Demir Yolu Çocukları. Эдит Несбит
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Demir Yolu Çocukları - Эдит Несбит страница 8

Название: Demir Yolu Çocukları

Автор: Эдит Несбит

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-6485-58-7

isbn:

СКАЧАТЬ gelmeniz binlerce yıl ister.”

      “Pek o kadar değil ya!.. Yani, eğlence olsun diye mi yaptın sen bu işi?”

      Peter kızgınlıkla “Bunca ağır şeyi ta tepeye taşımak eğlence olsun diye yapılır mı?” dedi.

      “Neden yaptın peki?” İstasyon müdürünün sesi şimdi öylesine sevecendi ki. Peter karşılık verdi, “O yağmurlu günü hatırlıyor musunuz?.. işte o gün annem, bizim ocak yakamayacak kadar yoksul olduğumuzu söyledi. Eski evimizdeyken soğuk havalarda hep yanardı ocak. Sonra…”

      Roberta fısıltıyla onun sözünü kesti, “Yeter…”

      İstasyon müdürü düşünceli düşünceli çenesini ovalayarak, “Bu seferlik sizi bağışlayacağım.” dedi. “Ama unutma delikanlı, demek ki bu maden senin değil, ister yaptığın şeye madencilik deyin ister başka bir şey; bu hırsızlıktır hırsızlık! Haydi, doğru eve şimdi.”

      Peter heyecanla, “Sahi bize bir şey yapmayacak mısınız?” dedi. “Siz çok mert bir insansınız.”

      Roberta da, “Siz çok iyisiniz.” dedi.

      Phyllis de ekledi, “Çok tatlısınız.”

      İstasyon müdürü uzatmadı, “Pekâlâ pekâlâ…”

      Bunun üzerine birbirlerinden ayrıldılar.

      Yokuş yukarı çıkarlarken Peter, “Benimle konuşmayın.” dedi. “Siz casus ve hainsiniz. Evet, casus ve hain.”

      Kızlar, Peter’in sözlerine kızmayacak kadar onun özgür ve güven içinde kendileriyle birlikte olmasının ve polis merkezine değil de Üç Bacalarla gitmelerinin mutluluğu içindeydiler. Roberta tatlı bir sesle, “Biz bir şey demedik ki…” dedi, “Senin kadar bizim de suçlu olduğumuzu söyledik.”

      “Öyle değildi ki ama…”

      Phyllis, “Mahkemeye, yargıcın karşısına çıkarılsaydık, öyle olacaktı.” dedi, “Aksilik etmesene Peter! Senin sırlarını öğrenmek bu kadar kolaysa suç bizim mi?” Peter’in kolunu tuttu. O da ses çıkarmadı. “Bir dolu kömür var daha bodrumda.” dedi.

      Roberta, “Söyleme böyle. Hiç de sevinilecek bir şey değil bu.”

      Peter cesaretini toplamıştı, “Neden?” dedi. “Madenciliğin suç olduğuna yine de inanmıyorum ben.”

      Ama, kızlar belli etmemekle birlikte, bunun suç olduğuna Peter’in de inandığını biliyorlardı.

      3. BÖLÜM

      YAŞLI, KİBAR ADAM

      Peter’in kömür madeni serüveninden sonra çocukların istasyondan uzak durmaları gerekirdi ama böyle yapmadılar, yapamadılar, demir yoluna olan ilgilerini kesemediler. Bütün ömürlerince at arabalarının, otobüslerin günün her saatinde gürültüyle geçtikleri, hemen hemen her zaman kasap, ekmekçi ve şamdancı arabalarının boy gösterdikleri bir sokakta oturmuşlardı ama burada, uyuyan bir bölgenin derin sessizliği içinde tek hareket eden trenlerdi. Çocukları, bir zamanlar kendilerinin olan eski yaşantılarına bağlayan tek bağ bu trenlerdi. Üç Bacalar’dan aşağı doğru inen üç çift ayağın günlük yolculukları, dalgalı, kısa çayırlar üstünde yaya yolu açmaya başlamıştı. Bazı trenlerin geçiş saatlerini bellemeye ve onlara ad vermeye koyulmuşlardı. Yukarı doğru geçen 9.15 treninin adı Yeşil Canavar’dı. Aşağı geçen 10.07 treninin de Wantley Solucanı. Acı acı bağırarak hızla geçişiyle onları düşlerinden uyandıran gece yarısı ekspresine Gece Uçan Korkunç adını takmışlardı. Asıl adı takan da yıldızların ışıldadığı soğuk bir gece yatağından kalkarak perdenin arasından trenin geçişini seyreden Peter olmuştu.

