Название: Uğultulu Tepeler
Автор: Эмили Бронте
Издательство: Elips Kitap
isbn: 978-625-6486-54-6
isbn:
Joseph, yükünü bıraktıktan sonra odaya şöylece tenkitçi gözlerle bakındı, çatlak sesiyle söylenmeye başladı:
“Herkes bir yana gidip bir şeyler yaparken sen nasıl burada aylak aylak dolaşıyorsun, ben onu anlamıyorum. Sen hiçbir işe yaramazsın. Kulağına da hiçbir söz girmiyor. Kötü âdetlerinden de vazgeçeceğin yok. Tıpkı annen gibi seni de şeytan çarpacak!”
Bir an, bu sözlerin bana söylendiğini sandım. Öfkelenerek ihtiyar budalayı bir tekmeyle dışarı atmak için ona doğru yürüdüm. Bayan Heathcliff’in cevap vermesi beni durdurdu.
“Seni gidi utanmaz, ikiyüzlü bunak seni! Şeytanın adını ağzına alınca çarpılacağını hiç düşünmüyor musun? Sana haber vereyim, beni kızdırmaktan vazgeç yoksa senin işten atılmanı yalvar yakar isteyeceğim.” Kadın, raftan koyu ciltli bir kitap alarak seslendi. “Sana büyücülükte ne kadar ilerlediğimi göstereceğim. Pek yakında da yapamayacağım hiçbir şey kalmayacak. Kızıl inek tesadüfen ölmedi, senin romatizmalarının da alın yazısı olduğuna inanmak güç…”
İhtiyar adam: “Ah! Şeytan kadın, şeytan kadın!” diye söylendi. “Tanrı bizi kötülüklerden korusun.”
“Sus… İmansız! Sen lanetlinin birisin. Defol yoksa fena hâlde canını yakarım. Burada hepinizi muma çevireceğim. Bana karşı koymaya ilk yelteneni de… Ona ne yapacağımı söylemeyeceğim ama sen göreceksin! Defol, seni göz hapsinde tutuyorum, bunu unutma!”
Küçük cadı, güzel gözlerine kötü bir ifade vermişti. Joseph de içten gelen bir dehşet duygusuyla, bir yandan dua edip bir yandan “Cadı!” diye söylenerek titreye titreye dışarı çıktı.
Kadının davranışının sıkıntıdan ileri gelen bir çeşit oyun olduğunu düşündüm, onunla yalnız kalınca da içinde bulunduğum sıkıntılı durumla onu ilgilendirmeye çalıştım.
Ciddi ciddi: “Bayan Heathcliff…” dedim. “Sizi rahatsız ettiğim için bağışlayın beni… Yalnız, sizde bu güzel yüz varken ister istemez yufka yürekli olmuşsunuzdur. Bana, evimi bulmama yardım edecek bir-iki ipucu verin. Siz Londra’ya nereden, nasıl gidilebileceğini bilmediğiniz gibi ben de buradan evime nasıl gideceğimi bilemiyorum.”
Kadın, iskemlesine iyice büzülerek oturmuştu. Önünde bir mum vardı. Koca kitap da açılmış, kucağında duruyordu:
“Geldiğiniz yoldan dönün.” dedi. “Belki çok kısa bir öğüt ama size bundan daha iyisini veremem.”
“Beni bataklıkta ya da karla kaplanmış bir hendekte ölü bulurlarsa buna, biraz da sizin sebep olduğunuzu düşünerek vicdanınız sızlamayacak, öyle mi?”
“Ben nasıl sebep olabilirim? Sizinle beraber gidemem ki! Bahçe duvarının önüne kadar gitmeme bile izin vermezler.”
“Siz mi? Böyle bir gecede benim için eşikten dışarı adımınızı atmanıza bile gönlüm razı olmaz!” diye bağırdım. “Bana yolumu tarif etmenizi istiyorum, göstermenizi değil. Ya da Bay Heathcliff’i benim yanıma bir kılavuz vermeye zorlamanızı istiyorum.”
