Mutfak Çıkmazı. Yücel Tahsin
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Mutfak Çıkmazı - Yücel Tahsin страница 7

Название: Mutfak Çıkmazı

Автор: Yücel Tahsin

Издательство: Can Yayınları

Жанр:

Серия:

isbn: 9789750717239

isbn:

СКАЧАТЬ önünde durdu. Sonra oturdu. Boşalmış tabağa, çatala, bıçağa, ekmek kırıntılarına baktı. İlyas’a döndü. Alaylı alaylı güldü.

      “Yakaladım!” diye haykırdı sonra. “Yakaladım seni, Divitoğlu! Aşçı olduğunu gizledin benden. Soyundan, sopundan söz ettin hep, aşçılığını gizledin. Ama benden ne kaçar ki! Peki ama… nasıl anlamadım şimdiye kadar? Suratından aşçılık akıyor senin. Suratın ‘aşçıyım’ diye haykırıyor. Ben bunu nasıl duymadım? Ne yaptın da suratını susturdun? Alacağın olsun, Divitoğlu! Bir de beni sevdiğini söylerdin. Geçen gün söyledin daha, haftası bile dolmadı. Hem de, çok gerekliymiş gibi, yeminler ettin. Ama bunu hiç açmadın, gizledin. Ne diye gizledin sanki! İnsan sevdiğinden bir şey gizler mi? Bu çok güzel bir şey, Divitoğlu, çok ilginç bir şey. Benden ne diye gizledin?” dedi, bir somurttu, bir güldü. Hep böyleydi, hep böyle şaşırtırdı insanı, damdan düşer gibi sözler söylerdi, insanı deli ederdi.

      Divitoğlu gözlerini yere dikmişti. Yüzü kıpkırmızıydı, dizleri titriyordu. Kasap dükkânında bile duymamıştı bu utancı, hiçbir zaman böylesine utanmamıştı.

      “İlk bugün başladım!” diye kekeledi. “Bu ilk yemeğim…” Yutkundu, başını kaldıramadı. Emel hemen kalkıp gitse ya da biraz daha alay etseydi, belki de kaba kacağa elini bile sürmezdi bundan böyle, belki yemek işi burada biterdi. Ama, kalkıp gitmedi, alayın türünü değiştirdi. Bir kahkaha kopardı. Yoksul bekâr odasına renk renk çiçekler gibi dağıldı kahkahası, havayı değiştiriverdi.

      “Demek ilk yemeğin?” dedi, çok çekiciydi. “Divitoğlu, ne güzel söyledin, ne güzel söylersin her şeyi! İlk yemek, ilk balo gibi! Her şeyin ilki güzeldir: ilk aşk, ilk balo, ilk yemek… İlk yemeğinden yemek isterim, Divitoğlu!”

      Divitoğlu birden başını kaldırıp gözlerini Emel’e dikti. Utançla umut birbirine girdi içinde. Sofrasını kaldırmadığı için kızıyordu kendi kendine, Emel’den utanıyor, önünde küçüldüğünü duyuyordu. Gene de üzülmüyordu. Nasıl üzülürdü? Emel gene sık sık, gene durmadan, gene alay eder gibi “Divitoğlu, Divitoğlu!” deyip duruyordu. Her zaman yapmazdı bunu, çok yakınlaştıkları, çok seviştikleri zamanlarda yapardı. İkide bir “Divitoğlu” derdi böyle. Bu nedenle umutluydu Divitoğlu, bu nedenle gözlerine şimdi her şey güzel görünüyor, kötü şeyler önemini yitiriyordu. Nasıl üzülürdü! Şıkır şıkır bir “Kim bilir?” geçti içinden. Kim bilirdi, saatlerce dil dökmekle elde edemediğini bir tabak yemekle elde ederdi belki. Emel’in işleri belli olmazdı. Birden “Evet!” diyebilirdi. Ama demedi. Eski döşeme tahtalarının delinmiş yerlerine çakılmış teneke yamalara vurdu ayaklarını.

      “Divitoğlu, duymadın mı?” diye bağırdı. “Duymadın mı, senden yemek istedim! Boşuna cimrilik etme, vazgeçmem. Yoksa hepsini yedin mi? Bu kadar mı obursun? Dostlarını düşünmez misin hiç, beni düşünmez misin? Hepsini yedinse yeniden yaptırtırım. Pişirinceye kadar da beklerim, yemeden gitmem, bak, söyleyeyim şimdiden,” dedi.

      Divitoğlu gülümsedi. İçindeki köksüz umut daha bir yeşerdi.

      “Hayır, canım, hayır,” diye yanıtladı. “Seni düşünmez miyim hiç? Payını ayırdım.”

      “Ne duruyorsun öyleyse?”

      Divitoğlu hemen mutfağa gitti. Bir tabak yemek ısıttı, alıp getirdi. Emel bir kahkaha daha kopardı.

