Название: Ayaşlı ile Kiracıları
Автор: Мемдух Шевкет Эсендал
Издательство: Elips Kitap
isbn: 978-625-6862-16-6
isbn:
Ayaşlıya göre, bir memur da pazarda bir dükkâncı gibidir. Rüşvet alıyorsa eh, o da geçinecek… Bir memur rüşvet alır da işi yapmazsa bu, bir bakkalın parayı alıp malı vermemesi gibidir. Gözünü açmalı, malı kaptırmamalı… Bir iş için başka biri çıkar da daha fazla verirse eh, hakkıdır. Sen daha çok vereydin!
“Ben elli kâğıt verecek oldum, altmış diye haber yollamış. Benden sonra Hacı’nın oğlu gider, yetmiş verir, alır. Ertesi gün ben öğrendim, yetmiş beş verdim: ‘Ona söz verdim, olmaz.’ dedi. Seksen de versen doksan da versen kurtarırdı. ‘Akşamdır, kimse gitmez.’ dedim, kabahat bende oldu. Neyse kısmet onunmuş.”
Ayaşlı için, “hükûmet” demek memurlar demektir. Büyük memurlar ve küçük memurlar toplanır, adına hükûmet derler.
“Memurluk kazançlıdır, derler ya kulak asma! Çoğu borçludur. Aldıklarını karıları yer. Onlarda karılar vardır, fil gibidir; birini bir köylü toplansa doyuramaz!”
Ayaşlı, bu söylediklerine inanır ancak inandıklarını her yerde söylemez. Çok konuşmaktan hoşlanmaz. Dinler.
Kalabalık bir yerde, tanımadığı adamların yanında büsbütün susar ve bu huyunda Hasan Bey’den çok ayrılır. Hasan Bey söyleyip herkesi ağzına baktırmak ister. Her zaman hükûmetten şikâyetçi olması, hiçbir işi beğenmemesi, biraz da bunları herkesin isteyerek dinlemesindendir.
Hasan Bey dinleyen bulursa devletler arasındaki yüksek siyasetten de konuşur. Alman Fransız’a demiş ki: “Beş yıla varmaz gene kapında biterim, ver artık benim kralımı!” Fransız da Alman’a demiş ki: “Ver sen paraları, al kralını. Eğer sen de bir daha belini doğrultursan gene gel, buyur!”
Kazandıklarını yerken bu iki adam, birbirine çok benzerler. Bunların ikisi de yalnız yemekten, içmekten hoşlanmazlar. Birlikte yenilen yemeğin parasını ikisi de kendileri vermek isterler. Hasan Bey olsun Ayaşlı olsun, yanlarına birini takmadıkça aşçı dükkânına girmek istemezler, rakı içirirler. Köylülerinden biri gelse Ayaşlıdan para istese boş çevirmez, yeter ki bu alışveriş olmasın…
Kahramanlıktan, batırlıktan, yiğitlik hikâyelerinden ikisi de coşarlar. Bir gece Ayaşlıya bir misafir gelmişti. İzmir muharebelerini anlattı; ikisinin de dudakları titredi, az kaldı ağlayacaklardı.
5
Bu odaya taşındığımın haftasında; bir sabah işe gitmek için odamdan çıktığım zaman, koridorun loşluğunda, yerde bir kadının yattığını gördüm; sokuldum. Halide, bayılmış yatıyor. Hemen Faika’nın odasının kapısını vurdum. Ayaşlı ve Fuat evde imişler. Koştular, Halide’yi Faika’nın odasına kaldırdık. Biraz sonra ayıldı.
“Bunu bir hekime götürmeli…” dedim.
“Evet, göstermeli. Fuat gitsin, çağırsın.” dediler.
Fuat da şapkasını aldı, gitti. Ama ertesi sabah gene ortalıkta dolaşan Halide’den anlıyorum ki Fuat gitmiş, onların dedikleri hekimi yerinde bulamamış. Haber bırakmış, hekim de şimdiye kadar gelmemiş.
