Название: Savaşin Armağani
Автор: Морган Райс
Издательство: Lukeman Literary Management Ltd
Жанр: Героическая фантастика
Серия: Felsefe Yüzüğü
isbn: 9781632917492
isbn:
“Komutan?” iye seslendi sakince.
Brin’in olduğu yerde donakaldığını gördü; genç adam dönüp tereddütle ona baktı ve Volusia ona gülümseyerek erimiş tuhaf dudaklarıyla ona daha da işkence etti.
“Buraya gel, komutan. Gitmeden önce sana göstermek istediğim bir şey var.”
Brin yavaşça dönüp ona doğru yürüdü ve yanına kadar geldi. Orada dikilirken onun suratından başka her yere bakmaya çalıştı.
“Tanrıçan için bir veda öpücüğü yok mu?” dedi Volusia.
Brin’in hafifçe irkildiğini gördü ve içini büyük bir öfke kapladı.
“Boş ver,” dedi surat ifadesi allak bullak bir biçimde. “Ama en azından sana göstermek istediğim bir şey var. Baksana. Ufuktaki şeyi görüyor musun? Dikkatle bak. Sana orada ne gördüğünü söyle.”
Brin öne çıktı ve Volusia elini onun omzuna koydu. Brin öne eğilip ufka dikkatle bakarken, Volusia onun bir şey görebilmek için kaşlarını çattığını fark etti.
“Hiçbir şey görmüyorum, Tanrıçam. Sıra dışı bir şey yok.”
Volusia keyifle gülümsedi. İçinde o tanıdık intikam isteğini, şiddet ve gaddarlık uygulama ihtiyacını hissetti. ”Daha dikkatle bak, komutan.”
Brin biraz daha öne eğildi. Volusia hızla gömleğini arkadan kavradı ve onu var gücüyle pencereden dışarı fırlattı.
Brin ellerini kollarını sallayarak düşerken çığlık attı. Yüz üstü otuz metreden yere çakıldı ve anında aşağıdaki sokakta öldü. Tok ses sessiz sokaklarda yankılandı.
Volusia mutlu bir gülümsemeyle onun cesedine baktı ve en sonunda intikamını aldığını hissetti.
“Asıl tuhaf görünen sensin,” dedi. “İkimizden hangisi şimdi daha tuhaf?”
ON İKİNCİ BÖLÜM
Gwendolyn Yanından Krohn’la birlikte Işık Arayıcılarının kulesinin loş koridorlarında yürüyor, ağır ağır binanın kenarlarındaki yuvarlak rampadan yukarı çıkıyordu. Yolun iki kenarında meşaleler ve kült üyeleri vardı ve hepsi ellerini cüppelerinin içine gizlemiş bir halde sessizce hazır olda bekliyorlardı. Gwen yukarı çıktıkça daha da meraklandı. Kral’ın oğlu Kristof buluştuktan sonar onu yarı yola kadar getirmişti, ama sonar arkasını dönüp inmeye koyulmuş ve ona Eldof’u görmek için yolun geri kalanını yalnız gitmesi gerektiğini ve onunla bir tek Gwen’in yüzleşebileceğini söylemişti. Herkes ondan bir tanrıymış gibi söz ediyordu.
Hafif mırıltılar ve keskin tütsü kokusu arasında Gwen yukarı doğru eğim kazanan rampada ilerlerken, Eldof’un ne tür bir sırrı koruduğunu merak etti. Kral’ı ve Yamacı kurtarmak için ihtiyaç duyduğu bilgiyi ona söyleyecek miydi? Kral’ın ailesini oradan kurtarabilecek miydi?
Gwen bir köşeyi daha dönünce, bir kapı gördü ve şaşkınlıkla karşısındaki manzaraya baktı. Otuz metre yüksekliğinde bir tavanı olan kocaman bir odaya girdi. Odanın duvarları zeminden tavana kadar mozaik camlarla kaplıydı. İçeri sızan cılız ışık, kırmızı, mor ve pembe renklerle odaya dünya dışı bir özellik katıyordu. İşin en akıl almaz yanı da o kocaman yerde, odanın tam ortasında, ışığın adeta bir tek onu aydınlatması gerekiyormuş gibi üstüne vurduğu bir adamın oturuyor olmasıydı.
