Bilmem geceye hiç dikkat ettiniz mi? Yeryüzüne bir kere karanlık çökünce odanın kapısı, penceresi bir kere kapanınca yalnızlığın vahşeti düşünceleri, kalbi sarar, dünyada varlıkla yokluğun hiçbir farkı kalmaz. Ne tarafa bakılırsa bakılsın hiçbir şey görünmez; ses işitilmez, dostla düşman görünmez. İnsan uyuyabilirse Beliğ’in:7 “Can parasıyla bu âlemden ucuz kurtuldum,” sözünü tekrar ederek mezara girenler kadar mutlu olur, olsa olsa rüya görür. Rüya ise ne kadar eziyetli olursa olsun sonunda bir, iki saat sürer. İnsan, uyumayı başaramazsa doğal olarak – belki zorunlu olarak – nefsini ve benliğini ister istemez gönlünün içinde saklar; vücut, ruha mezar olur; adeta bir kabir azabı başlar.
Öyle bir durumda insanın aklından, hayallerinden neler geçmez! Öyle bir uykusuzlukta, düşündüğü her şeyi yapabilir mi? Mezara girdiği zaman sorgu meleklerine cevapları kendi isteğiyle verebilecek olan var mıdır? Acaba insanın içini dışına çevirseler, vicdanıyla baş başa kaldığı zamanlarda kurduğu hayallerden daha mı çirkin görünür?
Bu sıkıntı dolu dünyada, bir gece yalnız kalınca duyduğu endişelerden dolayı uykusu kaçmayan, içinde bulunduğu durumdan dolayı dünyayı, kendini, günahını ve sevabını düşünmeyen ve bu sırada milletimizin en büyük hâkimi olan bir kişiye seslenerek, “Heyhat! Sözün aynı sevap gibiymiş; doğruymuş. Dünyaya geldiğime ben de pişman oldum,” demeyen kimse var mıdır?
Dünyanın sıkıntılar evi olduğu herkesçe biliniyor. İnsanın ne kadar zayıf bir mahlûk olduğu da anlatılmaya gerek olmayacak kadar ortada. Ali Bey’in ahlakını, terbiyesini ve endişelerini yukarıda anlattık. Şimdi kendinizi bir kere onun yerine koyunuz. Bir de bir kereye mahsus olmak üzere bir endişeden dolayı uykusuz kalınız. (O, söylenmesi bile utanç verecek hayallerinizi bir yana bırakalım.) Simya bilmek, kimya yapmak, dünyayı istediğiniz şekle getirmek için olağanüstü bir güce sahip olmak, define bulmak, bir kıtada hüküm sürmek gibi ne kadar olmayacak şeyler ve hayaller varsa hepsine olumlu bir yön ararsınız. Sonunda yine acizliğinizi görür ve ölümden başka bir şey istememeye başlarsınız. İnsan, yatağına yorganına, çarşafına bakar da (onların) kefenden, topraktan bir farkının olmadığını düşünür. Kendini öldürmek ister, yapamaz. Sonra çaresizce beklemeye karar verir değil mi? Ali Bey’in durumu da bu anlattıklarım gibiydi.
Zihni, düşünce ve hayallerle doluydu. Her birini tek tek gözden geçirdi. Hepsi de gözüne uyku gibi tatlı; fakat gece gibi karanlık, huzur gibi imkânsız göründü. Uzun ve ıstıraplı bir gecenin sabahı pazar olduğundan Ali Bey, hayattaki amacını düşündü. Arabanın oralarda olabileceği kuvvetli bir ihtimal olduğundan – diri diri mezara gömülmüş bir adam gibi – gözünü kırpmaksızın içinde yuvarlandığı yataktan kalkar kalkmaz ilk işi yine o gezinti ve seyir yerine gitmek oldu. Çamlıca’ya gidince iki gün önce arkadaşlarıyla oturduğu köşeye yine oturdu. İki saat bile geçmemişti ki beklediği araba karşıdan göründü. Sanki tüm istekleri cisimleşmiş, araba şeklini alarak karşısına çıkmıştı. Anne ve babasını karşılayınca söz söylemeye utanan çocuk, arabayı görünce telaşlandı.
Arabaya doğru yürüdü, araba ise ondan kaçarcasına gidiyordu. Sanki kendisi istekli, araba ise o isteğin somutlaşmış haliydi. Bir süre sonra gide gide kalabalıktan ayrıldılar. Araba, Çamlıca’dan yaklaşık on dakikalık uzaklıkta, bir ağacın altında durdu. Ali Bey, on beş dakika kadar ne yapacağını bilemeyerek etrafta dolaşmaya başladı. İşte, insanın durumu budur! Bir amacın etrafında dolaşır; fakat ona kavuşacağı ümidinin ortaya çıkışıyla yaklaşmaktan çekinir.
