Название: CELIL OKER-ÖZEL BASKI-ÇIPLAK CESET
Автор: Celil Oker
Издательство: Автор
isbn: 9789752126381
isbn:
Mersin Caddesi’ne geri dönüp ara sokaktaki bir baklavacıdan kocaman bir kutu baklava aldım. Yusuf Sarı’nın paketini de poşete koyup taksiye atladım Adana… Bu kez akşamın ilk uçağında yer vardı. Uçağa burnumda çöp kokusuyla bindim.
Sanırım Yusuf Sarı’nın İbrahim’e babasıyla ilgili anlatacağı o merak ettiği şeyi ben de biliyordum.
3. Bölüm
Havaalanından eve kadar taksinin içinde uyumamak için kendimi zor tuttum. Buzdolabındaki sucuğu yarım ekmek eşliğinde çiğ çiğ yedikten sonra telefonun zilinin sesini kıstım, arayacakları telesekretere emanet edip yatağa girdim.
Uyumadan önce son düşüncem, belki İbrahim Sarı’nın babasının yayla evinde tavandan sallanışını rüyamda görürüm olmuştu, ama ne onu gördüm ne içindeki 178 yolcusuyla “hafifçe sert” inerek kırdığım DC 100’ü. Uyandığımda saat onu biraz geçiyordu.
Kahvemi içerken İbo’nun evinin numarasını çevirdim telefonda. Yanıt beklemesem de uzun uzun çaldırdım. Kimse açmadı. Ardından Orhan Yılmaz’ın numarasını çevirdim, yine açan olmadı. İyi niyetli olmayan biri Yılmaz Productions’ın çalışma saatleri konusundaki politikasını eleştirebilirdi.
Bir kahve daha içtim. Bakkalın çırağı gazetemi yine getirmemişti. Bakkalı telefonla azarlamayı sonraya bırakıp üzerimdeki blucin ve gömleğin izin verdiği kadarıyla on iki dakika aikido ısınma hareketleri yaptım. İki yıldır Bizimtepe’de keyifli bir dojo’da haftanın üç günü aikido çalışıyordum. Hava Harp Okulu’nda öğrenir gibi yaptığım karatenin sokak çocuklarının eline geçmesinden sonra, benim yaşlarımda, sporu halı sahalarda aramayan biri için mükemmeldi. Biraz felsefe, biraz ter atma, biraz sosyalleşme ve silah kullanmasına yasa gereği izin verilmeyen, verilmese de kullanmayacak bir özel dedektif için gerekli bir iki hareket. Yusuf Sarı’yı bile etkileyen Hürriyet’teki küçük, çerçeveli ilanı da birlikte aikido çalışırken tanıştığım reklamcı arkadaşım hazırlamıştı.
Isınma bitince gazetelerin hayat tarzı yazarlarının deyimiyle “güne hazırdım”. Bakalım İbrahim Sarı, tarafımdan bulunmaya hazır mıydı?
Üstümde, duşa girerek atmaya kıyamadığım incecik, insanı rahatsız etmeyen bir ter tabakasıyla kendimi dışarı attım. Hava, Adana’daki kadar değil ama kalbinden kuşkulanan bir emekli öğretmeni evden çıkartmayacak kadar sıcaktı. Otomobilimin kapısını açtığımda biriken ısı çıksın diye bekledim.
Boğaziçi Üniversitesi evime yakındı. Karargâh nizamiyesi gibi kapıya dayandığımda daha tam olarak uyanmamış, öğle yemeğine kadar uyanacağı da şüpheli görevli, geçerlilik süresi yıllarca önce bitmiş THY mensubu kartıma yarım yamalak baktıktan sonra, eliyle resmi bir selam vererek, engeli kaldıran düğmeye bastı oturduğu yerden, beni içeri saldı.
