Название: Demir Yolu Çocukları
Автор: Эдит Несбит
Издательство: Elips Kitap
isbn: 978-625-6485-58-7
isbn:
Peter, “Yol alan bir trene böylesine yaklaşabileceğimizi hiç düşünmemiştim.” dedi. “Çok güzel bir sey bu.”
Roberta, “Oyuncak lokomotiflerden çok daha iyi, değil mi?”
“Bilmem ki… Onun da keyfi başka ama… Bütün bir tren amma da acayip ha! Ne de yüksek, değil mi?”
Phyllis, “Biz hep istasyonlardaki peronların ikiye böldüğü trenler gördük.”
Roberta, “Acaba bu tren Londra’ya mı gidiyordu?” diye söylendi. “Babamız Londra’da.”
Peter akıl verdi, “İstasyona gidip öğrenelim.”
Ve istasyona yöneldiler…
Demir yolu boyunca yürüyorlar; başlarının üstünde, telgraf tellerinin vızıltısını duyuyorlardı. İnsan trendeyken telgraf direkleri arasındaki açıklık öyle az görünür ve siz daha sayamadan direkler öylesine bir hızla birbiri ardına tellere asılır ki! Oysa yürürken telgraf direkleri hem daha azmış gibi gelir insana, hem de araları çok uzun sürer.
Ama, eninde sonunda çocuklar istasyona ulaştılar.
Daha önce içlerinden hiçbiri trene yetişmek, tren beklemek ve her seferinde bir an önce oradan uzaklaşmaktan başka istasyonlara karşı ilgi duymayan büyüklerin eşliğinde olmak dışında, böyle keyiflerince bir istasyonda bulunmamışlardı.
Daha önce hiçbiri, telleri görebilecek, makinenin sert, güçlü tıkırtılarından sonraki gizlemli “ping ping” sesini duyabilecek kadar bir işaret kulübesinin yakınından geçmemişti.
Keyifli bir gezi yolu olan rayların serildiği demir yolu traversleri, Roberta tarafından çabucak, köpürerek akan sel sularında atlama taşı görevi yapan bir oyun haline getirilmişti.
Sonra, istasyona bilet alınan yönden değil de korsanlar gibi peronun eğik yanından girmek… Bu da başlı başına bir keyifti.
Lambaların durduğu, duvarında Demir Yolu Takvimi olan ve bir gazetenin ardında yarı uyur yarı uyanık bir hamalın bulunduğu hamallar odasına şöyle bir göz atmak da keyifti.
İstasyonda birbirini kesen birçok hat vardı. Bu hatlardan bazıları sanki işten yorulmuş da artık emekliye ayrılmak istermişçesine alıştırma yerine uzanıyor ve orada kesiliyordu. Buradaki rayların üstünde yük vagonları duruyordu. Bir yanda da koca bir yığın kömür vardı. Ev kömürlüklerindeki gibi ulu orta bir yığın değildi bu. Yığın, kömürden bir yapı gibi yükseliyor, çevresini, tarihteki eski şehir resimlerini andırır biçimde, tuğlaya benzeyen iri iri kömür blokları tutuyordu. Bu kömürden duvarın tepesine yakın yerde de kireçle çizilmiş bir çizgi vardı.
İstasyon kapısının üstündeki gongun iki kez arka arkaya çınlayarak yankılanması üzerine hamal tembel tembel dışarı çıkınca Peter en terbiyeli haliyle ona “Nasılsınız?” dedi ve acele acele kömürün üstündeki beyaz işaretin ne anlama geldiğini sordu. Hamal, “Eğer biri kömür çalmaya kalkmışsa farkına varalım diye.” karşılığını verdi. “Anladın ya, sakın kömür aşırmaya kalkma küçük bey.”
Bu söz o zamanlar Peter’e pek şakacı geldi ve hamalın içten bir kimse olduğu kanısına vardı ama daha sonra bu sözler Peter’e başka anlamda yeniden söylendi.
