Название: Öteki Hayatlar
Автор: Emin Göncüoğlu
Издательство: Elips Kitap
isbn: 978-625-6862-72-2
isbn:
Günün yorgunluğu ve yorganın altındaki ılık sıcaklığın etkisi ile kendimden geçip bir saat kadar uyumuşum. Uyandığımda tabiat çıldırmıştı sanki! Pencere camını parçalarcasına yağan yağmurun ve gök gürültüsünün sesine uyanmıştım. Karanlık gökyüzünde kırılarak çakan şimşekler penceremin önüne düşüyorlardı sanki! Yattığım yerden kalkmadan, dışarıdaki çılgınlığın bende yarattığı ürkekliğini azaltmak için bir süre kendimle boğuşuyorum. Ama aniden gürleyen gökyüzü beni ve tüm canlıları parçalayacakmış gibi görünüyor ve az önce kendi kendimle girdiğim çabaların boşa çıkmasını sağlıyor! Yakında bir yerlere düştüğü, çıkardığı sesten anlaşılan yıldırımdan saçılan ışıklarla odamın beyaz tül perdesi aydınlanıp renk değiştiriyor!
Kalkıp ışığı açmaya niyetleniyorum fakat sonra her şiddetli yağmurda olduğu gibi elektriğin mutlaka kesilmiş olduğunu düşünüyorum. Odamın duvarları, yatağımın içindeki sükûnet, tabiatın gürleyen çılgınlığı karşısında beni sakinleştirip yatıştırmada çok etkisiz kalıyorlar! Hem kendimden hem de beni kuşatan hayattan memnun değilim! İçimde yanan huzursuzluk meşalesinin sönmesini sabırsızlıkla bekliyorum, ama bu kısa bir sürede mümkün olacakmış gibi görünmüyor. Ürkütücü karanlığın içinde ölümü bekler gibi uzanıp durmak daha incitici hâle gelince yataktan çıkıyorum ve odamın içindeki soğuğu bütün bedenimde duyuyorum! Kontrol ediyorum, bu saatte sıcak olması gereken petekler soğuk. Elektrik düğmesine basıyorum ışık yanmıyor. Her yanı saran karanlık bütün nesnelerin detaylarını yiyip yutmuş!
Penceremdeki beyaz tül perdem, elektrik düğmesi, yatağım, masam, köşedeki elbise dolabım kabaca ve silik görünüyorlar. Tül perdeyi açıyorum amaçsızca, sanki dışarıda olmayan aydınlık içeri dolacakmış gibi. Hiçbir yerde elektrik yok. Şehirde, benim gibi karanlığın içinde sessizce bekliyor. Yağan yağmurun yoğunluğu dışarıdaki karaltıyı artırıp görüş mesafesini tümden yok etmiş sanki.
Arada bir çakan şimşek korku filmlerinden hatırladığım görüntüler gibi, karanlığın içine gömülmüş şehrin o bölümlerini parlak ışıkları ile aydınlatıp tekrar kayboluyor ve ardından, gürleyip kükreyen gökyüzünün sesi, her yanımı titretiyor!
Yavaşça, bir yerlere çarpmamaya özen göstererek mutfağa gidiyorum. Elimi gaz ocağının etrafında gezdirecek kibriti buluyorum. Babamdan hiç ses gelmediğine göre oturduğu yerde uyumuş olmalı. Yaktığım kibritin, minicik, kırmızı, oynak alevinden yayılan ışıklarla çekmecelerin, dolapların içinde mum arıyorum ve birazı yanıp bitmiş beyaz bir mum buluyorum. Buna seviniyorum. Mumu yakıyorum. Etrafından süzülen mum yağlarını cam bir küllüğün ortasına damlatarak mumu üstüne yapıştırıyorum ve elimdeki mumun aydınlığında oturma odasında olduğunu, uyuyup kaldığını tahmin ettiğim, babamın yanına gidiyorum. Yanılmıyorum, babam, boynu sağ yanına düşmüş uyuyor!
Horlamıyor ama nefes alış verişleri hırıltılı. Elimdeki mumu yanındaki ceviz kaplama sehpanın üstüne koyarken babamın, doktorunun yeter artık içme demesine rağmen içinde mum yanan küllüğün aynısını sigara izmaritleri ile doldurduğunu, yanında kibritle bir paket samsun sigarasını, okunduktan sonra içe doğru katlanmış Milliyet Gazetesi’ni görüyorum.
