Arayan son numaralara ve onu bir önceki ay aramış olan kişilere göz attı. Bir tanesi bile kızı veya eski kocası değildi.
Birden, ikisini de özlediğini hissetti.
Numaraları tuşladı.
Telefon çaldı.
Bir telesekreter mesajı çıktı: “Selam, ben Rose. Şu anda yanıt veremiyorum, ama kısa bir mesaj ve isminizi ve numaranızı bırakırsanız, en kısa sürede size geri döneceğim. Çok teşekkürler.” Bip.
Avery telefonu kapattı.
Eski kocası Jack’i aramayı düşündü. Jack iyi bir adamdı; altın gibi bir yüreği olan üniversitedeki sevgilisiydi. Gerçekten de düzgün bir adamdı. Avery on sekiz yaşındayken ihtiraslı bir ilişki yaşamışlardı, ama hayallerini süsleyen işin peşine hastalıklı bir egoyla düşünce ilişkilerini mahvetmişti.
Senelerce ayrılmalarından ve kızıyla arasının açılmasından başkalarını sorumlu tutmuştu: Yalanları yüzünden Howard Randall, eski patronu, para, güç ve gerçeğin bir adım ötesinde kalabilmek için sürekli olarak eğlendirmesi ve büyülemesi gereken insanlar. Yavaş yavaş müşterileri daha az güvenilir insanlardan oluşur hale gelmişti. Buna rağmen devam etmek, gerçeği görmezden gelmek ve adaleti bir şekilde dilediği gibi kullanmak istemişti. Sadece kazanmak için. Kendisine sık sık ‘bir dava daha,’ derdi. Bir dahaki sefere, gerçekten masum birisini savunup bu işi düzelteceğim.
Howard Randall’ın o dava olduğunu düşünmüştü.
Masumum, diye bağırmıştı Randall ilk görüşmelerinde. Bu öğrenciler benim her şeyim. Neden onlardan birine zarar vereyim?
Avery ona inanmıştı ve çok uzun süredir ilk kez kendisine de inanmaya başlamıştı.
Randall altmışlarının sonlarında, cinayet işlemek için bir nedeni olmayan, dengesiz kişisel inançları kimse tarafından bilinmeyen ve dünyaca tanınmış Harvardlı bir profesördü. Daha da önemlisi, zayıf ve savunmasız gözüken bir tipti ve Avery her zaman güçsüzleri savunmak istemişti.
Onu hapisten kurtardığında, bu olay kariyerinin doruk noktası, en büyük başarısı olmuştu… Ta ki Randall onu bir sahtekâr durumuna düşürerek tekrar kastlı olarak cinayet işlemeye başlayana dek.
Avery’nin bilmek istediği bir tek şey vardı: neden?
Bir keresinde, hücresinde ona ‘Neden bunu yaptın?’ diye sormuştu. ‘Hayatının sonuna dek hapse mahkûm olmak için neden yalan söyleyip beni oyuna getirdin?’
Çünkü kurtulabileceğini biliyordum, demişti Howard.
Kurtulmak, dedi Avery içinden.
Kurtuluş bu mu? diye düşünüp etrafına bakındı. Burada mı? Şu anda mı? Böyle arkadaşım olmadan mı? Ailem olmadan mı? Elimde bir birayla, geçmişteki hatalarımı düzeltebilmek için katillerin peşinden koştuğum yeni bir hayatla mı? Birasından bir yudum alıp başını salladı. Hayır, buna kurtuluş denmezdi. En azından, henüz diyemezdi.
Yine katili düşünmeye başladı.
Zihninde adamın bir resmi oluşmaya başlamıştı: sessiz, yalnız, dikkat çekmek için uğraşan, bitkiler ve cesetler konusunda uzman olan birisi. Bir alkolik veya uyuşturucu bağımlısı olabileceği ihtimallerini bir kenara bıraktı. Adam fazla dikkatliydi. Minivan bir aileye işaret ediyordu, ama adamın davranışları bu aracın bir ailenin sahip olduğu değil, onun kendisinin istediği şey olduğunu gösteriyordu.
Aklından bir sürü düşünce ve imge geçen Avery, terastaki rahat sandalyesinde aniden uyuya kalmadan önce iki bira daha içti.
DOKUZUNCU BÖLÜM
Avery rüyalarında yine ailesiyle birlikteydi.
Eski kocası kahverengi kısa saçlı ve muhteşem yeşil gözleri olan atletik bir adamdı. Her ikisi de iyi dağcı olduklarından kızları Rose’la birlikte bir dağcılık etkinliğine katılmışlardı; Rose sadece on altı yaşındaydı ve henüz lise üçüncü sınıfta olduğu halde, Brandeis Üniversitesi’ne vaktinden önce kabul edilmişti. Ama rüyada altı yaşındaydı. Şarkılar söylüyor, sık ağaçlarla çevrili bir patikada yürüyorlardı. Siyah kuşlar aniden uçuşup cıyakladı ve ağaçlar bir anda karanlık birer canavara dönüştü. Bıçağı andıran bir el Rose’u göğsünden bıçakladı.
“Hayır!” diye bağırdı Avery.
Bir diğer el Jack’i bıçakladı. Daha sonra da, kocası ve kızı sürüklenerek oradan götürüldü.
“Hayır! Hayır! Hayır!” diye bağırdı.
Canavar eğildi.
Koyu renkli dudaklarıyla kulağına fısıldadı.
Adalet denen bir şey yok.
Avery ısrarla çalan telefona irkilerek uyandı. Üstünde bornozuyla hâlâ terastaydı. Güneş çoktan doğmuştu. Telefonu çalmaya devam etti.
Yanıt verdi.
“Black.”
“Selam, Black!” dedi Ramirez. “Hiç telefonunu açmaz mısın? Aşağıda seni bekliyorum. Toparlan da aşağı gel. Kahve aldım, eskizler de yanımda.”
“Saat kaç?”
“Sekiz buçuk?”
“Beş dakikaya geliyorum,” deyip telefonu kapattı.
Rüyası düşüncelerini ele geçirmeye devam etti. Tembel tembel kalktı ve içeri girdi. Başı zonkluyordu. Üstüne açık mavi renkli bir blucin giydi. Bunun üstüne giydiği beyaz renkli tişörtü de daha düzgün gözüksün diye siyah bir hırkayla tamamladı. Kana kana üç yudum portakal suyu içip kahvaltı niyetine bir granola yedi. Dışarı çıkmadan önce, aynada kendisine baktı. Kılık kıyafeti binlerce dolarlık takımlardan ve kahvaltısı da en iyi restoranlarda her gün yenen kahvaltılardan çok uzaktı. Unut bunları, dedi içinden. Hoş gözükmek için burada değilsin. Kötü adamları hapse tıkacaksın.
Ramirez ona arabada bir bardak kahve uzattı.
“Çok hoş gözüküyorsun, Black,” diye espri yaptı.
Her zamanki gibi, bir kusursuzluk örneğiydi: koyu renkli bir blucin, açık mavi renkli bir gömlek, lacivert bir ceket ve açık kahverengi kemer ve ayakkabılar.
“Bir model olmalısın,” diye homurdandı Avery. “Bir polis memuru değil.”
Ramirez gülümseyince, kusursuz dişleri ortaya çıktı.
“Aslında, СКАЧАТЬ