Название: Ejderhanın Saati / Kahraman Conan
Автор: Robert E. Howard
Издательство: Elips Kitap
isbn: 978-625-6486-51-5
isbn:
“Nemedyalıların borazan sesleri!” diye yanıtladı Pallantides. “Dinleyin! Arkasından da bizim kendi borazanlarımız. Şafak vakti yaklaşıyor, komutanlar askerleri yavaş yavaş hücum için sıralıyor! Tanrı yardımcıları olsun, birçoğu güneşin batışını bile göremeyecek.”
“Bana yaverlerimi getir!” diye emir verdi Conan. Bir hışımla kalkıp kadife gece kıyafetini çıkarmaya başladı. Kötü bir şey olacağı hislerini unutmuş gibi gözüküyordu. “Komutanlara git ve her şeyin hazır olup olmadığını kontrol et. Zırhımı kuşanır kuşanmaz yanına geleceğim.”
Conan’ın birçok huyu sivil halka her zaman tuhaf gelmiştir. Odasında veya çadırında mutlaka yalnız uyumak istemesi de onlardan biriydi. Pallantides, çadırdan birkaç saatlik uyku sonrası gece yarısı kuşandığı zırhının şıngırdayan sesiyle alelacele çıktı. Savaş kampına şöyle bir göz gezdirdi, herkesin harekete geçtiğini görüyordu. Loş ışıkta askerlerin çadırların arasında koşuşturmaları gözüküyor, zırhlar kuşanılıyordu. Gökyüzünde yıldızlar hâlâ belli belirsiz parıldasa da doğudan güneşin pembe yansımaları yüzünü göstermeye başlamıştı. Nemedya’nın ejderhalı flaması dalgalanıyordu.
Pallantides, kraliyet yaverlerinin uyuduğu yan taraftaki küçük çadıra yöneldi. Yaverler borazan seslerinden sonra çoktan kalkmışlardı. Pallantides onlara daha çabuk olmaları gerektiğini söylerken kralın çadırından korkunç bir gürültü sesi geldi. Pallantides dehşete kapılmıştı. Gürültünün arkasından komutanın kanını donduran kısık bir kahkaha sesi geldi.
Pallantides korkuyla bağırarak hemen kralın çadırına koştu. Conan’ın devasa cüssesini yerde yatarken bulunca tekrar feryat etti. Kralın görkemli kılıcı elinin yakınlarında yerdeydi, çadırın direklerinden biri paramparça olmuştu. Pallantides’ın kılıcı yanında değildi, çadırın içinde dikkatlice göz gezdirdi ama gözüne hiçbir şey takılmadı. Kral ve kendisi dışında hiç kimse yoktu, tıpkı çadırdan çıkarken olduğu gibi.
“Efendim!” Pallantides kralın koca bedeninin yanına dizlerinin üzerinde atıldı.
Conan’ın gözleri açıktı, bilinci yerinde ve her şeyin farkında Pallantides’a bakıyordu. Dudaklarını hareket ettirdi ama sesi çıkmadı. Hareket edemiyor gibiydi.
Dışarıdan birtakım sesler geldi. Pallantides kontrol etmek için kapıya doğru gitti. Kraliyet yaverleri ve çadırı koruyan nöbetçi şövalyelerden biri kapıdalardı. “Bir ses duyduk da.” dedi şövalye çekinerek. “Kral için her şey yolunda mı?”
Pallantides sorgulayan gözlerle baktı.
“Çadıra giren çıkan kimse oldu mu?”
“Sizin dışınızda kimse olmadı efendim.” diye yanıtladı şövalye ancak Pallantides güvenemiyordu.
“Kralın ayağı takıldı ve kılıcını düşürdü. Görevinizin başına geçin siz.” dedi Pallantides.
Şövalye gittikten sonra Pallantides kralın beş yaverini gizlice içeri aldı, onlar içeri girer girmez çadırın kapısını sıkı sıkı kapattı. Halıda yatan kralı görünce donakaldılar, Pallantides şok içinde bağırmalarını derhâl engelledi.
Kumandan tekrar krala doğru eğildi ve Conan tekrar konuşmaya çalıştı. Yüzündeki ve boynundaki damarlar Conan zorla konuşmaya çalıştıkça şişmişti. Başını yerden kaldırdı ve sonunda yarı anlaşılır biçimde mırıldanmaya başladı:
“Köşedeki, köşedeki şey!”