Bey, bu halde şaşkınlıklar içindeyken arabanın şafak renkli canfes8 perdeleri açıldı. İçinden gene ne anlama geldiğini bilmediği bir işaret verildi. Bey için bu işaret, anlaşılması imkânsız diğer bir bilmeceydi. Birçok düşünce ve tasarıdan, şüpheden, tereddütten sonra insan, bilmediği şeyi kendi isteğine uygun şekilde anlamlandırır. Ali Bey de bu işareti davet olarak yorumladı (doğru yorumlamıştı).
Bu düşünceyle – yukarıda açıklandığı üzere utana sıkıla-arabaya yaklaşmak istedi. Öyle bir durumdaydı ki gözlerinin, kaşlarının; kısacası, her azasının hareketleri (yaklaşmak için) izin istiyordu sanki. Bir on beş adım kadar yaklaşınca arabanın iki kapısı birden açıldı. beyin karşısındaki taraftan, kumru göğsü feraceli bir hanım, diğer taraftan da iki cariye indi. Cariyeler, arabacıyla birlikte bir tarafa çekildiler. Hanım, Ali Bey’e doğru gelmeye başladı.
Herkesçe bilinir ki böyle gezip dolaşmayı seven hanımefendilerin yüzlerindeki yaşmak, adeta kabarmış bir düzgün9 gibidir. Bu yaşmak, yüzünü örtmek için değil, güzelliğini ortaya çıkarmak, ama hercai gönlünü, az zekâsını ve yalancı nezaketini saklamak için kullanılır. İşte, Ali Bey’in birkaç geceden beri zihnini ele geçiren sevgilisi hakkındaki hayalleri cisimleşmiş, o güzellikten yansıyan ışık, hafif perdenin aralanmasıyla bakışlarına değmişti.
Ali Bey, utangaçlığı ile o güzelliğin şiddetli çekimi arasında – ki mıknatıs arasına düşmüş bir maden parçası gibi-sessizliğin acısına ve acının sessizliğine çekilerek bir süre böyle tereddüt ederek bekledi. Nihayet, cesaretini toplayarak gözlerini biraz kaldırınca karşısında ne görsün! Ustanın elinden çıkmış bir put gibi güzel vücutlu, siyah saçlı, incecik düz kaşlı, noktalı yeşil gözlü, siyah uzun kirpikli, hafif sarı üzerine dalgalı koyu al yanaklı, irice çekme burunlu, ufak ağızlı (şiddetli bir tutkuyu gösterir şekilde) kalın kor dudaklı, karşısına her çıkanı kucaklayacak gibi eğilerek yürüyen, insanın kalbine girecek gibi hüzünlü ve dikkatli bakan bir afet karşısında duruyor.
Her türlü şiddetli isteğin duyulduğu bu yaşlarda terbiyeli bir delikanlı, hayallerinin sevgilisi olan kadınla ilk buluştuğunda şaşkınlıktan, ağlamaktan başka ne yapabilir?
İşte Ali Bey de bu derece zor, böyle bir etki altında kaldı. Gönlünde sakladıklarını söylemek isteyip tereddüt ederken, dudaklarını ısırmaktan başka bir şey yapamayarak, hasret bakışıyla gönlündekileri söyleme isteğine düşerken, gözlerinin dolmasına engel olamayıp acı içinde kıvranırken hanımefendi tarafından söze başlandı.
Ey huzur bozucu! Yaktın yanmış gönlümü,
Yeni heveslere saldın şu kendinden usanmış gönlümü
Kadının adı Mehpeyker’di; ahlak ve terbiyece Ali Bey’in aksine namussuz, gayet alçak bir ailede yetişmiş ve çocukluktan genç kızlığa geçer geçmez ne kadar namussuz varsa onlara usta olmuştu. Biraz okuyup yazma öğrendiği ve vaktinin çoğunu meşhur aşüftelerin toplantı yerinde geçirdiği için hilekâr zekâsı çok gelişmişti. Peri kadar güzel, Haccâc10 kadar dirayetli bir şeytan yaratılmış olsaydı, istediği adamı ele geçirmede bu kadın kadar becerikli ya olur ya olmazdı.
Bununla beraber, son derece şehvet düşkünü olduğu için hoşlandığı erkekleri kontrolü altında tutmak istiyor, hatta girişimlerinin hepsinde başarılı oluyordu.
Yakışıklı erkekleri seviyordu; fakat yılan bir çiçeği nasıl severse bu da öyle seviyordu; bir insanı nasıl sarıyorsa bu da öyle sarmak istiyordu; mezar, vücudu nasıl kucaklıyorsa bu da öyle kucaklamaya çalışıyordu; СКАЧАТЬ
7
Beliğ, Mehmed Emin: 18. yüzyıl divan şairi.
8
Canfes (Ar.): Parlak, ince, iki renkli gibi görünen ipekli kumaş.
9
Bir çeşit fondöten.
10
Haccâc bin Yûsuf es-Sekafî. Bilinen adıyla Zalim Haccâc: Emevi döneminde Irak Valisi.