Fırın yandığı gün bir çiftlik evi mutfağına hiç girdiniz ve büyük hamur çömleğinin, kabarması için ateşe konduğunu gördünüz mü? Eğer gördünüzse ve o zamanlar her gördüğünüzle ilgilenecek kadar küçük idiyseniz, parmağınızı, dev bir mantar gibi çömlekte kıvrılmış yatan yumuşacık, yuvarlak hamurun içine sokmaktan kendinizi alamamışsınızdır. Hatırlayacağınız gibi parmağınız hamurda bir çukur açmış, sonra yavaş yavaş bu çukur kaybolmuş ve hamur, parmağınızı sokmadan önceki görünümünü almıştır. Ama eliniz kirliyse elbette hamurda küçük, siyah bir iz de kalmıştır.
İşte babanın gidişi ve annenin mutsuzluğu karşısında çocukların duyguları da böyle olmuştu. Önceleri bu durum onları çok etkilemişse de bu etki uzun süreli olmamıştı.
Hiç unutmamakla birlikte, babanın yanlarında olmayışına, okula gitmeme ve anneyi pek az görmeye alışmışlardı. Anne, şimdi üst kattaki odasında durmadan yazı yazıyordu. Çay saatlerinde alt kata iniyor ve yazdığı öyküleri yüksek sesle çocuklara okuyordu. Çok tatlı öykülerdi bunlar. o kayalar, tepeler, vadiler, ağaçlar, kanal ve hepsinin üstünde demir yolu onlar için öylesine yeni ve öylesine sevindiriciydi ki… Villada eski yaşantıları uzak bir düş gibi kalmıştı.
Anne onlara birkaç defa, artık yoksul olduklarını söylemişti ama bu da onları, iş olsun diye söylenmiş bir sözden öte etkilememişti. Büyükler, anneler bile sık sık, sırf bir şey söylemiş olmak için böyle pek bir anlamı olmayan sözler söylerlerdi. Pekâlâ yeteri kadar yiyecekleri vardı. Eskiden olduğu gibi güzel elbiseler giyiyorlardı.
Fakat haziranda üç gün arka arkaya bardaktan boşanırcasına yağmur yağdı ve hava da çok, pek çok soğudu. Kimse dışarı çıkamıyor, tir tir titriyordu. Çocuklar üst kata çıkıp annenin oda kapısını vurdular. Anne içeriden, “Evet, ne var?” diye seslendi.
Roberta, “Ocağı yakayım mı anne?” dedi. “Yakmasını öğrendim artık.”
Annenin karşılığı şöyle oldu, “Hayır yavrum. Haziranda ocak yakmamalıyız. Kömür öyle pahalı ki… Üşüyorsanız, tavan arasına çıkın, koşup oynayın. Isınırsınız.”
“Ama, anne, ocağı yakmak için ne kadarcık kömür gerekir ki?”
“O kadarcığı bile gözden çıkaramayız yavrum… Haydi gidin, oynayın. Çok işim var.”
Phyllis fısıltıyla Peter’e, “Annemin de hep işi var şimdi.” dedi. Peter karşılık vermedi. Omuzlarını silkti. Düşünüyordu.
Haydut mağarası yapılmaya çok uygun olan tavan arasında insanı başka bir düşüncenin uzun süre etkilemesine imkân yoktu. Haydut elbette Peter’di. Roberta da yardımcısı, çok güvendiği çetesi, aynı zamanda da hiç duraksamadan karşılığında büyük bir kurtarma parası -bakla- ödenecek olan kaçırılmış kız Phyllis’in ailesiydi.
Sahici dağ haydutları gibi heyecan ve neşe içinde çay için aşağı indiler.
Ama, Phyllis, tereyağı sürülmüş ekmeğine reçel de koymak isteyince anne, “Ya reçel ya da tereyağı yavrum.” dedi. “Hem reçel, hem de tereyağı değil. Şu sırada her türlü lüksten kaçınmak zorundayız.”
Phyllis sessizce tereyağlı ekmeğini bitirdi. Sonra reçelli ekmek yedi. Peter, açık çayını düşünceli düşünceli içti.
Çaydan sonra yeniden tavan arasına çıktıkları zaman Peter, kız kardeşlerine, “Ben bir şey düşündüm.” dedi.
Kızlar kibar kibar sordular, “Ne düşündün?”
Peter beklenmedik bir karşılık verdi, “Size söylemeyeceğim.”
СКАЧАТЬ