Ejderhanın Saati / Kahraman Conan. Robert E. Howard
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Ejderhanın Saati / Kahraman Conan - Robert E. Howard страница 10

Название: Ejderhanın Saati / Kahraman Conan

Автор: Robert E. Howard

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-6486-51-5

isbn:

СКАЧАТЬ diye homurdandı Conan. Kimmeryalı istemsizce ürperdi, uzun uzun adama baktı; mistik ve kötücül bir şeyler hissediyordu.

      Xaltotun kafasını kaldırdı, boşluktan gelen fısıltıları dinliyor gibiydi. Tutsağını tamamen unutmuştu. Birdenbire kafasını salladı, Conan’a garip bir bakış attı.

      “Ne yapacaksın, neden soruyorsun? Söylesem de inanmazsın zaten. Laf anlatmaya çalışmaktan yoruldum. Koca şehri yakıp yıkmak beyinsiz bir barbara laf anlatmaya çalışmaktan daha kolaydı.”

      “Şu ellerim bağlı olmasaydı ben seni burada beyinsiz bir cesede dönüştürürdüm de…”

      “Ondan hiç şüphem yok, tabii ben sana o fırsatı verecek kadar aptal olsaydım.” diye yanıtladı Xaltotun alkışlayarak. Tavrı değişmişti, hâlinde bir sabırsızlık ve çok net sinirlilik vardı. Ancak Conan bu tavrın kendisine karşı olmadığını düşünüyordu.

      “Sana söylediklerimi iyi düşün, barbar.” dedi Xaltotun, devam etti:

      “Düşünmek için bol bol zamanın olacak. Seninle ne yapacağıma daha tam olarak karar vermedim. Henüz belli olmayan bazı koşullara bağlı. Ama şunu aklına iyice sok, eğer oyunda olmanı istersem bunun benim gazabımla olmasındansa senin rızanla olması senin için daha iyi olur.” Conan sinirlenip lanet okudu. Odanın kapısını örten perde aralandı ve içeriye dört iri, siyahi adam girdi. Her birinin üzerinde kemerli, ipek bir giysi vardı, kemerlerinde de büyük bir anahtar asılıydı.

      Xaltotun sabırsızlıkla kralı işaret etti ve arkasını döndü, meseleyi kafasından tamamen atmak ister gibi. Parmakları garip bir şekilde kıpraştı. Zümrüt yeşili bir kutunun içerisinden bir avuç dolusu simsiyah parıldayan kum taneleri çıkardı, altın bir sehpanın üzerindeki mangala bıraktı. Kristal küre ki Xaltotun onu unutmuş gözüküyordu, görünmez gücü bozulmuş gibi birdenbire yere düştü.

      Siyahi adamlar Conan’ı odadan çıkarmak üzere kaldırdılar, zincirlerle öyle bir dolaşmıştı ki yürüyemiyordu. Altın sarısı ağır kapı kapanmadan önce içeriye şöyle bir baktı; Xaltotun tahtına yaslanmış, kollarını bağlamış oturuyordu, mangaldan hafif bir duman yükseliyordu. Conan’ın tüyleri diken diken oldu. Daha önce güneye doğru uzanan antik ve kötü krallık Stigya’da böyle siyah kum taneleri görmüştü. Ölümcül uykuya dalıp korkunç rüyalar görmeye sebep olan siyah lotus çiçeğinin polenleriydi bunlar. Siyah lotusu yalnızca ürkütücü Kara Yüzük büyücülerinin, büyülerini diri tutmak amacıyla kâbuslar gördürmesi için kullandığını da gayet iyi biliyordu Conan.

      Kara Yüzük, batı dünyası için bir masal ve yalandı ancak Conan onun korkunç gerçekliğinin farkındaydı. Kara Yüzük’ün acımasız ibadetçileri Stigya’nın kara mahzenlerinde ve Sabatea’nın lanetli tepelerinde korkunç büyülerini icra ederlerdi. Gizemli kapıya doğru tekrar geri dönüp baktı, kapının arkasındakiler içini ürpertiyordu.

      Kral, gece miydi gündüz müydü anlayamıyordu. Kral Taraküs’ün sarayı karanlık, kasvetli ve kendinden ışıltılı gibi gözüküyordu. Karanlığın ve gölgelerin ruhu vardı sarayın üzerinde ve bu Conan’ın anladığı kadarıyla Xaltotun’dan kaynaklanıyordu. Siyahi adamlar, kralı loş ışıklı dar koridordan geçiriyorlardı. Koridor o kadar karanlıktı ki adamlar bir ölüyü taşıyan hayalet gölgeler gibi gözüküyorlardı. Sarmal taş bir merdivenden aşağı doğru indiler. Adamlardan birinin elindeki meşale duvarda eğri büğrü gölgeler oluşmasına sebep oluyordu. Kara şeytanlar tarafından cehenneme götürülen bir ceset gibi hissediyordu.