Eldof.
Gwen onun gökten düşmüş bir tanrı gibi odanın köşesinde oturduğunu görünce kalbinin çılgınlar gibi atmaya başladığını hissetti. Adam ellerini parıldayan altın renkli pelerinin içinde kavuşturmuş oturuyordu; dazlaktı ve ona uzanan rampanın iki yanında yanan ve odayı biraz aydınlatan meşalelerin bulunduğu kocaman ve fildişinden yapılmış muhteşem bir tahtta oturuyordu. O oda, taht ve ona giden rampa… Tüm bunlar bir Kral’ın huzuruna çıkmaktan daha hayret vericiydi. Gwen neden Kral’ın bu adamdan, kültüründen ve kulesinden çekindiğini anladı. Her şey hayranlık ve itaatkârlık uyandırmak için tasarlanmış gibiydi.
Eldof onu ne yanına çağırdı, ne de orada olduğu için bir şey yaptı. Gwen başka ne yapacağını bilemediğinden, tahta uzanan uzun ve altın renkli rampadan yukarı çıkmaya koyuldu. Yürürken onun yalnız olmadığını fark etti, çünkü gölgelerin arasında müritleri sıralanmış duruyorlardı. Eldof’un kaç bin müridi olduğunu merak etti.
Gwen en sonunda tahttan birkaç adım ötede durup başını kaldırdı.
Eldof ona yaşlı, buz mavisi ve parıldayan gözlerle baktı ve soğuk bakışının ardından gülümsedi. Gözleri insanı hipnotize ediyordu. Gwen’e Argon’un yanında olduğu zamanları hatırlattı.
Eldof ona bakarken, ne yapacağını bilemedi. Eldof ruhuna bakıyor gibiydi. Gwen sessizce durdu ve onun konuşmaya hazır olmasını bekledi. Yanında duran Krohn’un gerildiğini, en az onun kadar huzursuz olduğunu hissetti.
“Halka’nın Batı Krallığı’nın Gwendolyn’i, Kral MacGil’in kızı ve halkının kurtulması için son şansı… Bizim de tabii,” dedi Eldof ağır ağır. Adeta eski bir metinden bunları okuyor gibiydi ve sesi Gwen’in duyduğu en kalın sesti. Taşların arsından yankılanıyor gibiydi. Eldof gözlerini onunkilere dikmişti ve sesi hipnotize ediciydi. Gwen onun gözlerine bakarken, tüm uzay, zaman ve mekân mevhumunu yitirdi ve kendisini o anda bile onun kült kişiliğine çekilirken buldu. Denese bile başka yöne bakamayacakmış gibi hissetti. Eldof onun dünyasının merkeziymiş gibi hissetmeye başlamıştı. Tüm bu insanların ona neden ibadet edip izlediğini daha iyi anladı.
Gwen ona bakarken bir an için ne diyeceğini bilemedi. Bu durum nadiren başına gelirdi. Hiç o kadar büyülenmiş hissetmemişti… O güne dek, sayısız kralın ve kraliçenin huzurunda bulunmuştu. Kendisi de bir kraliçe ve bir kralın kızı olduğu halde o durumdaydı. Bu adamın Gwen’in tam olarak tarif edemediği tuhaf bir özelliği vardı. O anda oraya neden geldiğini bile unutmuştu.
En sonunda, zihnini konuşabileceği kadar toparladı.
“Buraya şu sebeple geldim…”
Eldof kısa ve kalın bir kahkahayla lafını kesti.
“Neden geldiğini biliyorum,” dedi. “Buraya gelmeden önce bile biliyordum. Buraya geldiğinden haberdardım… Hatta Büyük Hiçliği aşmadan bile önce. Halka’dan ayrıldığını, yukarı Adalara gittiğini ve deniz yolculuklarını biliyorum. Kocan Thorgrin’i ve oğlun Guwayne’i biliyorum. Seni merakla izledim, Gwendolyn. Yüzyıllardır seni izliyorum.”
Gwen bu sözler karşısında hiç tanımadığı bu insanın ona tanıdık gelişi karşısında buz kesti. Kollarında СКАЧАТЬ