Название: Cehennemden Selam
Автор: M. Turhan Tan
Издательство: Elips Kitap
isbn: 978-625-6865-84-6
isbn:
meselesi için İstanbul’da ciddiyetle adam aranılması makul değildi. O devirlerde, mekân değiştirmekle suçun mahiyeti ortadan kalkar gibi bir hâl vardı. Bununla beraber kendilerinin topluca bir mahalde görülmesi, derhâl işin şeklini değiştirebilir ve muhakkak hükûmeti ve hele o sırada hükûmetin başında bulunan Kuyucu’yu şüphelendirirdi. Binaenaleyh gün doğmadan dağılmalıydı.
Baldırıkısa, son testiyi de içip dağılmak fikrini ileri sürmüştü. Tanrıbilmez, başını kaşıyarak bağırdı:
“Güzel güzel konuşuyorduk, kardaşça eğlendik, Çeşmi’ye de uçmak için kanat temin ettik. Gelin şimdi bu eğlentiye sipahice bir nihayet verelim.”
Arkadaşlar, “Nasıl verelim? Ne yapalım?” diye soruyorlardı. O, “Siz karışmayın, yalnız testi ile çanağı alın, arkamdan gelin.” diyordu.
Fecirle beraber yedi arkadaş, bulundukları odadan çıkmışlardı. Kör Mahmut çanağı koynuna koymuş, testiyi de sırtlamıştı. Tanrıbilmez’e uyarak Çemberlitaş istikametinde yürüyorlardı. Yol boyunca sarhoşçasına latifeler yapıyorlar, herhangi bir bekçi görünce leventçe bir tavır alarak sipahiliğin haysiyetini muhafaza eder görünüyorlardı.
Bayezid’e geldikleri zaman Tanrıbilmez, Fincancılar tarafına saptı. O sırada da şimdiki Darülfünun’un ve yangın kulesinin yerinde Eski Saray vardı. Binanın etrafı şimdi olduğu gibi parmaklıklı değil, yüksek duvarlarla çevrili idi. Her saltanat değişiminde, müteveffanın terk ettiği kadınlar ve kızlar, esas tabiriyle mahlular,15 Topkapı Sarayı’ndan çıkarılarak buraya naklolunurdu. Binlerce dilrübanın güzelliğini koynunda solduran, kucağına düşen tazeleri ancak bir acuze hâline getirdikten sonra mezara girmek üzere bırakan bu musibetli sarayın, avam arasındaki efsanevi menkıbeleri de deli biraderin âşık zaviyelerine ait hikâyeler kadar çeşitli idi.
Tanrıbilmez, ne yapacağını arkadaşlarına hâlâ söylememişti. Yalnız onları Haliç’e doğru götürüyordu. Sabah ezanından biraz sonra şimdiki Yemiş İskelesi noktasına gelmişlerdi. Tanrıbilmez orada bir dolmuş16 buldu, arkadaşlarıyla beraber hemen binerek kayığı Sarayburnu’na doğru hareket ettirdi ve Sarayburnu’na yaklaştıkları zaman, sabırsızlıktan çatlamak derecelerine gelen arkadaşlarına fikrini izah etti: “Şimdi hünkâr, Sinan Paşa Köşkü’ndedir. Her sabah bu vakitler o köşkten denizi seyreder, harem mahmurluğunu burada bozar! Biz köşkün önünden geçeceğiz ve onu sipahice selamlayacağız. Hepiniz orada benim söylediğim sözü tekrarlayacaksınız ve ben ne yaparsam onu yapacaksınız.”
Kayık aheste aheste Sinan Paşa Köşkü’nün önüne gelmişti. Hünkârın gerçekten orada bulunduğu mahsus idi. Tam köşkün önünde, Tanrıbilmez ayağa kalktı ve testiden bir çanak şarap doldurarak bağırdı: “Halayıkoğlu’nun şerefine!”
Altı sipahi, Tanrıbilmez’i taklitte gecikmediler. Her biri diğerini takip edip ayağa kalkarak gür sesleriyle haykırdılar: “Halayıkoğlu’nun şerefine!”17
Tanrıbilmez’le arkadaşlarının bindikleri kayık, o devirlerde sipahilerin çok emin ve daimî sığınağı olan Üsküdar’a doğru kayıp giderken hekimbaşı efendinin, bir hafakan hiddeti içinde bayılan hünkârı tedavi için Sinan Paşa Köşkü’ne seğirttiği görülüyordu.
3
Zamanımızda harp, manasına uygun bir facia şeklini aldı; şiiriyetini tamamen kaybetti. Bugün binlerce kişiden mürekkep bir ordunun nakli, herhangi bir noktada toplanmış bir sır hâlinde cereyan eder. Oğlu harbe giden bir baba bile ciğerparesinin katıldığı kıtadan kolaylıkla haber alamaz. Mektuplar, tesadüfen gelmiş gibi mürselünileyh18 bulur. Lakin geldiği yerden hiçbir iz taşımaz. Bütün medeni dünyada hâlen şekil budur.
