Uğultulu Tepeler. Эмили Бронте
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Uğultulu Tepeler - Эмили Бронте страница 6

Название: Uğultulu Tepeler

Автор: Эмили Бронте

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-6486-54-6

isbn:

СКАЧАТЬ göre bir yer değil. Şu zavallı çocuğa bakın, neredeyse boğulacak. Şşşt, sus! Bu böyle devam etmez… Hadi gel de yaranı bereni sarayım. Ha şöyle, kımıldama.”

      Bu sözlerle birlikte bir kova dolusu buz gibi suyu başımdan aşağı döktü, sonra beni zorla mutfağa götürdü. Bay Heathcliff de peşimizden geldi. Yüzündeki geçici neşe kaybolmuş, her zamanki suratsız, kederli havasına bürünmüştü.

      Çok hastaydım, başım dönüyordu, bayılacak gibiydim. Bu yüzden de adam beni çatısının altında barındırmak zorunda kaldı. Zillah’ya bana bir bardak konyak vermesini söyledi, sonra içerideki odaya geçti. Bu sırada Zillah da diller dökerek beni teselli etmeye çalıştı. Efendisinin emrini de yerine getirdikten sonra, kendimi biraz daha iyi hissedince yatmaya götürdü.

      3

      Beni yukarı kata çıkarırken mumu gizlememi, gürültü yapmamamı tembih etti. Çünkü beni yatıracağı oda hakkında efendisinin garip bir inancı varmış; hiçbir zaman da orada bir kimsenin yatmasına izin vermezmiş. Sebebini sordum.

      Bilmediğini söyledi; buraya geleli ancak bir-iki yıl olmuştu; bu süre içinde o kadar garip olaylarla karşılaşmışlardı ki artık merak bile etmiyordu.

      Ben de meraklanamayacak kadar aptallaşmış olduğum için kapımı kapadım, çevreme bakınıp yatağı aradım. Odanın bütün eşyası bir koltuk, bir elbise dolabı, bir de tepesine posta arabalarının pencerelerine benzeyen dört köşe pencereler açılmış kocaman bir meşe sandıktan ibaretti.

      Yanına gidip içine bakınca bunun çok eski model acayip bir yatak olduğunu fark ettim. Ailenin her ferdini teker teker oda ihtiyacında bırakmayacak şekilde yapılmıştı. Daha doğrusu, küçük bir odacıktan farkı yoktu, içindeki bir pencerenin alt kenarı da masa işi görüyordu.

      Kapısının kanatlarını açtım, elimde mumla içine girdim, kanatları tekrar kapadım. Artık Heathcliff’in gözetlemelerine karşı da başkalarına karşı da kendimi güvende hissediyordum.

      Mumu yerleştirdiğim pencere kenarının bir köşesinde üst üste yığılmış birkaç küflü kitap vardı, tahtanın boyalı kısımlarına ise birtakım yazılar kazılmıştı. Daha doğrusu bu yazılar, büyüklü küçüklü, çeşit çeşit harflerle tekrar tekrar yazılmış bir addan ibaretti. Catherine Earnshaw; bazı yerlerde değişip Catherine Heathcliff bazı yerlerde de Catherine Linton oluyordu.

      Miskinlikten doğma bir kayıtsızlık içinde başımı pencereye dayadım “Catherine Earnshaw, Heathcliff, Linton” diye gözlerim kapanana kadar okumaya devam ettim. Gözlerim kapanalı beş dakika bile olmamıştı ki karanlığın içinden beyaz harfler belirdi, boşluk Catherinelerle dolmaya başladı; bu yılışık adın etkisinden kurtulmak için yerimden doğrulduğum zaman, mumun eski kitaplardan birinin üzerine eğilmiş olduğunu, ortalığı da yanık deri kokusunun kapladığını fark ettim.

      Mumu üfleyip söndürdüm; soğuktan, mide bulantısından huzurum kaçmış bir hâlde oturup kenarı yanmış kitabı dizlerimin üstüne koydum. Bu, ince harflerle yazılmış bir İncil’di, pek ağır küf kokuyordu. Baş tarafındaki boş sayfaya: Bu kitap, Catherine Earnshaw’nundur, yazılmış çeyrek yüzyıl öncesine ait bir tarih atılmıştı.

