Viyana Dönüşü. M. Turhan Tan
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Viyana Dönüşü - M. Turhan Tan страница 25

Название: Viyana Dönüşü

Автор: M. Turhan Tan

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-6865-95-2

isbn:

СКАЧАТЬ style="font-size:15px;">      Her telden çalmayı başaran Evliya, her dilden konuşmayı da beceriyordu. Bu kabiliyet kuvvetiyle kadınlarla konuşmaya girişti ve içlerinden en güzelini çekerek sordu:

      “Adın ne senin bakalım piliç?”

      “Terez!”

      “Bu, Türkçe teresin Macarcası. Ad olmaz amma sana takmışlar!.. Anan, baban, kardeşin var mı?”

      “Var.”

      “Tarlan, tumbun?”

      “Var.”

      “Türkleri sever misin?”

      “Sevmez olur muyum hiç! Biz onların kılıcı altında yaşıyoruz. Türkler olmasa Almanlar bizi kıtır kıtır keser.”

      “Peki. Bir Türk seni almak istese varır mısın?”

      Kızın gözleri Gültekin’in güneşten esmerleşmiş nefis yüzüne dikildi, süzgünleşti, dudaklarında müphem bir emel titredi ve parmağı ona doğru uzandı:

      “Böylesi olursa hayhay!”

      Onların ne konuştuklarını anlamamakla beraber Kara Mehmet de Aygut da Gültekin de Evliya Çelebi’nin tehlikeli bir mevzuya temas ettiğini seziyorlardı. Köylü Macar kızının gözlerini süze süze, dudaklarını büze büze Gültekin’i göstermesi ise üç yoldaşı ayrı ayrı mülahazalara düşürmüştü. Kara Mehmet, nahoş bir sahne doğmasından endişeleniyordu. Gülbeyaz, güzel arkadaşını erkek sanan Macar kızına acıyordu. Gültekin, bir kadın tarafından beğenilmekten utanarak oraya geldiğine pişman oluyordu.

      Fakat Evliya Çelebi, macera âşığı bir adamdı, genç sipahinin yaptığı tesiri görünce latifeyi bırakıp ciddi davranmaya ve bu durumdan bir sergüzeşt çıkarmaya hazırlanmıştı, âdeta heyecanla Macar kızını sorguya çekiyordu.

      “Peki amma Terez, sen İsa kulusun. Bu delikanlı Muhammed ümmetinden. Onunla nasıl evlenirsin?”

      “O isteye görsün ağa. Ben kanatlanıp gelirim.”

      “İsa gücenmez mi?”

      Kız, çapkın bir tebessümle Gültekin’i süzdü. Sonra elini göğe kaldırdı:

      “İsa orada kim bilir neler yapıyor. Bizim yüreğimize karışmaya ne hakkı var?”

      Evliya Çelebi, Terez’le Gültekin’i hemen nikâhlamak istiyordu fakat yaptığı sorularla aldığı cevapları ve kendi düşüncesini Kara Mehmet’e söyleyip de “Deli misin hoca! Ne idüğü belirsiz bir kâfir kızı ile bu toy oğlanı ben evlendirir miyim?” itabını35 duyunca biraz bozuldu, fikrini müdafaa için birkaç kelime mırıldandı, sonra bir plan tasarladı.

      “Hakkın var yoldaşım…” dedi. “Ters düşündüm. İki üç tatlı sözle gönlünü alayım da dönelim.”

      Ve Macar kızına döndü, telaşsız bir şive ile şunları söyledi:

      “Ben seninle şu delikanlıyı baş göz etmeye karar verdim. Lakin yanındaki kurt homurdanıyor. Sen, sözünde sadıksan şimdi hiç tınma. Gün battıktan sonra bizim çadırların kurulduğu yere gel, elçi paşaya dert yan. Ben de orada bulunurum, sana yardım ederim, düğününü yaptırırım.”

