Çocukluk hatıralarını anlama becerisi, oldukça yüksek ölçüde bir empati, yani kişinin kendisini çocukların çocukluktaki konumlarıyla özdeşleştirebilme becerisine sahip olmasını gerektirir. Ancak böyle bir empati sayesinde küçük bir kardeşin aileye katılmasının hayatındaki asıl önemini ya da asabi bir babanın çocuğun hayatında bıraktığı izlenimi anlayabiliriz.
Kişisel Mantık
Şayet kötü bir biçimde yetiştirilmiş çocukların bulunduğu bir aileyi gözlemlersek her şeye rağmen bu çocukların hepsinin, akıllı görünmelerine rağmen (şayet bir soru sorarsanız doğru cevabı verebilecekleri manada) güçlü bir aşağılık hissine sahip olduklarını görebiliriz. Zekâ denen şey elbette sağduyu anlamına gelmek zorunda değildir. Böyle çocuklar nevrotik insanlarda karşılaşabileceğimiz türden bireysel (aslında kişisel olarak adlandırabileceğimiz) bir zihinsel tutum takınabilir. Örneğin bir baskı nevrozu esnasında ebeveynler baskıcı davranışlarının beyhudeliğini fark ederler ancak buna engel olamazlar. Kişisel anlayış ve kişisel dil de yüksek bir sosyal çıkar derecesini temsil eden sağduyu dilini asla konuşamayan delilerin karakteristik özelliğidir.
Şayet sağduyu muhakemesini kişisel mantıkla mukayese edecek olursak sağduyu muhakemesinin genellikle gerçeğe daha yakın olduğunu görürüz. Sağduyuyu genelde iyi ve kötü arasında ayrım yapmak üzere kullanırız ve çoğu zaman karmaşık bir durumda hatalar yapsak da hatalar kendilerini düzeltme eğilimindedir. Ancak her zaman kendi kişisel çıkarlarının peşinde koşanlar doğru ve yanlışı diğer insanlar kadar kolay ayırt edemez. Aslında eylemleri gözlemciler için oldukça anlaşılır olduğundan bu yetersizliklerini çoğu kez açığa vururlar.
Suçların nasıl işlendiğini bir düşünün. Şayet suçluların zekâ, anlayış biçimi ve güdülerini inceleyecek olursak suçlarını daima hem becerikli hem de kahramansı bulduklarına tanık oluruz. Belirli bir üstünlük hedefine ulaştıklarına inanırlar. Yani onlara göre polislerden daha akıllıdırlar ve diğer herkese karşı galip gelmişlerdir. Bu yüzden de kendi zihinlerinde kahramandırlar ve eylemlerinin kahramanlık girişimlerinden uzak, çok farklı bir şeyi temsil ettiğini düşünmezler. Eylemlerini zararlı ya da toplum için faydasız kılan sosyal çıkar eksiklikleri cesaretsizlikle, korkaklıkla ilişkilidir ancak onlar bunu bilmezler. Yüzlerini hayatın yararsız tarafına çevirenler başarısızlıktan, karanlıktan ve yalnızlıktan korkarlar. Diğerleriyle birlikte olmak isterler. Bu korkaklıktır ve bu şekilde nitelendirilmelidir. Aslında suçu önlemenin en iyi yolu, herkesi suçun aslında korkaklıktan başka bir şey olmadığına ikna etmektir.
Bazı suçluların otuz ya da kırklı yaşlarına yaklaştıklarında davranış tarzlarını değiştirdikleri bilinmektedir. Bir iş bulurlar, evlenip iyi vatandaş oluverirler. Peki ama neden? Hırsızları bir düşünün. Kırk yaşındaki hırsızlar yirmi yaşındaki hırsızlarla nasıl rekabet edebilir ki? Elbette genç olanlar daha hızlı ve daha güçlüdür. Dahası otuz ya da kırk yaşındaki suçlular daha önceki hayatlarına göre farklı bir yaşam tarzı sürmek zorunda kalırlar. Yani ihtiyaç duyduklarını kendilerine vermediği için artık suç işlemeye değmez ve emekli olmanın daha uygun olduğunu düşünürler.
