Sylvie ve Bruno. Льюис Кэрролл
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Sylvie ve Bruno - Льюис Кэрролл страница 10

Название: Sylvie ve Bruno

Автор: Льюис Кэрролл

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-99852-8-2

isbn:

СКАЧАТЬ çalışırken bir şey dediğime eminim. Sanki bunu belli etmese de yol arkadaşımın yüzündeki irkilme ifadesi yeterli delil değilmiş gibi bir de o çığlık hâlâ kulaklarımda yankılanıyordu. İyi de nasıl özür dilemeliydim acaba?

      En sonunda kekeleyerek “Umarım sizi korkutmamışımdır. Ne dediğim hakkında hiçbir fikrim yok. Rüya görüyordum da…” deyiverdim.

      Genç Leydi, ağırbaşlı görünmeye çalışsa da her an gülümsemeye dönüşecekmiş gibi titreyen dudaklarıyla, “ ‘Uggug ha!’ dediniz. Hatta resmen bağırdınız!” dedi.

      Pişmanlıkla “Çok özür dilerim.” dedim. Uyanık olduğumdan hâlâ şüphe ederek içimden “Gözleri Sylvie’ninkilere ne kadar da benziyor! Hatta o sevimli, meraklı ve masum görünüş de aynı Sylvie! Ama Sylvie’de böyle kararlı görünen dudaklar, sanki çok uzun zaman önce büyük bir üzüntü yaşamış kişilere has hüzün yok.” diye geçirdim. Ardından zihnime doluşan yoğun düşünce ve hayaller Leydi’nin konuşmasını duymamı engelledi.

      “Elinizdeki bir Korku Kitabı olsaydı eğer, hayaletler hakkında bir şeyler – veya Dinamit – veya Gece Yarısı Cinayeti, o zaman durumunuzu anlayabilirdim çünkü bu kitaplar size kâbus gördürmüyorsa üç kuruş bile etmezler! Fakat elinizdeki kitabın yalnızca tıbbi incelemeler içeren bir kitap olduğunu düşününce…” diyerek ufak bir omuz silkişiyle okurken uyuyakaldığım kitabı ima etti.

      Dostluğu ve içtenliği beni resmen afallatmıştı. Çocuk cesur veya cüretkâr değildi – çocuktu veya tıpkı bir çocuk gibi görünüyordu; en fazla yirmi yaşında gösteriyordu – sadece dünya toplumunun gelenek ve göreneklerine – hatta barbarlığına – alışık olmayan ziyaretçi bir meleğin masum açık sözlülüğüyle konuşuyordu. “Öyle bile olsa Sylvie bir on yıl daha bakacak ve konuşacak mıydı?” diye derin düşüncelere dalmıştım ki cesaretimi toplayıp, “Gerçekten korkunç olmadıkça hayaletlere aldırmıyorsunuz o hâlde öyle değil mi?” diye sordum.

      “Evet öyle. Olağan Demir Yolu-Hayaletleri – yani olağan Demir Yolu-edebiyatının Hayaletleri demek istiyorum – çok zayıf olaylardır. Alexander Selkirk gibi ‘Uysallıkları benim için şok ediciydi!’ diyesim geliyor. Hem hiç Geceyarısı Cinayetleri işlemiyorlar. Hayatlarını kurtaracağını bilseler bile pıhtılaşmış kan içinde debelenmezlerdi.”

      “ ‘Pıhtılaşmış kan içinde debelenmek’ oldukça etkileyici bir ifade oldu! Acaba herhangi bir sıvı içinde de yapılabilir mi bu merak ediyorum doğrusu.”

      Sanki bu konuyu çok önceden düşünmüş gibi, “Sanmıyorum! Yoğun bir şey olması gerekiyor. Mesela, bir ekmek sosunun içinde debelenebilirsin. Hem rengi beyaz olduğundan bir Hayalet için daha uygun olur. Tabii debelenmek istediğini varsayarsak…” dedi.

      “O kitapta gerçekten korkunç bir hayaletiniz var mı?” diye sordum.

      Bütün içtenliğiyle “Bunu nasıl bildiniz?” deyip kitabı elime verdi. İyi bir hayalet hikâyesinin vereceği nahoş heyecandan çok araştırmalarının konusunu “esrarengiz” bir şekilde tahmin etmiş olmamın vermiş olduğu bir sabırsızlıkla kitabı açtım.

      Bir Ev Yemekleri kitabıydı ve “Ekmek Sosu” başlıklı sayfa açıktı.

