Название: Tarzan’ın Hayvanları
Автор: Эдгар Райс Берроуз
Издательство: Elips Kitap
isbn: 978-625-6486-42-3
isbn:
Çığlığın son notaları gitgide alçalarak ürkütücü bir inilti hâlinde yok olurken uzun savaş kanolarını sahile çekmekte olan bir grup yüzü boyalı savaşçı, oldukları yerde durdu; dikkat kesilip ormana doğru baktı.
5. BÖLÜM
MUGAMBİ
Tarzan; adanın kıyı şeridini baştan sona dolaşıp çeşitli noktalardan iç bölgelere doğru birkaç keşif gezisi yaptıktan sonra, adadaki tek insanın kendisi olduğuna kanaat getirdi.
Hiçbir yerde, geçici olarak bile olsa insanların bu kıyıya uğramış olduklarına dair herhangi bir işaret bulamamıştı. Gerçi şunun da farkındaydı ki tropik bitkiler çok hızlı büyür ve en kalıcı insan eserleri haricinde her şeyi silip süpürürlerdi, o yüzden bu çıkarımında yanılıyor da olabilirdi.
Numa’yı öldürmelerinin ertesi gününde, Tarzan ve Sheeta, Akut’un kabilesine rastladı. Panteri gören büyük maymunlar hemen kaçıştılar fakat bir süre sonra Tarzan onları geri getirmeyi başardı.
Aklına, tabiatları gereği birbirlerine düşman olan bu iki türü uzlaştırmaya çalışmak geldi; hiçbir şey olmazsa en azından ilginç bir deney olurdu. Karnını doyurmak ve boşta kaldığı anda aklına üşüşen kasvetli düşünceler haricinde zamanını alacak ve zihnini meşgul edecek her şeye dünden hazırdı.
Maymunların dar ve sınırlı kelime hazneleri işi zorlaştırsa da planını onlara izah etmek bilhassa zor bir mesele değildi fakat Sheeta’nın küçük, habis beynine maymunları değil; maymunlarla beraber avlanacağını sokmak, neredeyse maymun adamın kabiliyetlerini aşan bir işti.
Tarzan’ın silahlarının arasında uzun, sağlam bir sopa da vardı. Halatını panterin boynuna bağladıktan sonra, bu sopayı hırlayan hayvanın üstünde serbest bir şekilde kullanarak insana benzeyen büyük, tüylü yaratıklara saldırmaması gerektiğini kafasına sokmaya çalıştı. Sheeta’nın boynundaki halatın maksadını görüp anlayan maymunlar, derhâl biraz daha yaklaştılar.
Kedinin dönüp Tarzan’ı parçalamamış olması âdeta bir mucizeydi. Bu mucizeyi de şöyle izah etmek mümkün olabilir ki iki seferinde hırlayarak maymun adamın üstüne yürüdüğünde maymun adam, hayvanın hassas burnuna sopayla sert bir şekilde vurdu ve böylece hayvanın hafızasına, sopadan ve sopanın arkasında duran maymunlardan korkma hissini yerleştirmiş oldu.
Tarzan’la bağ kurmasının ilk baştaki sebebi panterin zihninde hâlâ net miydi, bilinmez ama şüphesiz ki bu birincil sebebin teşvik ettiği şuuraltı bir telkin sayesinde ve son birkaç günün alışkanlığının yardımıyla, hayvan bu muameleye tahammül ediyordu. Aynı muameleyi başka bir mahluk yapmış olsaydı, muhakkak ki doğruca boğazına saldırırdı.
Tabii bir de kendinden daha aşağı seviyede bulunan bir mahluk üzerinde, kendi tesirli nüfuzunu kullanan insan aklının ikna edici gücü vardı. Nihayetinde Tarzan’ın Sheeta’ya ve zaman zaman maymun adamın hakimiyetine giren diğer orman hayvanatına üstünlüğünü sağlayan en önemli faktör, belki de bu akıldı.
İşte her nasıl olduysa oldu; insan, panter ve büyük maymunlar vahşi yuvalarında günlerce yan yana dolaşıp birlikte avlandılar, avladıklarını birbirleriyle paylaştılar. Bu vahşi ve yırtıcı grubun içinde en korkutucu olanı da daha birkaç ay öncesine kadar Londra’nın birçok misafir salonunda tanıdık bir sima olan, güçlü, kuvvetli, kılsız hayvandı.
Hayvanlar bazen bir saatliğine veya bir günlüğüne ayrılıp kendi hâllerinde dolaşıyordu. İşte böyle zamanlardan birinde maymun adam, ağaç tepelerinden ilerleyerek kumsala gitmiş ve sıcak güneşin altında kumlara uzanmıştı. O sırada, yakınlardaki bir burnun alçak zirvesinden etrafı gözetleyen bir çift keskin göz onu fark etti.
