Demir Bey yahut İnkişaf-ı Esrar. Ахмет Мидхат
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Demir Bey yahut İnkişaf-ı Esrar - Ахмет Мидхат страница 10

Название: Demir Bey yahut İnkişaf-ı Esrar

Автор: Ахмет Мидхат

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-6485-94-5

isbn:

СКАЧАТЬ style="font-size:15px;">      Ertesi gün Mustafa Kamerüddin Bey uykudan pek geç uyandı. O kalkıncaya kadar tabip gelip sabah ziyaretini yaparak gitmişti. Hatta bu sabah hastayı dün sabahkinden pek çok iyi bulduğunu da itiraf etmişti. Hele Feride Hanım dün hastanın oğlu ile ne kadar yorulduğunu anlattığı zaman doktor efendi bu kadar yorgunluk üzerine hastanın kuvvetinden kaybedeceği yerde bilakis dünkü kuvvetine nispetle daha iyi olduğunu belirterek memnun olmuştu. Ancak bu gibi yorgunluklar her zaman iyi tesir göstermeyeceğinden ve kötü tesiri daha ziyade olacağından bahisle hastaya oğlu ile konuşmalarını kısıtlaması tavsiyesinde bulunmuştu.

      Mustafa Kamerüddin Bey uykudan kalkıp da pederinin yanına geldiği zaman Demir Bey:

      “Gel benim acil ilacım gel! Dertlere derman oğlum gel!” diye fevkalade bir neşe ile oğlunu kabul ederek tabibin sözlerini de tebliğ etti. Bu tebligatın Mustafa Kamerüddin’i herkesten ziyade memnun edeceğine şüphe mi edilir?

      O gün öğleden sonraya kadar pederiyle devam eden mülakatında hep Avrupa’daki tahsil ve müşahedelerini hikâye ile babasını yormaksızın eğlendirdi. Bu hikâyeler bir aralık hastaya ninni hizmetini görerek gözleri kapanıp tatlı uykuya varınca ana oğul cariyelerden birisini bekçi bırakarak hastanın yanından çıktılar, kendi odalarına geldiler.

      İşte bu zamanı Feride Hanım oğlu ile hasbihâl için daha müsait bularak dedi ki:

      “Mustafa! Umar mısın ki baban senin Fransızcayı ne kadar tahsil etmiş olduğunu takdir edebilsin?”

      “Ne demek istediğini anlayamadım anacığım?”

      “Hani ya demek istiyorum ki baban Fransızca bilmediği için senin tahsilinin derecesini takdir edemez sanırsın değil mi?”

      “Gerçi beybabam Fransızca bilmez ise de gayet akıllı bir adam olduğundan yine benim tahsilimin derecesini pekâlâ takdir edebilir.”

      “Gerçek babanın Fransızca bilmediğine kani misin Mustafa?”

      Feride Hanım bu sözü söylerken oğlunun yüzüne o kadar manidar bir bakışla bakıyordu ki “Hani ya bu kanaatte isen senin aklına şaşacağım!” demek istediğini Mustafa Kamerüddin hemen anlamaya yaklaştı. Çocuğa bayağı bir alıklık geldi. Dedi ki:

      “Muamma mı söylüyorsun anne? Yoksa ben Frengistan’a gider gitmez babam da Fransızca öğrenmeye mi başladı?”

      “Onun gibi bir şey?”

      “Öyle ise üç sene zarfında babam Fransızcayı mutlaka benden çok iyi öğrenmiştir. Babamda o akıl, o hafıza kuvveti varken bu lisanı öğrenmek onun için işten bile sayılmaz.”

      “Gerçi babanın hafıza kuvveti pek büyük imiş! Fakat üç senede bir lisan öğrenmek derecesinde bir hafıza kuvveti değil? Öğrenmiş olduğu lisanı yirmi otuz sene sonra unutmayıp hâlâ o lisan ile konuşarak yaşıyormuşçasına bir bilmek ki olur olmaz hafıza kuvvetleriyle mümkün olamayacağı aşikârdır.”

      Çocuğun arttıkça artan hayretini tam kendisince arzu olunan dereceye getirdikten sonra Feride Hanım:

      “Evladım, baban Fransızcayı yeniden öğrenmeye neden muhtaç olsun? Fransızca babanın ana lisanıymış?”

      Sözleriyle hastanın malum hayal gördüğü gece vuku bulan müşahedelerini başından hikâyeye başladı.