      Onu kapadım, başkasını aldım; sonra ötekini, daha sonra ötekini derken hepsini gözden geçirdim. Catherine’in kütüphanesinde seçme eserler vardı; yıpranma durumlarından da bir hayli kullanıldıkları belli oluyordu ama hepsinin de meşru maksatlarla kullanıldığı söylenemezdi çünkü hemen hemen hiçbir kısmın başı yoktu ki kitap basılırken boş bırakılan yerlere mürekkeple birtakım yorumlar -yorum değilse bile ona benzer şeyler- yazılmış olmasın. Kimisi birbirini tutmayan cümlelerdi kimisi de kişiliğini bulamamış, çocuksu bir el yazısıyla çiziktirilmiş hatıralar hâlindeydi. Boş bir sayfanın üst kısmında, yapıldığı zaman oldukça kıymetli bir sanat eseri havasını taşıyan dostum Joseph’in, kabataslak çizilmiş bir karikatürünü görünce pek sevindim.

      İçimden hemen bu meçhul Catherine’e karşı bir ilgi uyandı, onun hiyeroglifi andıran soluk yazılarını şifre çözer gibi çözmeye koyuldum.

      Alttaki paragraf: Berbat bir pazar… diye başlıyordu. Babam geri dönebilseydi! Hindley onun yerini hiç dolduramıyor… Hele Heathcliff’e karşı çok kötü davranıyor. H. ile beraber isyan çıkaracağız… İlk adımı bu akşam attık.

      Bütün gün yağmurdan her yanı seller götürdü. Kiliseye gidemedik; onun için bizi Joseph, tavan arasına toplayıp ayin yapmak istedi. Bu yüzden de Hindley ile karısı, aşağıda ocakbaşında rahat rahat oturup “İncil” okumaktan başka her işi yaparlarken -buna kalıbımı basarım- Heathcliff’e, bana, zavallı yamak çocuğa dua kitaplarımızı alıp yukarı çıkmamız emredildi. Orada bir mısır çuvalının üstüne dizilmiş inleyip titrerken duayı kısa kessin diye Joseph’in de titremesi için dua ediyorduk. Ne boş fikir! Ayin tam üç saat sürdüğü hâlde ağabeyim bizim aşağıya indiğimizi görünce: “Ne o? Bu kadar çabuk mu bitti?” diye bağırdı.

      Eskiden pazar akşamları fazla gürültü yapmadığımız takdirde, oyun oynamamıza izin verilirdi; şimdi ise bir küçük çıtırtı hepimizi birer köşeye dağıtmaya yetiyor. Zalim diktatör: “Burada bir efendinin bulunduğunu unutuyorsunuz!” diyor. “Tepemi attıracak olanı, yok edeceğim. Tam bir sessizlik, sükûnet istiyorum. Hay Allah! Sen miydin? Frances, sevgilim şunun yanından geçerken saçını bir çekiver; parmaklarını çıtırdattığını duydum.”

      Frances, çocuğun saçlarını olanca gücüyle çektikten sonra, gidip kocasının kucağına oturdu. Orada iki küçük bebek gibi öpüşüp koklaşarak bizim bile utanacağımız cinsten saçma sapan sözlerle saatlerce vakit geçirdiler.

      Biz de mutfak tezgâhının altına büzülmüş, kendi imkânlarımızla oyalanmaya çalışıyorduk. Önlüklerimizi birbirine bağlamış, perde gibi asmıştım. Derken Joseph bir iş için ahırdan çıkageldi. Perdeyi çektiği gibi emeklerimi boşa çıkardı, kulaktozuma bir yumruk savurduktan sonra çatlak sesiyle söylendi:

      “Bey gömüleli şunun şurasında kaç gün oldu ki! Edilen dualar daha kulaklarınızda çınlıyordur. Bir de kalkmışlar eğleniyorlar… Utanın kendinizden, utanın! Oturun çocuklar, oturun! Okumak isteseniz ne iyi kitaplar var. Oturun da derdinize yanın!”

      Joseph bunları söyledikten sonra, bizi bir dörtgen meydana getirecek şekilde oturttu; böylece, ilerideki ocaktan gelen hafif bir aydınlık, kucağımıza fırlatıp attığı kitapları okumamıza yardım edecekti.

      Ben bu işe dayanamadım, elimdeki kitabı bir ucundan tutup köpeklerin bulunduğu yere fırlatırken iyi kitaplardan nefret ettiğimi de söyledim. Heathcliff de kendisininkini bir tekmeyle aynı yere gönderdi. Bunun üzerine bir kıyamettir koptu.

      Bizim vaiz: “Bay Hindley!” diye bağırdı. “Yetişin, Küçük Bey! Cathy, Miğfer ve Kurtuluş kitabını yerlere attı, Heathcliff de Mahva Giden Yol’un birinci kısmını tekmeledi. Bunları kendi havalarına bırakırsan senin için kötü olur. Ah! Büyük Bey onların haklarından gelirdi amma ne çare ki o da göçüp gitti!”

      Hindley, ocağın başındaki cennetinden hızla ayrıldı, birimizi yakamızdan, СКАЧАТЬ