Название: CELIL OKER-ÖZEL BASKI-ROL ÇALAN CESET
Автор: Celil Oker
Издательство: Автор
isbn: 9789752126374
isbn:
Aradığım haber üçüncü sayfadaydı.
Dün gecenin sayfa sekreterleri “Salondaki Ceset!” başlığını kullanarak yaratıcılıklarını sergilemişlerdi. Haberde iki fotoğraf vardı. Biri reklamcı arkadaşımın dün gece sözünü ettiği fotoğraftı anlaşılan. Köklü tiyatroların duvarlarında gördüğümüz türden, işini bilen bir fotoğrafçı tarafından çekilmiş abartısız, yapmacıksız, siyah beyaz bir portre. Yapıldığı fazla belli olmayan makyaj, yeni başlayan kızın yüz hatlarını biraz daha belirginleştirmekten öte bir etkiyi amaçlamamıştı. Fotoğrafın alt tarafında “Güzel tiyatrocuyu kim öldürdü?” yazılıydı. İkinci fotoğrafta on beş on altı yaşlarında bir kız, eliyle bir markete köşe gelen alçak bir balkonu gösteriyordu kolunu uzatmış. “Buradan kaçtı.” Anlaşılan içeriden fotoğraf çekememişlerdi. Genç kız cinayetine, genç kız konu mankeni kullanmalarındaki tutarlılığa da hayran kaldım.
Haberi okudum sonra.
Yeni başlayan kızın adı Tuğçen Yavaş’tı. Yirmi dört yaşındaydı. Tiyatro okumuştu. Yalnız yaşıyordu. Ailesi İzmir’deydi. Komşularının söylediğine göre geleni gideni çok olmayan, kendi halinde bir kızdı. Dün gece geç vakitlerde, evinden gelen bir tartışma sesi duymuşlardı komşular. İki kız bağrışıyordu, ama ne dediklerini anlamamışlardı. Sonra iki ya da üç el silah atılmıştı. Korkudan apartmandaki kimse çıkıp bakamamıştı. İlk şoku anlattıktan sonra polisi aramışlar, onlar da gelip içeri girince yerdeki kitapların arasında yatan kızı görmüşlerdi. Kapıda zorlama olmadığına göre, maktulün katili tanıdığı sonucuna varmışlardı polisler. Silah bulunamamıştı, salondaki 7.65’lik kovanlar incelemeye alınmıştı.
Soğumaya yüz tutan kahvemden kalanları bitirip bir daha okudum haberi sonra.
Etiler caddelerinde kovalamaca oynamaya razı olsaydım, Tuğçen Yavaş şimdi yaşıyor olabilirdi düşüncesini kafamdan atmaya çalıştım. Yaşıyor olabilirdi de olmayabilirdi de. Kimse bilemezdi.
Gazete haberi bildiklerime fazla bir şey eklememişti. Yine de televizyon izleme koltuğunun alt tarafında biriken Atlas’lar ve öteki bayat gazeteler arasında kaldırılıp çöpe atılmasın diye küçük kütüphanemin en üst sırasındaki kitapların üstüne koydum katlayıp.
Bildiklerime bir şeyler eklemenin zamanı gelmişti.
Telefonun başına geçtim.
Sensei’nin bana dün verdiği numarayı tuşladım. Çok fazla sevmediği sınıf arkadaşının…
İki kere çalınca açıldı telefon.
“Sofuoğlu Ticaret,” dedi orta yaşlı bir erkek sesi.
“Rıza Bey’le görüşmek istiyordum,” dedim.
“Bir dakika.”
Kimin aradığını sormaya gerek duymamıştı.
“Alo?” dedi sonra sesi olgun televizyon spikerlerine benzeyen bir adam.
“Rıza Bey?”
“Benim.”
“Rıza Bey,” dedim. “Adım Remzi Ünal. Telefonunuzu…” Sensei’nin adını söyledim. “…verdi. Bana zaman ayırabilirseniz sizi bir ziyaret etmek isterim.”