      Validesi hikâyede ilerledikçe Mustafa Kamerüddin’in hayret derecesi de artıyordu. Birkaç defa:

      “Anne, sakın yanlışlık olmasın! İhtimal ki babam Arapça yahut Arnavutça söylemiştir.” diyecek oldu ise de Feride Hanım:

      “Ayol! Ben sözün Fransızca olduğunu anlayamaz mıyım? ‘Alon’, ‘bon’, ‘trebiyen’ gibi sözler Fransızca değil midirler? Fransızcada ‘siyon’lu kelimeler pek çok olmaz mı? Hasılı, bu kadar yıldır sen Fransızcaya çalışıp durduğun ve ben de seni dinleyip yattığım hâlde Fransızcanın Fransızca olduğunu anlayamayacağımı nasıl hükmedebilirsin?” diye oğlunu temin ediyor ve oğlu sükûta vardıkça hikâyesinde devam gösteriyordu.

      Ta Demir Bey’in güya yaralanıp attan düşerek ölüm hâline geldiği noktasına kadar hikâyeye Feride Hanım devam etti. Mustafa Kamerüddin ise yalnız babasının öyle Fransız gibi Fransızca bilmesine hayretle değil; belki gayet garip bir roman gibi validesinin tasvir ettiği şeye de büyük bir hayretle dalıp gidiyordu.

      Nihayet validesi Demir Bey’in eliyle malum olan acayip işareti icra ettiğini ve dolayısıyla kocasının asıl yalnız Fransız değil; Hristiyan olması da muhakkak olduğunu ifade edince Mustafa Kamerüddin birdenbire yerinden fırladı. Dedi ki:

      “Aman anneciğim! Bu ne müthiş itham! Böyle bir şeye nasıl ihtimal verebiliyorsun?”

      “Oğlum! İlk düşünce ve zannımın sıhhatine ben de ihtimal vermemiştim. Ancak bu zanların tümü tam hakikat olduklarını müteakiben maddi delillerle anlayıp gördüğüm zaman ciğerim parça parça oldu!” diye babasının iş odasını nasıl açtırdığını ve içlerinden neler çıktığını oğluna ayrıntılarıyla anlatmaya başladı.

      Mustafa Kamerüddin sırrın böyle mertebe mertebe inkişafı üzerine renkten renge girerek kâh oluyordu ki gözleri içinde şimşek çakıyormuşçasına alevler peyda oluyordu.

      Delikanlının bu dinleme esnasındaki hâl ve tavrını kocakarılar ağzından müthiş hikâyeler işitip dinleyen çocukların hayretli ve müthiş tavırlarına kıyas edemeyeceğimiz gibi en mükemmel tiyatroda en büyük olayı temaşa eden en hassas bir adamın hâline de kıyas edemeyiz. Eğer bir tabip bu anda Mustafa Kamerüddin’in kulağına neler girdiğini bilmeksizin yalnız hâl ve hareketlerini tetkik için nazara alsaydı mutlaka biçare delikanlının çıldırmakta olduğunu zannederdi.

      Hâlbuki Mustafa Kamerüddin kendisinin çıldırmadığına emindi. Bilakis validesinin çıldırmakta olduğuna veyahut çıldırmış bulunduğuna kanaat derecesindeydi. Böyle hakikate yakınlığı bile olmayan koca bir vakayı hayal değil de gerçekmişçesine saçmalamayı, olur olmaz divanelerden bile bekleyemeyeceği ortadayken, validesinde cinneti hükmettirecek hiçbir emare görmemesi biçare delikanlıyı şaşırtmış bırakmıştı.

      Validesi hikâyeyi bitirdikten sonra dedi ki:

      “İşte evladım benden başka hangi karı olsa herifin asıl ve nesli bu suretle ortaya çıktıktan sonra kesin nefretini bir türlü yenemeyerek onu ölüme terk ederdi.

      Fakat ben bunca yıllık evliliğe ve senin gibi bir oğul üzerindeki hakka hürmeten yine şimdiye kadar sabrettiğim gibi iyileşene kadar da sabredeceğim.”

      “Hâlbuki bana yazdığın kâğıtta bu vakadan hiç bahsetmiyordun.”

      “Bu sırrın ortaya çıkması sana yazdığım kâğıttan sonra vuku buldu. Hatta bu sırrın ortaya çıkması üzerine seni İstanbul’a çağırmış olduğuma isabetimi bir kat daha görerek teselli buluyordum.”

      Aradan birkaç dakika sükût ile geçti. Bu sükût hâlinde Mustafa Kamerüddin’in derin derin düşünmekte olduğu СКАЧАТЬ