Suçlularla ilgili akılda tutulması gereken başka bir husus, daha şiddetli cezalar vermenin suçluları korkutmak şöyle dursun onların birer kahraman oldukları görüşünü pekiştirmekten başka bir işe yaramadığıdır. Suçluların ben merkezcil bir dünyada yaşadıklarını asla unutmamalıyız. Bu dünyada kişi asla gerçek cesareti, özgüveni, toplumsallık duygusunu ya da ortak değerleri bulamaz. Bu ruh hali içindeki insanların toplumda yararlı bir rol oynamaları mümkün değildir. Nevrotik insanlar nadiren cemiyet kurabilirler. Ayrıca böyle bir şey açık alan korkusu çekenler ile sabıkalı deliler için imkânsızı başarmak gibidir. Sorunlu çocuklar nadiren arkadaş edinirler ve bunun nedeni de pek sıklıkla söylenmez. Ancak yine de bunun bir nedeni vardır. Nadiren arkadaşlık kurarlar çünkü hayatlarının erken dönemi bencil bir doğrultuda ilerlemiştir. Kişi modelleri yanlış hedeflere ve kişisel bir mantık sistemine yönelmiştir, bu sebeple hayatın olumsuz tarafına sürükleyen bir yola girmişlerdir.
Sosyal Çıkarın Önemi
Sosyal çıkar ya da sosyal duygu kavramı önemli bir kavramdır. Eğitim sistemimizin, tedavi ve iyileştirme yöntemimizin en önemli kısmıdır. Yalnızca cesur, kendine güvenen ve dünyada kendini rahat hisseden insanlar hayatın hem sorunlarından hem de avantajlarından yararlanabilir. Böyle insanlar asla korkmazlar. Hayatta her zaman zorlukların olduğunu bilirler ancak sorunların üstesinden gelebileceklerini de bilirler. Hayatın sosyal bakımdan çeşitli zorluklarının tümüne karşı hazırlıklıdırlar.
Bahsettiğimiz üç tip çocuk çok daha düşük bir sosyal çıkar duygusuna sahip bir model kişi geliştirirler. Hayatın güçlüklerinin çözümü için gerekli zihinsel tutumdan yoksundurlar. Yenilmişlik duygusuyla hayatın sorunlarına karşı hatalı bir tutum geliştirirler. Böyle hastaları tedavi etmede üzerimize düşen “yararlı” sosyal davranış ve hatayla topluma karşı olumlu ya da “yararlı” bir tutum olarak tanımladığım şeyi desteklemektir.
Sosyal çıkar eksikliği insanları hayatın olumsuz ya da “yararsız” tarafına yönlendirme eğilimindedir. Ciddi ölçüde sosyal çıkar eksikliği çeken insanlar ihmalkâr, suçlu, alkolik ya da akıl hastası olurlar. Böyle tiplerin vakasında karşımıza çıkan sorun onları yararlı ve yapıcı bir davranış biçimi benimseyecek ve diğer insanlarla ilgilenecek şekilde etkilemenin bir yolunu bulmaktır. Bu nedenle bireysel psikoloji olarak adlandırdığımız şey aslında sosyal psikolojidir.
Hisler ve Duygular
Yaşama sanatındaki bir sonraki adım hislerin incelenmesidir. Bir hedef benimsemek sadece bireysel karakter özelliklerini, fiziksel eylemler ve dışavurumları etkilemekle kalmaz; ayrıca hislerin ömrüne de yön verir. Bireylerin kendi davranışlarını daima duygularına başvurarak haklı çıkarmaya çalışmaları kayda değerdir. Bu yüzden şayet bireyler sıkı çalışmaya hevesli olurlarsa bu düşüncenin beslenip büyütülüp duygusal hayatlarının tümünde baskın bir rol oynadığına tanıklık ederiz. İnsanların hisleri her zaman görevlerine karşı yaklaşımları ile uyuşur. Hisler tutumlarını pekiştirir. Daima ne yapacaksak onu yaparız ve hislerimiz eylemlerimize eşlik eder.
Bu durumu muhtemelen bireysel psikolojinin en önemli inceleme alanlarından biri olan rüyalarda oldukça net bir biçimde görebiliriz. Her ne kadar önceleri asla açık bir şekilde anlaşılmamış olsa da her rüyanın bir amacı vardır. Genelde rüyanın amacı belirli bir his ya da duygu yaratmaktır. Bu duygu daha sonra rüyanın amacına yardımcı olur. Davranmak istediğimiz biçimde rüya görürüz. Rüyalar uyanıkken yerine getirdiğimiz eylemlerin planları ve tutumlarının duygusal bir provasıdır. Ancak böylesi bir prova, asla başarılı olamama ihtimali taşıyan bir oyunun provasıdır. Bu bakımdan rüyalar СКАЧАТЬ