“Hangi konuda?”
“Bunu gelince söylesem?”
“Bana sigorta falan satmaya çalışmayacaksınız inşallah,” dedi Rıza Sofuoğlu bilinçle soğuklaştırılmış bir sesle.
“Hayır,” dedim. “Öyle bir şey değil. Özel bir meseleyi konuşmak istiyorum.”
“Allah Allah?” dedi Rıza Sofuoğlu. “E buyurun bakalım. Lise arkadaşlarımızın arkadaşını kıracak değiliz ya. Yerimizi biliyor musunuz?”
“Hayır,” dedim.
“Kolay,” dedi. Adresi verdi. Karaköy’de, eski borsanın sırasında bir han.
“Teşekkür ederim,” dedim. “Ne zaman uygun olursunuz?”
“Ne zaman isterseniz gelin,” dedi. “Ben hep buradayım.”
“Görüşmek üzere,” dedim. Telefonu kapadım.
Gidip kendime bir kahve daha yaptım sonra.
Kahvemi içerken gazetenin geri kalanını okudum. Bildiğimiz ekonomik haberleri bir kere daha, beklenen siyasi gelişmeleri yeniymiş gibi yazmışlardı. Hızlı hızlı okudum. Futbol sayfalarını daha hızlı.
Gazetem bitince kendimi banyoya attım. Dünkü çalışmadan sonraki üstünkörü duşa inat, epeyce durdum sıcak suyun altında kıpırdamadan. Çıkınca yatak odasına gidip kendime çoktandır giymediğim siyah bir boğazlı kazakla siyah kadife pantolon seçtim.
Portmantodaki deri montu giyip aynada kendime baktım.
Beğensem de beğenmesem de, bu bendim işte. Remzi Ünal…
Remzi Ünal… Şu Hava Kuvvetleri’nden müstafi, THY’den kovulma, kendisine saygısı olan hiçbir “frequent flyer”ın adını bile duymadığı sekizinci sınıf çartır şirketlerinde bile tutunamayan, sayenizde MS Flight Simulator’ün Cessna’sını bile adam gibi indirmekten âciz eski pilot, ex-kaptan, nevzuhur özel dedektif Remzi Ünal.
Karaköy’de otopark aramayı gözüme yediremediğim için otomobilin anahtarını almadım yanıma. Apartmanın demir kapısının yanındaki panoda asılı aidat listesinde, adımın altının kırmızı kalemle çizili olduğunu gördüm. Öderiz elbet son dört ayın yakıt parasını bir ara dedim kendi kendime.
Çevirdiğim taksi Açık Radyo dinliyordu.
“Karaköy’e lütfen,” dedim o yüzden belki kafasını jiletle kazıtmış şoföre.
Günün gazete haberlerinin yorumunu dinledik hiç konuşmadan Karaköy’e kadar. Tuğçen Yavaş’ın başına gelenler söz konusu edilmedi elbet.
Sofuoğlu Ticaret’in bulunduğu hanın epey ilerisinde indim. Hava güzeldi ama deri montumu çıkaracak kadar değil. Dört adımda bir derin nefes alıp vererek yürüdüm.
Hanın girişindeki geniş pasajın ortasındaki merdivenlerin öte yanında kocaman bir asansör kapısı vardı. Önünde hatırı sayılır bir kalabalık bekleşiyordu. Ben merdivenlere yöneldim.
Dört katı tempomu bozmadan çıktım.
Dördüncü katta durup nefesimi denetledim. Fena değildi. Gördüğüm ilk iki büronun kapısındaki numaralardan Sofuoğlu Ticaret’in hangi tarafta olabileceğini kestirdim, geniş koridoru denizin aksi yönüne doğru adımladım. Sağdan beşinci kapı, aradığım kapıydı.
Kapıyı tıklatmadan açtım.
İçeriden СКАЧАТЬ