Pazunun kafaya ekseriya tahakküm ettiği, “Zor oyunu bozar.” meselinin de harp kaideleri arasında hatırı sayıldığı devirlerde hâl, aksine olup harp bir nevi düğün gibiydi. Vatandaşlar, bitaraflar, dostlar değil, bizzat düşman dahi kendisi için hazırlanan darbenin her türlü özelliğinden haberdar olurdu. Bilhassa Türkler, kendi ordularının kemmî19 ve keyfi bütün mahiyetinden düşman tarafı haberdar etmekle, erlik borcunu ödemiş olmak kanaatinde bulunurlardı.
Bu itibar ile harbe gidecek ordunun İstanbul’dan hareketi de bir nevi temaşa teşkil ederdi. İlan olunan sefer Rumeli cihetinde ise serdarın tuğları ve otağı Davutpaşa’ya, Anadolu tarafına gidilecekse Üsküdar’a dikilirdi. Günlerce süren hazırlıklardan sonra ordunun harekete gelmesine karar verilince kadın ve erkek binlerce halk, gazileri seyr için belirli yerlere koşarlardı.
Filhakika ordunun her hareketi de temaşaya değerdi. Serdarın önünde sekiz nefer yeniçeri şairi yürürdü. Bunların başında keçe, arkalarından birer kaplan postu bulunurdu. Her biri “kudu kamet” sahibi, “dev endam” heriflerdi! Bir davul kadar ses veren “çöğür”lerini nöbetle çalarak, yüksek sesle okudukları türküleri sazlarının ahengine tuttururlardı. Birer dağ parçasına benzeyen bu ocak şairlerinin bir saatlik yere kadar sadalarının eriştiği sınanmış idi.
Serdar genellikle kırmızı renkte elbise giyer, diğer paşalar siyah samur giyinirlerdi. Yalnız serdarın yanında giden şeyhülislam beyazlar giyinirdi! Yeniçerilerin kazanları, bayrakları, enselerini döven mukaddes keçeleri, sarıkları arasındaki kaşıkları gibi sipahilerin de zırhları, alaca bayrakları, yarım kabza kılıçları, oynak atları ve bir meşin torbayı andıran sakaların ıslak kıyafetleri seyrine doyulmaz bir manzara teşkil ederdi.
Cephane ve erzak taşıyan katar katar develerin öğürtüsü, yedek atlarıyla sayısız katırların gürültüsü, on beşer yirmişer çifti bir arada top çeken mandaların bu görünüşü bu manzaraya ilave olunursa hareket hâlindeki bir ordunun tasviri kısmen tamamlanmış olur.
Kuyucu Murat Paşa işte böyle bir alayla bir bahar günü Üsküdar’dan hareket ediyordu. Ulema ve âyan, serdarı Maltepe’ye kadar uğurlayıp ve sonra el öpüp geri dönmüşlerdi. Hedef, Tebriz idi ve her neferde yaya olarak dünyayı dolaşmaya çıkmış gönüllü bir seyyah tevekkülü görünüyordu.
Ordu, mutat olan yollarda konaklayarak ileri doğru aheste aheste gidiyordu. İzmit Körfezi sahillerindeki her menzil, ordu için taşkın eğlencelere zemin teşkil ediyordu. Buralarda yeniçeriler, sipahilerle yüzme müsabakasına çıkar ve bir yeniçerinin rakibi sipahiyi yüzgeçlikte mağlup etmesine karşılık diğer bir sipahinin denize at sürerek iki yeniçeriyi perçemlerinden tutmak suretiyle birer elma gibi kucağına aldığı ve sahile çıkardığı görülürdü. O vakit bütün ordu, koyu bir bulut gibi gök gürültüsü koparan bir sadayla gümbürdeyerek “Aleyke avn!” diye bağırırdı! Yeniçerilerin testiye kurşun atmaları, keçeye kılıç sallamaları her gün vaki СКАЧАТЬ
15
Mahlu: Reddedilmiş. (e.n.)
16
Dolmuş, belirli miktarda kişiyi bir mahalden diğer mahalle nakleden büyücek kayıklardır. (y.n.)
17
Meşhur Sezar, Gal kıtasını istiladan dönüşünde askerleri dostça bir nümayiş yaparak onun çadırı önünde bağırmışlardı:
“Yaşasın Sezar! Her kocanın karısı, her karının kocası Sezar!..”
Bizim sipahilerin hareketinde muhabbet değil, nefret görülür. Bazı müverrihler, bu vakanın yeniçeriler tarafından yapıldığını, hünkârın kayıkla Sütlüce önünden geçerken oradaki meyhanelerde dem tutan yeniçerinin ellerinde kadeh sahile koşarak “Senin şerefine! diye bağırdıklarını kaydetmişlerdir. Fakat anane, olup bitenin bizim naklimize uygunluğunu gösteriyor!
18
Mürselünileyh: Kendisine bir şey gönderilen, (e.n.)
19
Kemmî: Azlık veya çokluğa dair. (e.n.)