Название: Bağrı Yanık Ömer
Автор: Mahmut Yesari
Издательство: Elips Kitap
isbn: 978-625-6865-29-7
isbn:
Bakır Efe, Sarı Süleyman’a gözlerini dikti:
“Bizim evde ne gördün, ne duydun? Onu söyle…”
Sarı Süleyman’ın bağa kadar taban tepip Efe’yi araması, Emine’nin her günkü densizliklerinden birini gammazlamak için olmadığı, olmayacağı muhakkaktı. Bakır Efe, ciğerini okumak ister gibi Süleyman’a tekrar baktı ve bir an düşündü. Sarı Süleyman yalancı, düzenbaz bir adam fakat her ne ahlakta olursa olsun gene kendi adamlarındandı. Emine ile Emine’nin kardeşleriyle amansız bir kavgaya tutuşacağı bir zamanda Süleyman gibi ikiyüzlü bir silahı atmak, körletmek budalalıktı. Sarı Süleyman icabında bin türlü işe koşturulabilirdi. Bakır Efe tekrar etti:
“Bizim evde ne gördün, ne duydun? Her şeyi olduğu gibi söyleyeceksin, anlıyor musun, olduğu gibi… Hem yalnız onu da değil… Köyde, kasabada ne duyuyorsan, ne biliyorsan, hepsini birer birer söyleyeceksin…”
Efe’nin sesinde tatlı bir sertlik, emreden bir hâkimiyet vardı. Sarı Süleyman durdu, esmer kuru yanaklarına soluk bir pembelik çökmüştü.
“Hiç çekinmeden söyle… Doğruyu söylersen yok, yok… Tavladaki atlarımdan en iyisini, en güzelini seç, al, senin olsun… Sana bir ev de bağışlarım… Eğer yalanını tutacak olursam vay hâline! Elimden kurtulamazsın!”
Sarı Süleyman, Efe’nin şakası olmadığını biliyordu. Onun ağzından söz bir kere çıkardı. Lakin işittiklerini, bildiklerini, gördüklerini, onu kızdırmadan nasıl söyleyecekti?..
“Haydi, seni dinliyorum…”
Sarı Süleyman’ın yanaklarındaki soluk pembelik sararmıştı:
“Ağa, eğer bir hilaf4 diyorsam bir tek kızımın ölüsünü öpeyim!”
Bakır Efe, tiksinmiş gibi yüzünü buruşturdu fazla devam etmemesi için eliyle durdurdu:
“Sen yalan söylersin, söylemezsin, bunda çocuğun günahı ne? Çocuk üzerine ant verilmez, yemin edilmez… Şimdi anlat…”
Sarı Süleyman korkak korkak anlattı:
“İki gün evveldi, çarşı boyunda Çengi Raziye’ye rastlamıştım, telaşlı telaşlı gidiyordu. ‘Nereye?’ dedim. ‘Bakır Efe’nin konağına.’ dedi.”
Bakır Efe ayağa kalkıvermişti. Sol elini kalçasına dayadı, sağ eliyle bıyıklarını kavradı:
“Çengi Raziye’yi mi? Yanında başkaları var mıydı?”
“Civcik Zehra ile Bozpınarlı Naile vardı.”
Hem söylüyor hem toparlanıp ayağa kalkıyordu. Bakır Efe, gözlerini kırpıştırıyor, bıyıklarını çiğniyordu. Yenmeye uğraştığı bir gayzla homurdandı:
“Çengi Raziye’nin yanında Civcik Zehra ile Bozpınarlı Naile vardı öyle mi? Sen gözlerinle gördün mü?”
“Gördüm ağa…”
“Bizim eve girdiklerini de gördün mü?”
Sarı Süleyman bir an düşündü.
Bakır Efe, elini uzattı, Süleyman’ın omzuna koydu:
“Buraya kendi ayağınla geldin. Elbet bunda bir güttüğün iş var. Şimdi elim yakanda… Söyleyindi bakalım, o karılar için mi Raziye’nin peşi sıra gittin de bizim eve girdiklerini gördün, yoksa bizim evi gözetlemek için mi? Benden hiç korkma… Eğer bana hizmetin geçer, yardımın dokunursa bu işte kârlı çıkarsın.”
Sarı Süleyman, kasabada öyle şeyler duymuştu, herkesin ağzında öyle rivayetler dolaşıyordu ki birini söylemek Bakır Efe’yi kudurtmaya yeter de artardı bile… Hafifleterek söylemek lazımdı:
“Vallahi ağa, Raziye’nin sözüne inanamadım… Hele Bozpınarlı Naile’nin senin kapından içeri girebileceğini hiç aklım kesmedi…”
Bakır Efe, omuzlarını oynatarak diş gıcırdatır gibi güldü. Bu, bir gülüşten ziyade birikmiş kinlerin zehrini saçan bir ıslıktı:
“Bozpınarlı Naile neden benim kapımdan içeri giremiyormuş? Onu çiftlikte kapadığımı da biliyorsun demek?”
Sarı Süleyman başını eğmişti:
“Biliyorum ağa…”
“Sen biliyorsan başkaları da biliyordur. Senin ağzında bakla ıslanmaz. Daha kimler biliyor?”
Süleyman kafasını kaldırdı:
“Başka bilen yok ağa…”
Bakır Efe, ona dikkatle baktı:
“Sen nasıl biliyorsun?”
“Naile’nin küçük kardeşini tanırım da ondan…”
Efe, elini Süleyman’ın omzundan çekti, karşısında durdu, göz göze bakıştılar.
“Süleyman, bugün beni aramaya çıktığını da bilen var mı?”
Sarı Süleyman bir korku titremesiyle silkindi. Bakır Efe, elleri cebinde sağa sola sallanarak ince ince gülüyordu:
“Süleyman, ne demek istediğimi anlıyorsun ya?.. Hasan dayının camız masalını yutmadım. Sen bugün buraya beni bulmak için geldin. Çengi Raziye’nin, Bozpınarlı Naile’nin hikâyesi de eski… Yeni bir şey var… Onu söyle…”
Sesi dost, duruşu dost, bakışı, dosttu. Ellerini ceplerinden çıkardı, Süleyman’ı omuz başlarından kavradı:
“Madem Naile’yi kimseye söylemedin ne derlerse desinler, sen iyi adamsın Süleyman… Gel seninle anlaşalım…”
Sarı Süleyman, Efe’nin teklifini kabul ettiğini gösterir bir tavırla boynunu büktü. Bakır Efe daha dost, daha açık yürekli davrandı:
“Anlaştık değil mi?”
“Ağa, bilirim benden hoşlanmazsın ama ben seni sayarım. Rahmetli büyük ağanın az mı iyiliğini gördüm? Adımı kötüye çıkaranların hepsinin benden kuyruk acıları vardır. Sana bir iki yol, konağa filan geldi, filan gitti diye söyledimdi. Kötülüğümden değildi ağa… Kasabada denenleri bir duysan kan tepene çıkar… Tozu dumana katarsın. Bugün seni aradım, burada bulamayaydım Bozpınar Çiftliği’ne gidecektim…”
“Peki, önce neden yalana dolana saptın?”
“Çekindim de ağa…”
Bakır Efe, kollarını yanına sarkıttı, topuğunu yere vurdu:
“Yok Süleyman, çekinmedin, beni bu işlere bile bile göz yumuyor sanıyordun, kızdırmaya korktun… Öyle biliyorum, gelgelelim zamanını bekliyorum… Bugün ne var?”
Sarı СКАЧАТЬ
4
Hilaf: Yalan. (e.n.)