      Evliya, öbür kızların ve kadınların duymaması, köy erkeklerinin de kuşkulanmaması için bu sözleri Terez’e fısıldamıştı. Fakat ilk konuşma açık yapıldığından bütün köy halkı heyecan içindeydi. Bir Türk delikanlısına İsa’yı feda etmekten çekinmeyeceğini haykıran kız, herkesi kızdırmıştı. Erkekler bu hareketi küstahlık ve yaşlı kadınlar günah sayıyorlardı. Genç kızlar ise kıskanarak hırslanıyorlardı, yurttaşlarını bir kaşık suda boğmak istiyorlardı. Evliya’nın, kıza sokulup da bir şeyler fısıldaması, o karışık heyecana bir de merak katmıştı. Herkes, şu gizli konuşmanın nasıl bir netice getireceğini anlamak için sabırsızlanıyordu.

      Terez, büyük bir müjde dinler gibi Evliya’nın öğüdüne kulak verdi, sonra ruhunun bütün iştiyakıyla Gültekin’i süzdü, “Peki!” dedi. Macera delisi Evliya, iyi bir sergüzeşt hazırladığından dolayı memnundu, sinsi bir istihza ile Kara Mehmet’e tekerleme dinletiyordu:

      “Kızın gönlünü aldım, yaptığım şakadan dolayı bana darılmamasını söyledim. Sen de kırdığım potu hoş gör arkadaş.”

      Fakat Evliya’nın tohumunu attığı maceranın dal budak salması mukadderdi. Terez, gerçekten Gültekin’e gönül kaptırmıştı ve onun eşi olmak için köyünü, yuvasını, anasını, babasını, dinini, imanını feda etmeye karar vermişti. Türklerin uzaklaşmasıyla beraber kimi söverek kimi tükürerek üzerine saldıran köylülere mağrur bir eda ile sırtını çeviriyor ve bütün hücumları tek bir cümle ile karşılıyordu:

      “Gönül benim değil mi, ister Türk’e ister Alman’a veririm. Kimse bana karışamaz.”

      Bununla beraber köylüler onun nasıl bir öğüt aldığını tahmin edemiyorlardı. Yalnız takındığı tavrı telin ediyorlardı. Kendinden bir yaş küçük olan erkek kardeşi bu vaziyette ona el uzattı, başkalarının sitemlerine, hakaretlerine karşı ablasını müdafaaya girişti. Dil kavgası da nihayet tavsadı, herkes evine çekildi ve hayli yorgun düşen iki kardeş bir köşeye sığınarak baş başa kaldı. Terez, bu sakin yerde kardeşinin boynuna sarıldı:

      “Jozef…” dedi. “Bir Türk her şeydir, değil mi?”

      “Öyledir Terez.”

      “Biz altının adını duyuyoruz, yüzünü görmüyoruz. İpeğin giyildiğini işitiyoruz, ne biçim şey olduğunu bilmiyoruz. Yediğimiz kuru ekmek, giydiğimiz çul. Bütün dedelerimiz ömürlerini kaplumbağa gibi sürünerek geçirdiler. Sen de yaya doğdun, yaya yaşıyorsun ve yaya öleceksin. Hâlbuki Türkler altın içinde, sırma içinde, ipek içinde… Ayakları yere değmiyor, kartal gibi uçuyorlar. Ben, bütün bunları bilip dururken, elime de fırsat geçmişken neden bir Türk’e kul olmayayım?”

      Jozef, ablasının ellerini okşaya okşaya cevap verdi:

      “Hakkın var amma Terez, seni isteyen kim?”

      “O genç sipahi!”

      “Onunla konuşmadın ki?”

      “Macarca bilen adam bana söz verdi, beğendiğim delikanlı ile evlenebileceğimi söyledi.”

      “Ya sözünde durmazsa?”

      “Türk yalan söylemez Jozef!”

      “Peki, ne yapmak istiyorsun?”

      “Onların çadır kurdukları yere gideceğim, paşayı göreceğim, dinimi değiştirip meramıma ereceğim.”

      Jozef, derin derin düşündü, gamlı gamlı mırıldandı:

      “Gitmek kolay, dönmek güç!”

СКАЧАТЬ



<p>35</p>

İtab: Tekdir etmek. Şiddetle hitap etmek. (e.n.)