Pallantides kafasını çevirip korkuyla o tarafa baktı. Odadaki yaverlerin şaşkın suratı ve çadırın içindeki gölgeler dışında hiçbir şey yoktu.
“Burada hiçbir şey yok efendim.” dedi.
“Oradaydı, o köşede duruyordu.” diye mırıldandı kral ve başını bir sağa bir sola çevirerek kendisi bakıyordu. “Bir adam, en azından öyle gözüken bir şey, mumya sargılarıyla sarmalanmış, üzerinde eski püskü bir pelerin ve başında kapüşonu. Tek görebildiğim gözleriydi çünkü orada gölgelerin arasında çömelmişti. Gölgedir diye düşündüm ta ki gözlerini görene kadar. Siyah birer mücevher gibilerdi.”
“Hemen davrandım ve kılıcımı o tarafa salladım ancak tanrı bilir nasıl olduysa ıskaladım, onun yerine çadırın direğini yaraladım. Ben dengemi kaybedip düşünce bileğimi tuttu, parmakları sıcak bir demir gibi yanıyordu. Bütün gücümü kaybettim, sanki yer suratıma bir tokat gibi çarptı. Sonra da gitti ve ben bu hâldeyim. Lanet olsun! Hareket edemiyorum! Felç geçirdim!”
Pallantides kralın koca kafasını kaldırdı, kan süzülüyordu. Kralın bileği uzun ve ince parmak şeklinde morarmıştı. Kim bu kadar kalın bir bilekte böyle bir iz bırakacak kadar sıkı kavrayabilir? Pallantides gürültüden sonra gelen kahkaha sesini hatırladı, soğuk soğuk terlemeye başladı. Kahkaha sesi Conan’a ait değildi.
“Bu şeytani bir iş!” dedi korkuyla titreyen bir yaver. “İnsanlar Taraküs için karanlık güçlerin savaştığını söylüyorlar.”
Pallantides: “Sessiz ol!” diye emretti sertçe.
Dışarıda gün ağarmıştı. Tepelerden hafif bir rüzgârla beraber trampetlerin yaklaşan sesleri de duyuluyordu. Yaklaşan seslerle beraber kralın da içinde bir korku başlıyordu. Onu yere düşüren görünmez zincirlerden kurtulmaya çalışırken yine alnındaki damarlar belirginleşti.
“Bana koşum takımımı giydir ve beni eyerime bağla.” diye fısıldadı. “Savaşı her hâlükârda yöneteceğim.”
“Efendim, ordu eğer sizin vurulduğunuzu öğrenirse kesin kaybederiz. Düşmanımıza zaferi getirecek tek şey bu olur.”
“Onu kaldırmama yardım edin.” dedi kralın başkumandanı.
Kralın yerde öylece yatan âciz bedenini kaldırdılar, üzerine ipek bir örtü örttüler. Pallantides yaverlere döndü ve konuşmaya başlamadan önce şok içindeki suratlarına uzunca baktı. Ve sonunda:
“Bu çadırda olan bitenden hiç kimseye bahsetmeyin, ağzınızı açmayın. Akilonya Krallığı’nın kaderi buna bağlı. Şimdi biriniz gidin ve bana Pellian mızraklılarının komutanı subay Vallanus’ü getirin.” dedi.
Yaver, emredersiniz der gibi başını salladı ve hemen çadırdan ayrıldı. Pallantides günün ağarmasıyla beraber yaklaşan ve artan borazan sesleri eşliğinde tekrar kralın vahim durumuna uzun uzun baktı. Yaver, yanında Pallantides’ın söylediği subayla beraber çadıra döndü. Subay, tıpkı Conan gibi iri yapılı, uzun boylu, güçlü biriydi. Ayrıca saçları da yine kralınki gibi gür ve siyahtı. Ancak gözleri griydi, yani Conan’ınkilere benzemiyordu.
“Kral bir hastalığa yakalandı.” diye açıkladı Pallantides kısaca. “Sana onurlu bir görev vereceğim; bugün kralın zırhını giyip onun atıyla ordunun başına geçeceksin. Hiç kimse at binenin kral olmadığını bilmeyecek.”
“Bu, СКАЧАТЬ