“Seni, ben bir hekime yollasam gider misin?” dedim.
“Giderim. Niye gitmeyeyim?..” dedi.
Halide’nin eline bir mektup verdim, benim en yakın arkadaşım olan Doktor Fahri’ye yolladım. Ertesi gün Fahri bana şu mektubu yazdı:
İki gözüm,
Gönderdiğin kadına baktım, bizim mütehassıs arkadaşlara da baktırdım. Çocuk dört aylık kadardır. Düşürmek için anasının içtiği türlü pisliğe, türlü süprüntüye aldırmayarak yerine oturmaktadır. İyi bakılmak ister. Hastanede kalmak is temiyor. Ben kanı kesmek için ilaç verdim. Çocuğu düşürmek için bana yalvardı. Bundan evvel de bir çocuk düşürdüğünü söylüyor. Ciğerlerinde bir şey yok. Ateşi bugün yarın düşer, sanırım. Düşmezse gene gelmesini söyledim.
Bu gece bize gel, sana kendi yaptığım şaraplardan içireceğim. En yüksek, Ren şaraplarından daha üstün değilse beş paranı almam. Allah aşkına gel… Tembellik etme, bekliyorum.
Halide’nin gebe olacağını nedense hiç düşünmemiştim. Bunu Faika’nın bilmesi gerekti; onlar da hiçbir şey açmadılar. Böyle kadını az, erkeği çok bir yerde, tek başına yaşayan genç bir kadını boş bırakırlar mı? Ben bunu bilmeliydim. Ertesi gün Halide odama geldi. Ben daha bir şey açmadan, o sordu:
“Doktor mektup yazacaktı, ne yazmış?” dedi.
“Senin çocuğun varmış da niye söylemiyorsun?” dedim.
“Nesini söyleyeyim? Başıma bir kazadır geldi.” dedi. “Ben onu düştü sanıyordum, düşmemiş. Hekim görünce anladı.”
Biraz durduktan sonra:
“Hekim ne yazıyor?” diye sordu.
“Hekim diyor ki çocuk düşerse anasını da beraber mezara sokar.”
“Aman hekimler hep öyle söylerler, bir şeycik olmaz. İstanbul’da olsaydı ben onu çoktan aldırtırdım. On yedi liraya alıyorlar. Burada otuz beş istiyorlar. O doktor sizin arkadaşınız, ne olur sevabına beni kurtarsın!”
“Ben yapamam kızım, can pazarı bu.”
“E, ben şimdi her gün ölüyorum ya! Acıyorsanız bugün de acıyınız.”
Ses çıkarmadım. Gene o dedi ki:
“Beni kucağımda çocukla kim çalıştırır? Açlıktan ben de ölürüm, çocuk da…”
“Sen onu, çocuğu yaparken babasına anlatmalıydın.”
“Söylemedim mi? Kaç kere söyledim. Benim çocuğum oluyor, dedim. Bana, ‘Olsun, olsun.’ dedi. Cemile ne iyi!.. Eskiden hastalık almış, şimdi hiç çocuğu olmuyor. Ben kırk yılda bir halt edecek olsam yüzüme gözüme bulaşıyor.”
Biraz sustuktan sonra:
“Gelsin, cevabı dikeceğim! Ya bana baksın yahut otuz beş lirayı verip çocuğu aldırsın. Ben çocukla kimin kapısına sığarım? Eğer dinlemezse ben de müdürüne kadar çıkarım.”
“Müdür ne yapacak? Sen başına geleceği, gebe kalmadan düşünmeliydin.”
“Gebe kalmadan düşünmedim mi? Söyledim diyorum ya! Kadın kısmının elinde ne var?”
“Seni zorla dağa kaldırmadılar ya, olmaz diyeydin.”
“Söylemek kolay! Hasta oldum, bana bir kış baktılar. Tek başına yaşamak kolay mı?”
“Ha, çocuğun babası o maliyedeki adam mı?”
“O СКАЧАТЬ