      “Ne güzel kokuyor!” dedi sonra. “Çok aptalmışım, anlayamamışım seni, büyük aşçı gözlerimin önündeymiş, tanıyamamışım,” dedi. Alay mı ediyordu, yoksa düşündüğünü mü söylüyordu, anlaşılmıyordu. Ama taşkın bir sevinç içindeydi. Sevinci İlyas’a da geçiyordu. İlyas şimdi çok rahattı, artık utanmıyordu.

      “Ye de ondan sonra konuş,” dedi.

      Emel çatalı, bıçağı eline aldı. İlk lokmayı ağır ağır çiğnedi. Yutar yutmaz yerinden kalktı. Dosdoğru İlyas’a gitti, eğildi, alnından öptü.

      “Çok güzel!” dedi. “Yemeğin çok güzel olmuş, Divitoğlu. Çok iyi aşçısın. O kadar güzel ki… bu kadar olur…” diye ekledi. Sonra gene çatalını eline aldı, yeniden başladı haşlamaya. Her lokmada bir şey söyledi.

      Divitoğlu hiç sesini çıkarmadı. Gözleri Emel’den ayrılmıyordu. Öpülen yerin yumuşak sıcaklığını duyuyordu alnında. Sıcaklık gittikçe artıyor, derinleşip dağılıyor, her yanına yayılıyordu. Divitoğlu bedeninde sıcaklığın yayılışını dinliyordu. Hem çok hoştu, hem korkunç. İçinde bir yerler titriyordu Divitoğlu’nun, başı dönüyordu, şimdi deli deli bakıyordu. Ama Emel onu çoktan unutmuştu, yediği yemeğe vermişti kendini. Yemeğin eşsiz tadını benliğine sindirmek istiyordu. Haşlamanın gittikçe azalmasına üzülür gibiydi, çok ağır yiyordu. Ama yemek azaldıkça azaldı, en sonunda boşaldı tabağı. Tabak boşalınca başını çevirdi.

      “Yemeğin çok güzel olmuş. Böylesini az yedim ömrümde. Bunu hiç unutmayacağım,” dedi.

      Divitoğlu gene yanıt vermedi. Sıcaklığı dinliyordu. Sıcaklık tüm damarlarında geriniyordu. Damarlarını patlatmak istiyordu sanki ya da çıkmak, ilk geldiği yere dönmek istiyordu. Evet, öyle, duyuyordu iyice: geri dönmek istiyordu! Divitoğlu ayağa kalktı, artık dayanamıyordu! Sıcaklığı boşaltmaya çalıştı. Ama boşalmıyor, artıyordu, başını döndürüyordu Divitoğlu’nun, o gene de vazgeçmiyordu. Sonra Emel birden geriye çekildi, elinin tersiyle ağzını sildi.

      “Yaramazlık istemem!” dedi. “Divitoğlu, ne biçim şey bu yaptığın! Sana yakışır mı! Bilmez misin, dostlar böyle öpüşmez,” dedi, gene yıktı şıkır şıkır umutları.

      Divitoğlu zorlu bir yumruk yemiş gibi sarsıldı. Bir şeyler koparmak, bir şeyler kırmak, bir şeyleri yıkmak geldi içinden, az önce yaptığını bir daha yapmak, ne olursa olsun yeniden başlamak geldi. Ama korkunç güçsüzlüğünü duydu birdenbire, durmadan küçüldüğünü, alçaldığını duydu. Alçalışı, küçülüşü durdurmak istedi, yumruklarını sıktı.

      “Bu ilk öpüşmemiz değil ki!” dedi. “Sonra sana dost gözüyle baktığım da olmadı.”

      “Ama ben hep dost gözüyle baktım sana.”

      “Gene de o kadar seviştin benimle.”

      “Yanılmışım.”

      “Neden?” dedi Divitoğlu. Gene yerdeydi gözleri. “Neden? Beni beğenmiyor musun? Neyimi beğenmiyorsun?” diye üsteledi. Ama iyi biliyordu: yersiz ve saçmaydı sözleri, hiçbir şeyi değiştirmeyeceklerdi, gene de söylemeden edemiyordu. “Söylesene, neden?” dedi bir daha.

      “Yemeklerin güzel,” dedi Emel, besbelli, işin alayındaydı. “Haşlamayı beğendim. Seni de severim. Ama bir dost gibi severim, başka türlü değil. Başka türlü seveceğim adam da gelecek. Kimdir, nasıldır, ne yapar, nelerden hoşlanır, neleri sever, orasını bilmiyorum şimdilik, ama bir gün çıkıp gelecek,” dedi.

      Divitoğlu kendi kendini yiyordu.

      “Saçma,” diye homurdandı.

      “Saçmalayan sensin!” dedi Emel. СКАЧАТЬ