vakit kalkacaksın? Saat on bir!”
“Hiç, hiç kalkmayacağım cicim.”
“Hasta mısın yoksa?”
“Bir şeyim yok.”
“Ee, bu tembellik ne?”
“Bu yatağa, bu yalnız yatağın lezzetine doyamıyorum ki!”
“Haydi deli!”
“Ah bilsen…”
Kapıdan giren saz benizli, narin СКАЧАТЬ