GÜLNİHAL: “O kadar hürmetli bir ismi niçin ortaya atıyorsunuz. Padişah, onu bilir mi? Onun padişahı tanıdığı var mı? O, kendini bu memlekette padişah gibi tutuyor! Padişah nerede kalır? O, herkesin malını kendinin, ırzını kendinin, canını kendinin biliyor. Elinden gelse, haşa, Allahlık davası edecek! Paşa olalı iki yıl oluyor… Gün geçmedi ki on beş günahsızı öldürmesin! Mübarek bayram günü biri on üç, biri on beş yaşında iki masumu -atının önünden geçtikleri için- çengele astırdı. Padişahın bunlardan haberi var mı? Olsa razı olur mu?”
MUHTAR: “Kadın sus! Ben ölürüm de onu bunu yok edip cenazelerine basarak devletin bir makamına çıkamam! Ben, hükûmet köşesini akrabamın kanı ile boyayıp da üzerine oturamam! Anladın mı?”
GÜLNİHAL: (soğuk bir özür dileyişle) “Öyleyse beyim, Allah yardımcınız olsun! Bundan sonra bana duadan başka yapacak bir şey kalmadı…” (Çıkar.)
DÖRDÜNCÜ MECLİS
Muhtar Bey, İsmet Hanım
MUHTAR: “Gel efendim! Gel İsmetçiğim! Dadının münasebetsiz hülyaları seni rahatsız etmesin! Gel, biz seninle muhabbetimize bakalım! Bak, mehtap suya ne güzel aksetmiş… Hani sen çocukken soyunur da yüzerdin… Tıpkı ona benziyor! Yaprakların, çimenlerin üzerindeki ışıklara dikkat ediyor musun? Mübarek, sanki yeşil atlasa gümüş tel işliyor! Aman, şu salkım söğüt ne kadar güzel! Ayın ışıkları da yapraklarının arasından ne tuhaf geçiyor… Sanki bir gelinlik kız su kenarına oturmuş da perişan saçlarını elmas taraklarla tarıyor… Hele şu kuşa bak! Acaba bülbül müdür? Nasıl daldan dala sıçrıyor… Nasıl da yaprakların arasında -ümitsiz bir kalbe düşmüş kurtuluş ümidi gibi- kendini gören gözlerden saklayacak karanlık köşeler arıyor… O ne kadar dalgın bakış! Hiçbir şey söylemiyorsun. Sen gerçekten korktun demek.”
İSMET: “Beyim, bir çare bul da biz bu memleketten gidelim! Gülnihal’i bilirsin. Daima, ‘Erkek olsaydı vezir olmaya layıktı!’ der dururdun. O beyhude yere bu kadar telaş etmez. Sözleri, sanki bir keskin bıçakla gönlüme kazındı! İsmet’in sana kurban olsun, beni başka bir yere götür… Ben, böyle yaşamayı istemem! Yanımda olsan da olmasan da ben daima vaktimin geçmesine, ömrümün tükenmesine dua ediyorum!”
MUHTAR: “O niçin?”
İSMET: “Yanımda değilken ayrılığa dayanamadığımdan, yanımdayken de biri gelir de elimden alır korkusundan! Şimdi hâlim böyle… Bütün bütün birleşirsek daha güç olacak, bela daha da çoğalacak. Bana burada yaşamak, sanki canımı kucağıma almışım da yırtıcı hayvanlar içine düşmüşüm gibi gelecek. Ben o kadar endişeye, o kadar eziyete üç gün dayanamam. Ya çıldırırım ya ölürüm… Of! Daha lafını ederken kanım erimiş, alev kesilmiş kurşun gibi damarımı cayır cayır yakıyor! Şu elimin ateşine bak da hâlime merhamet et.”
MUHTAR: “İsmet’im! Sen evvelce böyle meraklı değildin. Havamız mehtap, vaktimiz bahar… Şu dökülen ışıklar gibi saf, şu akan sular gibi temiz iki gönül bir yere gelmiş… Kederler, tasalar hâlimize haset edip de yanımızdan kaçacakken biz kendimizi sıkıntının kucağına atıyoruz. Dünyanın o kadar değeri var mı ki tehlikesinden korkulsun? Ölüm o kadar korkunç bir şey mi ki düşünmeye değsin!”