Gözlerin sahibi; o sıcak, tropik güneş ışınlarının tadını çıkaran vahşi, beyaz adama bir an için hayret içerisinde bakıp kaldı ve sonra dönüp arkasındaki birine işaret verdi. Çok geçmeden bir çift göz daha maymun adamı seyre koyuldu. Ardından diğerleri de teker teker geldi. Nihayetinde tepenin kenarında, karınlarının üstünde uzanmış bir hâlde, beyaz derili yabancıyı seyreden ürkütücü kıyafetli vahşi savaşçıların sayısı yirmiyi bulmuştu.
Tarzan’a göre rüzgâr yönünde kalıyorlardı; bu yüzden kokuları ona gitmiyordu ve sırtı da onlara doğru yana dönük olduğundan, yerlilerin sık otların arasından sürüne sürüne burnun yamacından aşağı inip onun uzandığı kumsala doğru ihtiyatlı bir şekilde yaklaştıklarını göremiyordu.
Hepsi de iri kıyım adamlardı; metal takıları ve muhteşem rengârenk kuş tüyleriyle beraber barbar görünümlü başlıkları ile çirkin bir şekilde boyanmış suratları, vahşi ve saldırgan görünüşlerini tamamlıyordu.
Tepeden indikten sonra temkinli bir şekilde ayağa kalktılar, yarı bellerine kadar eğilip güçlü ellerindeki kalın sopalarını tehditkâr bir şekilde sallaya sallaya, hiç ses çıkarmadan, her şeyden bihaber beyaz adama yaklaştılar.
Tarzan, kederli düşünceleri sebebiyle öyle bir ruhsal ızdırap içerisindeydi ki bu ızdırabın tesiriyle keskin algıları uyuşmuştu. O yüzden kumsalda yalnız olmadığını fark ettiğinde vahşiler artık neredeyse yanına kadar gelmişlerdi.
Gerçi zihni ve kasları, en ufak bir teyakkuz hâlinde aynı anda harekete geçip öyle hızlı tepki vermeye alışmıştı ki arkasında bir şeylerin olduğunu sezer sezmez ayağa kalkıp düşmanlarına doğru döndü. O ayağa fırladığı sırada, savaşçılar da sopalarını kaldırıp vahşi çığlıklar atarak üzerine hücum ettiler fakat hücum etmeleriyle, en öndeki savaşçının kafasına inen uzun, kalın sopanın altında ani bir şekilde can vermesi bir oldu. Ardından çevik, adaleli maymun adam aralarına daldı ve öyle bir öfke, kuvvet ve isabet ile sağına soluna vurmaya başladı ki siyah yerliler paniğe kapıldı.
Aralarından sağ kalanlar bir anlığına geri çekilip, maymun adamdan biraz uzaklaşarak aralarında konuştular. Bu sırada maymun adam, kollarını önünde kavuşturmuş, yakışıklı yüzünde çarpık bir tebessümle onları seyrediyordu. Çok geçmeden yerliler, bu kez ağır harp mızraklarını savurarak bir kez daha hücuma geçtiler. Tarzan ile orman arasındaydılar; küçük bir yarım daire şeklinde ilerliyor, Tarzan’a yaklaştıkça daireyi daraltıyorlardı.
Maymun adam, tüm o koca mızraklar aynı anda üzerine fırlatılana kadar beklerse, bu son hücumdan kaçıp kurtulma ihtimali çok düşük görünüyordu lakin kaçmaya niyetlense, arkasındaki açık deniz haricinde, vahşilerin arasından geçmekten başka bir kaçış yolu yoktu.
İçinde bulunduğu durum hakikaten de çok vahimdi, ta ki aklına bir fikir gelene kadar. İşte o zaman gülümsemesinin yerini geniş bir sırıtış aldı. Savaşçılar hâlâ az bir mesafe ötedeydiler; bir yandan kendi türlerine has tarzda, bir aşağı bir yukarı zıplayıp müthiş bir savaş dansı icra ederken bir yandan da vahşi bağırışlar eşliğinde çıplak ayaklarını yere vurup ürkütücü bir uğultu çıkararak yavaş yavaş yaklaşıyorlardı.
Sonra maymun adam yüksek sesle bir dizi vahşi, tuhaf çığlık atınca yerliler birdenbire kafaları karışmış bir hâlde oldukları yerde donup kaldılar. Ne olduğunu СКАЧАТЬ