“Kimi versin? Burada bir o, bir de Hareton, Zillah, Joseph ve ben varız.”
“Çiftlikte çalışan yanaşma falan yok mu?”
“Hayır, hepsi bu kadar.”
“Öyleyse ben de bu gece, burada kalmak zorundayım.”
“Bunu, ev sahibinizle kararlaştırın. Benim bu işle bir ilgim yok.”
Mutfağın önünde Heathcliff’in sert sesi duyuldu:
“Umarım bu, sana ders olur da tepelerde aklına estiği gibi dolaşmaktan vazgeçersin! Burada kalmaya gelince: Misafirler için hazır yatak bulundurmam ben. Kalacak olursan ya Hareton ya da Joseph’in yatağında yatmayı göze alırsın.”
“Ben, bu odadaki sandalyelerden birinin üzerinde uyuyabilirim.” dedim.
Kaba herif:
“Hayır, hayır!” dedi. “Yabancı, zengin de olsa fakir de olsa gene yabancıdır. Ben, göz hapsinde bulundurmadıkça bir yabancıyı buralarda başıboş bırakmak işime gelmez.”
Bu hakaret, sabrımı tüketmişti. Bir küfür savurdum, onu itip avluya çıkmak üzere telaşla yürürken Hareton’a çarptım. Etraf o kadar karanlıktı ki çıkış yerini göremiyordum. Elimle araştıra araştıra dolanırken birbirlerine yaptıkları medenice muamelelerden birine daha kulak misafiri oldum.
Başlangıçta, delikanlı benimle dost olmaya niyetli görünüyordu.
“Ben, parka kadar onunla giderim.” dedi.
Efendisi ya da nesiyse: “Cehenneme kadar yolun var!” diye bağırdı. “Atlara kim bakacak?”
Bayan Heathcliff umduğumdan çok daha yumuşak bir tavırla söylendi:
“Bir insanın hayatı, atların bir gecelik ihmal edilmelerinden çok daha önemlidir. Birisinin onunla gitmesi şart.”
Hareton terslendi:
“Ama senin emrinle değil. Ona abayı yaktıysan çeneni tutman daha hayırlı olur.”
“Öyleyse dilerim Tanrı’dan, ruhu hepinizin rahatını kaçırsın; umarım Bay Heathcliff de çiftlik yıkılıp dökülünceye kadar kiracı bulamaz.”
Joseph’in yanına yaklaştım.
“Bakın hele!” diye bağırdı. “Kadın hepsini lanetliyor!”
Konuşulanları duyabileceği bir yere çömelmiş, lamba ışığı altında inekleri sağıyordu. Lambayı hızla kaptığım gibi: “Yarın geri yollarım!” diye bağırarak en yakın kapıya koştum.
Yaşlı adam: “Bey, bey!” diye bağırarak peşime düştü. “Lambayı çalıyor bu herif! Hey, kuçu kuçu! Hey köpek, kurt tutun şu herifi!”
Ön kapı açılınca uzun tüylü iki canavar boğazıma saldırdı, beni yere yıktı. Bu arada lamba da sönmüştü; Heathcliff’le Hareton’ın birbirine karışan kahkahaları öfkemi de utancımı da son haddine vardırmıştı.
Neyse ki o iki canavar beni diri diri parçalamaktan çok, bacaklarını uzatıp gerinerek kuyruklarını sallaya sallaya esnemeye meraklıydılar. Fakat benim yerden kalkmama da göz yummayacaklardı; bu yüzden, o kötü yürekli efendilerinin gönlü olup beni kurtarıncaya kadar yerde yatmak zorunda kaldım. Ondan sonra da başım açık, öfkeden titreye titreye haydutlara, beni serbest bırakmalarını emrettim. Beni bir dakika daha orada tutmaları kendi aleyhlerine olacaktı. Bu arada öyle duyulmamış tehditler savurdum ki benim hıncımın sonsuzluğu yanında, Kral Lear’ınkiler hiç kalırdı.
Sıkıntımın СКАЧАТЬ