BEŞİNCİ MECLİS
Evvelkiler, Gülnihal Kalfa
GÜLNİHAL: (telaşla odaya girerek) “İşte! İşte! Dediklerim çıktı! İşte, Kara Veli konağı bastı, geliyor! Beynim köpeklere lokma olaydı da düşünmeyeydim! Ölü doğaydım da bu günleri görmeyeydim!”
İSMET: “Ah, beyim! Senin ölümüne ben sebep oluyorum!”
MUHTAR: “Durun! Ne telaş ediyorsunuz?”
DIŞARIDAN BİR SES: “Böyle, elini kolunu sallaya sallaya bir evin haremine girilir mi? Her yeri kendi evin mi zannettin?”
BİR BAŞKA SES: “Şu hayvanı söyletmeyin, atın merdivenden aşağı!”
BİRİNCİ SES: (daha boğuk) “Alçaklar! Bir adama otuz silahı birden çekiyorlar!”
İKİNCİ SES: “Söyletmeyin! Merdivenden aşağı atın diyorum!”
(Merdivenden bir adam yuvarlanır. Bu sırada Muhtar Bey, daima dışarıya çıkmak ister. İsmet Hanım sarılır, koyvermez.)
GÜLNİHAL: “Veli’nin sesi… O canavar kükrüyor!”
ALTINCI MECLİS
Evvelkiler, Kara Veli, Birkaç Arnavut
KARA VELİ: “Bey, davranma! Paşanın emri var. Mahpussun, silahları teslim et!”
MUHTAR: “Kim halt etmiş? Benim hapsimi emretmeye cesaret eden hain kimdir? Kılıcımı hangi yiğit elimden alacak? Hele şu karşıma gelip de ‘Silahlarını teslim et.’ diyen köpeğe bak! Şimdi adama silahı nasıl verirler görürsün!” (Kılıcına davranır.)
KARA VELİ: (tabancalarını çekerek) “Bir adım daha atarsan canına kıyarım!”
İSMET: (Muhtar Bey’in göğsüne yığılarak) “Beyim, Allah aşkına etme! Benim başım için etme! Bu katiller sana kıyacak!” (Ellerini bırakır, minderin üzerine düşer, bayılır.)
MUHTAR: (İsmet Hanım’ın yanına koşarak) “İsmet! Beni onlar değil, sen öldüreceksin!”
KARA VELİ: “Fesat başı olmayı bilirsin, halkı paşanın üstüne kaldırmayı bilirsin! Bela vakti gelince de koşar, bir yetim kızın koynuna saklanırsın, öyle mi?”
MUHTAR: “Sus köpek! Ben halkı ayaklandıracak olsam şimdiye kadar hepiniz zebanilerin elinde bulunurdunuz! Benim işimde kusur bulmak senin haddine mi düşmüş? Hâlâ karşımda duruyor da dizlerinin bağı çözülmüyor! Hâlâ yüzüme bakıyor da yüreği yerinden kopmuyor!” (Hücum etmek ister, Gülnihal sarılır.)
KARA VELİ: “İleri gelme, canına kıyarım diyorum.” (yanındaki Arnavutlara) “Bey, ölmeyi kurmuş, silahlarınızı tetiğe alın!”
GÜLNİHAL: (soğukkanlılıkla) “Ne yapıyorsun?”
MUHTAR: “Çekil önümden, şimdi seni de iki parça ederim.”
GÜLNİHAL: (tavrını hiç bozmayarak) “Beni iki parça et, bunu gebert, ötekileri parala! Konağın içi dışı muhafızla dolu. Aslan avına çıkar gibi üzerine beş yüz köpekle gelmişler! O kadar silahtan kendini nasıl kurtaracaksın? Vücudunu bu odanın içinde paralatıp da İsmet’in hem canına hem namusuna mı kıyacaksın? Sen, sevdiğine acımaz mısın? O, senin vücudundan bir damla kan çıktığını görür de bir dakika yaşar mı?”
MUHTAR: (Şiddetli bir ızdırap ve tereddütten sonra kılıcını ayağının altında kırar. Tabancalarını pencereden fırlatıp kapıya doğru yürüyerek) “Gülnihal! İsmet, evvel Allah’a, sonra sana emanet! Bakalım Cenabıhak bizim için ne murat etmiş!” СКАЧАТЬ