      Sonunda merdivenin son basamağına ulaştılar, uzun, düz bir koridordan geçtiler. Koridorun bir tarafında merdivene açılan kemerli bir kapının bulunduğu duvar, diğer tarafındaki duvarda ise birkaç adım arayla yapılmış demir kapılar.

      O kapılardan birinin önünde durdular, siyahi adamlardan biri kemerindeki anahtarı çıkardı ve kilidi açtı. Parmaklıkları itekleyerek tutsaklarıyla içeri girdiler. Duvarları, yerleri ve tavanı taştan olan küçük bir zindandalardı, diğer duvarda parmaklıklı bir kapı daha vardı. Conan kapının arkasında ne olduğunu kestiremiyordu ama başka bir koridor olduğunu zannetmiyordu. Meşalenin loş ışığından parmaklıklar arasına yansıyan ışıktan ve yankıdan geniş bir yer olduğunu tahmin etmişti.

      Zindanın girdikleri kapıya yakın olan köşesinde bir taşa takılmış demir halkaya bağlı zincirler sarkıyordu. Zincirlere bağlı bir iskelet duruyordu. Conan merakla iskeleti inceledi; kemiklerin çoğu kırılmış ve çürümüştü, omurgasından düşen kafatası ezilmişti. Kuvvetli bir patlamadan olduğunu tahmin etti.

      Siyahilerden biri, kapıyı açan değil, soğukkanlılıkla halkadaki zincirleri kaldırdı, anahtarlığındaki anahtarlardan biriyle kilidi açtı. Paslı demiri ve iskeleti bir kenara itekledi. Conan’ın zincirlerini taştaki halkaya geçirdiler. İyice zincirlediklerine emin olduktan sonra üçüncü siyahi adam, anahtarıyla diğer taraftaki kapıyı açtı.

      Adamlar meşaleden yansıyan loş ışığın arkasından, gizemli bir şekilde Conan’a bakıyorlardı. Simsiyah tenleri meşalenin ışığıyla parlıyordu.

      Girdikleri kapının anahtarını tutan, gırtlaktan bir sesle konuştu: “Artık senin sarayın burası, beyaz kral! Efendimiz ve bizim dışımızda kimse burayı bilmiyor. Saraydaki kimsenin ruhu duymaz. Artık burada yaşayacaksın hatta belki de öleceksin. Bunun gibi!” Yerdeki iskeleti aşağılar şekilde tekmeleyip odanın diğer tarafına fırlattı.

      Conan cevap vermeye tenezzül bile etmedi. Tutsağın sessizliğinden rahatsız olan kara adam küfrederek mırıldandı, eğildi ve kralın suratına tükürdü. Bu, siyah adam için talihsiz bir hamleydi. Conan her yerinden duvardaki halkaya zincirlenmiş bir şekilde yerde oturuyordu. Ne ayağa kalkabiliyor ne de duvardan bir adım ötesine uzaklaşabiliyordu. Ancak ellerine geçirilmiş zincirin ucunda büyük bir boşluk vardı, kara adam koca kafasını daha uzaklaştıramadan kral, zinciri onun kalın kafasına geçirdi. Adam yere, kesilmiş bir kurban gibi yığıldı, arkadaşları kel kafasından ve burnundan kanlar boşalırken öylece bakakaldılar.

      Herhangi bir intikam almaya kalkışmadılar, Conan’ın kanlı zinciri göstererek meydan okumasına da bir tepki vermediler. Anlaşılmayan bir dilde homurdanarak arkadaşlarını yerden saman yığını gibi kaldırdılar, kolları ve bacakları sallanıyordu. Arkalarındaki kapıyı açmak için onun anahtarını kullandılar ancak anahtarı kemerden çıkarmadılar. Meşaleyi de aldılar, onlar koridorda uzaklaştıkça ışık da gözden yavaşça kayboluyordu. Yavaş adımları loş ışıkla beraber kayboldu, geriye büyük bir karanlık ve sessizlik kaldı.

      BEŞİNCİ BÖLÜM

      MAĞARADAKİ YARATIK

      Conan, ağır zincirlere ve içinde bulunduğu durumun vahimliğine rağmen yetiştiği vahşi ortamların sabrı ve alışkanlığıyla hareketsiz bir hâlde yatıyordu. Hareket etmiyordu çünkü ne zaman hareket etmeye kalkışsa zincirlerin ağırlığı yüzünden karanlığın içinde büyük bir gürültü çıkıyordu. Vahşi atalarından öğrendiğine göre böyle âciz bir durumdayken bulunduğu yeri açık etmemeliydi. Aslında karanlığın içinde onun âcizliğinden faydalanacak bir şeylerin pusuya yattığını düşünmek çok da mantıklı değildi çünkü Xaltotun ona herhangi bir zarar verilmeyeceğini söylemişti. Conan ona inanmıştı çünkü gerçekten onu diri istiyordu, СКАЧАТЬ