      Yaşlı, kibar adam, Yeşil Canavar’da yolculuk ediyordu. Çok iyi görünüşlü, yaşlı ve kibar bir adamdı bu. Tertemiz, tıraşlı pembe bir yüzü ve beyaz saçları vardı. Oldukça eski moda yakalıklar takıyor, başkalarının giydiklerine benzemeyen silindir biçimli bir şapka giyiyordu. Çocuklar bütün bunları bir seferde görmediler elbette. Yaşlı, kibar adam konusunda ilk dikkatlerini çeken onun eli oldu.

      Bir sabah çitin üstüne oturmuşlar, Peter’in Waterbury saatine göre üç dakika kırk beş saniye geç kalmış olan Yeşil Canavar’ı bekliyorlardı.

      Phyllis, “Yeşil Canavar, babamızın olduğu yere gidiyor.” dedi. “Eğer sahici bir canavar olsaydı, onu durdurur, sevgilerimizi babamıza ulaştırmasını söylerdik.”

      Peter, “Canavar insanların sevgilerini birbirlerine ulaştırmaz.” dedi.

      “Ulaştırır ama önce evcilleştirmek gerekir. İspanyol türü köpekcikler gibi her şeyi getirip götürürler. Yiyeceklerini sahiplerinin elinden yerler. Babamız neden hiç yazmıyor bize?”

      Roberta, “Annem onun çok işi olduğunu söylüyor ama yakında yazacakmış!”

      Phyllis, “Yeşil Canavar geçerken hepimiz mendil sallayalım, olur mu?” dedi. “Eğer büyülü bir canavarsa neden mendil salladığımızı anlar ve sevgilerimizi babamıza iletir. Büyülü değilse ne yapalım, mendil sallamaktan ellerimiz aşınmaz ya…”

      Yeşil Canavar kıyametler kopararak karanlık ininden, yani tünelden fırladığı zaman, üçü birden parmaklığın üstünde ayağa kalkarak kirli olup olmadıklarına aldırış etmeden mendillerini salladılar. Bir de kirliydi ki mendiller…

      Birinci mevkide bir vagonun penceresinden bir el, kendilerine karşılık verdi. Tertemiz bir eldi. Bir gazeteyi tutuyordu. Yaşlı, kibar adamın eliydi bu.

      Bundan sonra çocuklarda 09.15 trenindekilere karşılıklı el ve mendil sallamak bir alışkanlık hâline geldi.”

      Ve çocuklar, özellikle kızlar, yaşlı, kibar adamın babalarını tanıdığını; onu “iş”te ya da olduğu yer neresiyse orada göreceğini; çocuklarının çok uzaktaki, yeşil bir kasabada çitin üstüne çıkarak, hava nasıl olursa olsun, her sabah ona sevgilerini gönderdiklerini söyleyeceğini düşünmekten çok hoşlanır oldular.

      Çünkü şimdi çocuklar, villada oldukları zamanlar kesin olarak dışarı bırakılmadıkları her türlü havada dışarı çıkabiliyorlardı. Bunu da Emma Teyze sağlamıştı. Çocuklar, Emma Teyze’nin kendileri için satın aldığı zaman güldükleri uzun tozluklar ve su geçirmez ceketlerin ne kadar işe yaradığını görünce ona karşı hiç de iyi davranmamış olduklarını şimdi daha da çok anlıyorlardı.

      Anne, bu arada yazılarıyla çok meşguldü. İçlerinde öyküler olan bir yığın uzun, mavi zarflar gönderiyor, bunlara karşılık da kendisine çeşitli boy ve renkte büyük zarflar geliyordu. Anne bunları açtıkça bazen içini çekiyor ve şöyle diyordu, “Tüneğinde beklemek üzere yine bir öykü geri gönderildi aman ya Rabbi, aman ya Rabbi!”

      Çocuklar da çok üzülüyorlardı.

      Anne, bazen de zarfı havada sallıyor ve şöyle diyordu, “Yaşasın yaşasın! İşte aklı başında bir yayımcı. Öykümü satın aldı. Bu zarf СКАЧАТЬ