Babam, içinde mum yanan küllüğü sehpaya koyarken çıkan çarpma sesine ve varlığıma uyanıyor. Anlamsızca yüzüme bakıyor. Ne düşündüğünü sezmeye çalışıyorum. Sehpanın üstündeki mumun zayıf alevinden yayılan kırmızı ışıklar yüzüne vururken ürkütücü görünüyor!
Odanın içine yayılan titrek ışık, yüzü yeşil, fitilli kadifeden eski ve rengi ağarmış koltuk takımını, onların arasındaki elli bir ekran televizyonu, ortadaki uzun ceviz kaplama sehpayı, pencerenin yanındaki köşedeki çoğunlukla benim, birkaç tane de ablamdan kalan kitapların olduğu küçük kitaplığı, babamın oturduğu koltuğun arkasındaki duvarda asılı duran, çekilirken benim hatırlamayacağım kadar küçük olduğum aile fotoğrafımızı, sigara dumanından rengi sararmış tül perdeyi, babamın karşısındaki duvarda asılı duran babamın babasının kara kalemle yapılmış, çerçevesi ceviz ağacından yapılmış, başı kasketli, bıyıklı, kravatsız beyaz gömleğinin yakalarındaki düğmeler iliklenmiş kırk, kırk beş yaşlarındaki camlı resmi silikçe gösteriyor.
Elimdeki mumu sehpaya koyduktan sonra geri çekilip odanın ortasında amaçsızca dikilirken babamın yanındaki içi sigara dolu küllükten yayılan ve etrafa sinmiş kokudan iğreniyorum. Odadan koridora vuran zayıf ışıkta, dolu küllüğü mutfaktaki çöp torbasına döküp dönüyorum. Elimde, hâlâ sigara kokan içi boş küllüğü babamın yanındaki sehpaya bırakırken yüzünde kendisini tümden yıkılmış gibi gösteren, ürkütücü ifadenin hâlâ durduğunu fark ediyorum! Geriye doğru çekilirken yüzündeki o ürkütücü ifadeye bakmaktan korkarak:
“Baba odayı havalandırayım mı?” diyorum.
Yanında oynayan mumun alevine isteksizce bakarak bir tek sözcük çıkıyor ağzından: “Havalandır.” diyor ve susuyor.
Tül perdeyi yana çekip pencereyi açarken evlerin pencerelerinden sızan zayıf ışıkları görüyorum. Yağmur hâlâ çılgınca yağıyor ve açık duran camdan küçük, soğuk su damlaları yüzüme çarpıyor. Dışarıdan içeri süzülen soğuk havayla küllüğün içindeki mum alevi iyice dalgalanıp ışıklarını oturma odasının her yanında oynatmaya başlıyor. Ben yüzüme çarpan yağmur damlaları ve içeri dolan soğuk havayla biraz canlanıp karanlığa gömülmüş şehrin içindeki solgun ışıkları bulmaya çalışırken babamın biraz sinirli bir sesle:
“Üşüdüm!” dediğini duyuyorum.
Ona hiç bakmadan pencereyi kapatırken camdan yansıyan kendi görüntümü ve gerisindeki odanın içini ve koltuğundan bana bakan babamı görüyorum. Babamın yüzüne bakmamaya çaba göstererek:
“Aç mısın, sana yoğurdunu getireyim mi?” diyorum.
“Aç değilim. Saat kaç?” diyor kendi kolundaki saate bakmadan.
“Beş.” diyorum. O yüzündeki bezgin ve ürkütücü ifadeyle bana bakarken çekingen bir sesle:
“Sana battaniye getireyim mi?” diyorum. Bir süre sessizce ve boş gözlerle bekledikten sonra: “Getir!” diyor. Onun yattığı odadaki gömme dolaptan, el yordamıyla bulduğum battaniye ile dönerken gök gürlemesi bizden daha da uzaklaşmış gibi duyuluyor. Elimdeki battaniyeyi babamın boğazına kadar örterken terliksiz üşümüş ayaklarını da iyice sarıp sarmalıyorum. Yaşlı yüzünde bir memnuniyet ifadesi görmek istiyorum ama bu isteğime ilişkin hiçbir şey bulamıyorum. Yüzüme bakarken bana endişeli gibi gelen bir sesle:
“Otur.” diyor. Tam karşısındaki ikili koltuğa isteksizce oturuyor ve cama şiddetle vuran yağmur damlalarına bakıyor, çıkardıkları sesleri dinliyorum.
“Elektrikler ne zamandır yok?”
“Bilmiyorum. Biraz uyumuşum, uyandığımda yanmıyordu.”
Arada bir işittiğim taşıtların korna СКАЧАТЬ