      Leydi şaşkınlığım karşısında kahkaha atarken ben boş bakışlarla kitabı kendisine iade ettim. “Sizi temin ederim ki bazı modern hayalet hikâyelerinden çok daha heyecanlı bu. Geçen ay bir tane hayalet vardı mesela – tabii ki gerçek bir hayaletten bahsetmiyorum-bir dergide görmüştüm. Kesinlikle çok tatsız bir hayaletti. Bir fareyi bile korkutamazdı. Hatta birilerinin kendisine yer vereceği cinsten bir hayalet değildi.”

      Kendi kendime, “Demek ki 70 yaşında, kel ve gözlüklü biri olmanın da kendince avantajları varmış!” dedim. “Birbirleriyle, korkunç aralıklar verip kekeleyerek konuşmaya çalışan mahcup bir oğlan ile bir bakire yerine, yaşlı bir adamla bir çocuk, çok rahat bir vaziyette sanki yıllardır birbirlerini tanıyorlarmış gibi konuşuyorlar!”

      “O hâlde…” diyerek yüksek sesle devam ettim, “bazen bir hayalete oturmasını mı söylemeliyiz. İyi de bunun için yetkimiz var mı? Mesela Shakespeare’de; onun hikâyelerinde birçok hayalet vardır. Peki Shakespeare hiç ‘Sandalyeyi Hayalet’e verir.’ şeklinde bir sahne talimatı verdi mi acaba?”

      Leydi şaşkın şaşkın bir süre düşündükten sonra ellerini çırparak “Evet, evet verdi!” diye bağırdı. “Hamlet’e ‘Dinlen, dinlen perişan Ruh!’ dedirtmiştir.”

      “Rahat bir koltuk mu bari oturduğu yer?”

      “Amerikan tarzı bir sallanan sandalye, sanırım…”

      O sırada muhafız “Fayfield Kavşağı’na geldik. Elveston’a aktarma için Leydim.” diyerek kompartımanın kapısını açtı, kendimizi az sonra bavullarımızla birlikte peronun ortasında bulduk.

      Kavşakta bekleyen yolcular için yapılmış olan bekleme yeri oldukça yetersizdi. Tek bir tane ahşap sıraya sadece üç yolcu oturabilirdi ve iş önlüğü giymiş, yuvarlak omuzlu, bitkin ve oldukça yaşlı bir adam çoğunu kaplamıştı bunun. Bastonu elinde, kırışık yüzünü de yastıkmışçasına bastonuna dayamış, sanki hastaymış gibi öylece oturuyordu.

      İstasyon şefi, adamın yanına gidip kabaca “Kalk git buradan! Kalk da senden daha iyileri otursun!” diye bağırdı. Ardından daha kibar bir dille kadına dönüp “Buyurun oturun Leydim, eğer biraz oturursanız tren birkaç dakika içinde gelir.” dedi. Bu dalkavukluğunun sebebi çok açıktı. Leydi’nin bavullarının üzerinde “Leydi Muriel Orme, Elveston yolcusu, Fayfield Kavşağı üzerinden gidecek.” yazıyordu.

      Yaşlı adamın zar zor yerinden kalkıp aksayarak yürüyüşünü izlerken şu dizeler geldi aklıma:

      Çuval bezinden yapılma kanepeden doğruldu Keşiş,

      Güç bela dayanarak bitkin kollarına;

      Dökmüştü karlarını yüz yıl

      İnce bukleleriyle gür sakalına.

      Fakat Leydi olan bitenin pek farkında değildi. Bastonuna dayanarak zar zor yürümeye çalışan “yerinden kovulmuş adama” bakıp bana döndü. “Ne olursa olsun, bu, Amerikan tarzı bir sallanan sandalyenin yerini tutmaz.” diyerek bana da yer açmak için yana doğru kaydı. “Yine de Hamlet’in sözcükleriyle ‘Dinlen, dinlen…’ ” dedi ve kahkahalara boğuldu.

      Onun yerine “Perişan Ruh!” diye ekleyerek cümlesini tamamladım. “Evet bu tam olarak bir demir yolu yolcusunu tanımlıyor.” Tren perona yanaşırken “Ve burada bir örneği var.” diye ekledim. Görevliler etrafta koşuşup vagon kapılarını açıyorlardı; birisi, kapıyı açıp yaşlı adama üçüncü sınıf vagona binmesi için yardım ederken, başka biri de saygıyla eğilerek Leydi ve beni yapmacık bir mütevazılıkla birinci sınıf vagona yönlendirdi.

      Yol arkadaşım, görevliyi takip etmeden önce, bir süreliğine durup yaşlı adamı izledi. “Zavallı yaşlı adam! Ne kadar da güçsüz ve hasta görünüyor! Onu bu şekilde kovmak ne kadar utanç verici bir davranış. Çok üzüldüm onun için!” Tam o sırada, bu sözleri bana söylemediğini fark СКАЧАТЬ