İşaretleri takip ederek eskiden manzarası muhteşem bir yeşil alan olduğunu zannettiğim koca otoparka ulaştım. Üstü açık bir BMW ile siyah bir 4x4’ün arasına park ettikten sonra yokuş aşağı yürüdüm. Binaların ortasındaki futbol sahası büyüklüğündeki meydanda çimler, bedenlerinin açabildikleri kadarını güneşe vermiş kızlar ve oğlanlarla doluydu. Salak bir öğrenci velisi adımlarıyla kalabalığın daha yoğun olduğu kısma doğru yürüdüm. Pencerelerden gelen parkeye vurulan top seslerinden spor salonu olduğunu anladığım bir binanın alt katına inen merdivenlerden aralıksız inip çıkan çocukların peşine takılıp ben de indim. Geniş bir koridordan sağa dönünce kalabalık bir kantine geldiğimi gördüm.
Girişte dikildim. Yaş ortalaması yirmiyi aşmayan, yaşlarına uygun giysili bir kalabalığın kola, çay, kahve ve sigara takviyeli bol gürültüsü içinde hemen dikkati çekti gelişim. Blucinim, kısa kollu gömleğim, tekne ayakkabılarım onlardan biri sayılmama yetmedi doğallıkla. Bir iki oğlan kız birbiriyle bakıştı. Sesler kısılır gibi oldu. Sonunda en kalabalık grubun içinden, inisiyatif sahibi olduğu anlaşılan bıyıklı bir oğlan nezaketle karışık, yanlış yerdesin koçum tavırlarıyla yanıma geldi.
“Birini mi aradınız?”
“Evet,” dedim gururlu bir öğrenci velisi tavrıyla. “İbrahim Sarı.”
“Hangi bölümde?”
“Sosyoloji. Üçüncü sınıf.”
Düşünür gibi alnını kırıştırdı. Kantinde oturan kalabalığın içinde Sosyoloji’den birini arar gibi bakışlarını gezdirdi.
“Babası mısınız?” Polis misiniz dese de aynı ses tonunu kullanırdı eminim.
“Hayır,” dedim. “Adana’dan akrabasıyım. Amcası bir uğra dediydi…”
“Hangi yurtta kalıyor?”
“Yatılı değil,” dedim. “Hisar’da evi var. Sabah aradım, bulamadım.”
Dudaklarını, ben tanımıyorum, kantinde Sosyoloji’den kimse yok, durum umutsuz, beni de o kadar ilgilendirmiyor tavırlarıyla büzüştürdü. Kantine girmeden önce geçtiğim koridorun duvarlarındaki kulüp duyuru panolarının arasındaki Fotoğraf Kulübü panosunu hatırlayıp salladım:
“Fotoğraf Kulübü’ndeymiş diye duymuştum. Belki ordan tanıyan arkadaşları vardır.”
Hah, şimdi işimiz kolay tavırlarıyla yeniden ilgisini bende topladı. Kantinin köşesinde oturup bilemediğim bir mevzuu hararetle tartışan grubun içinde birine seslendi:
“İsmail, baksana!”
Adı İsmail olan uzun saçlı çocuk, dönüp bana baktı. Önündeki tabloid dergiyi masanın üstündeki kitapların arasına sokuşturup yerinden kalktı ve bize doğru yürüdü.
“Evet?”
Bıyıklı oğlan, “Bu bey…” dedi, polis olmadığıma karar vermişti anlaşılan. “İbrahim Sarı diye birini arıyor. Sizin kulüpteymiş.”
“Evet,” dedi uzun saçlı İsmail. “Epeydir ortada yok. Babası mısınız?”
“Hayır,” dedim. “Adana’dan geldim. Amcası biraz para göndermişti.”
“Açıkçası ben de merak ediyorum. Final dönemindeyiz, ortaya çıkmazsa atarlar valla.”
“Yapma yav!” dedim. “Nerde olabilir bu çocuk?” Biraz telaşlanmam gerekiyordu doğallıkla.
Beni ilk karşılayan bıyıklı oğlan, sınıfından birini bulursam daha iyi olacağını tavsiye edip masasına döndü. Bana olan ilgisi bütünüyle kaybolmuştu.
“Aslında СКАЧАТЬ