Peygamberimiz. Muhammed Ali Lâhûrî
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Peygamberimiz - Muhammed Ali Lâhûrî страница 11

Название: Peygamberimiz

Автор: Muhammed Ali Lâhûrî

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-6865-20-4

isbn:

СКАЧАТЬ Hz. Peygamber, amcasına ok vermek işleriyle meşgul olmuştu. Her türlü hurafeler Arapların vicdan ve dimağlarına hâkimdi. Fakat bunlar da Hz. Muhammed’in tiksindiği şeylerdi. Bir keresinde Arapların Lat ve Uzza’sından bahsedilirken Hz. Muhammed putperestlikten daha çok nefret ettiği başka bir şeyin bulunmadığını söylemişti. Peygamberimiz, zamanında yapılan putperestçe ayinlerin hiçbirine iştirak etmemiş, putların şerefine verilen ziyafetlerin hiçbirinde bulunmamıştır.

      Hz. Muhammed’in kalbi, insanlığın sapıklığından sızlanırdı. Peygamberimiz, insanlığı bu ahlaki çöküntüden kurtarmak için ateşli bir arzu duyar, beşeriyeti felaha ulaştırma yolunda çırpınırdı. Hz. Muhammed genellikle Hira dağında bir mağaraya çekilerek Hakk’a yalvarır, beşeriyetin kurtuluşu için gözyaşı dökerdi.

      YEDİNCİ BÖLÜM

      NÜBÜVVET 55

      Yaratan Rabb’inin adıyla oku! O, insanı pıhtılaşmış kandan yarattı. Oku! Kalemle öğreten, insana bilmediğini bildiren Rabb’in, en büyük kerem sahibidir… 56

      Kırk yaşına girmeden az bir zaman önce Peygamber Efendimiz, yalnız başına murakabe ve tefekkürde bulunmak için Hira’daki ibadet yerine çekilirdi. Günlerce Allah düşüncesi ile meşgul olurdu. Bu sırada Resul-i Ekrem tıpa tıp çıkan rüyalar görüyordu. Nihayet, Ramazan ayı içinde bir gece Hira’da ibadete dalmış iken kendisine Cebrail göründü. Peygamberimiz’e; “Oku!” dedi. Hz. Peygamber, “Okuma bilmem.” dedi. Cebrail, Hz. Muhammed’i kucakladı. Bir kere daha “Oku!” dedi. Melek üç kere bu emri tekrar etti. Peygamber Efendimiz de okumaya muktedir olmadığını söyledi. O zaman Cebrail bölüm başına aldığımız ayetleri okudu. Bu ayetlerle Peygamberimiz’e okumaya muktedir olmamakla beraber, Cenabıhakk’ın ismi ile yardım talep edildiğinde, muvaffak olacağı beyan edilmişti. Bu şekilde çok zor sandığı herhangi bir işi, Allah’ın yardımıyla başarmaya muvaffak olacağı kendisine öğretilmiştir. Bundan başka bu ayetler ancak İslam Peygamberi’nin tebliğleri sayesinde anlaşılan, geniş bir irfanı da ihtiva ediyordu. Peygamberimiz’in, nübüvvet gibi büyük bir mesuliyeti yüklendiği ilk gün, bugündü. Bulmak için çok büyük sıkıntılara katlandığı doğru yol, nihayet Peygamberimiz’e açılmış, tam bir şevkle ve hevesle aradığı nur, kendisine gönderilmişti. Fakat bununla beraber, bütün insanlığı kurtuluşa kavuşturmak için o büyük vazifenin kendisine yüklendiği bildirilmişti. Fıtraten zayıf bir insan olmasıyla Hz. Peygamber, alelade mesuliyetlerin bile ağırlığını duyan bir adamdı. İnsanoğlunu ıslah ve teceddüde mazhar etmek son derece büyük ve ağır bir vazife idi. Hz. Musa’ya yalnız başına bir Kavmi’n irşadı ve ıslahı emrolunduğunda, bunu tek başına yapamayacağını söylemiş, Allah’ın yardımını niyaz etmiş, “Ya Rabbi, bana bir yardımcı ihsan et.” demişti. Hz. Muhammed’e ise cehalet çukuruna batmış bütün beşeriyetin irşat ve ıslahı emredilmişti. Bu mesuliyetin ezici yükü onun metin kalbini sarsmamıştı. Hz. Muhammed ancak Allah’ın yardımına dayanarak, bütün mesuliyeti kabul etmiş ve hiçbir yardımcıya ihtiyaç göstermemişti. Fakat ilahi vahiy harikulade bir meseledir. Alelade insanların tecrübe edeceği bir şey değildir. Çünkü vahiy bir insanın muhitinden büsbütün uzak kalmasını gerektirirdi. Bu hadisenin olduğu günlerde vahye mazhar olan zatın bütün mevcudiyetini kudret-i ilahi kaplamıştı. Hz. Peygamber bu hadiseye alıştığı zaman bile çok terler, pek ağırlaşırdı. Sahabe’den biri bir defa Peygamberimiz’e vahiy geldiğinde, onun dizinin kendi dizi üzerinde bulunduğunu beyan ederek diyor ki: “Peygamberimiz’in dizi o kadar ağırlaştı ki dizimi ezeceğini sandım.” Hz. Muhammed’in ilk vahyi aldığı zaman mübarek vücuduna vahiy çok ağır bir tesir icra etmiş bu sebepten titreye titreye evine dönmek zorunda kalmıştı. Elleri ve ayakları soğuyan Peygamber, Hz. Hatice’den kendisini örtmesini istemişti. Titreme ile korku ortadan kalkınca, Peygamberimiz, Hz. Hatice’ye gördüğünü anlatmıştı. Hz. Hatice, zevcinin başından geçenleri anlayınca, Cenabıhakk’ın onu hiçbir zaman terk etmeyeceğini, kendisinin risaletinde muvaffak olacağını söyleyerek Peygamberimiz’e kuvvet vermiş, onun haiz olduğu faziletleri, akrabasına karşı olan hareket tarzı, fakirlere ve zayıflara, yetim ve dullara yardımı, misafirperverliği, bütün güçlüklere rağmen hak taraftarlığını belirtmiş ve bu özelliklere sahip bir kimsenin başarısızlığa uğramayacağını söylemişti.

      Bundan önce de anlattığımız gibi Varaka b. Nevfel, Hz. Hatice’nin yeğeni idi. Putperestlikten nefret eden Varaka, hak dini aramaya koyulmuş, sonunda da Hristiyanlığı kabul etmişti. Hatice, hakkı arayan bu yeğeninin, vicdanını hoşnut edecek, fikir bahçesini sulayacak bir din aradığını biliyordu. Ayrıca yeğeninden, Hz. İsa’nın geleceğini bildirdiği Peygamber’e ait haberleri de duymuştu. Bunun için zevcinin nübüvvete mazhar olduğunu görür görmez, doğruca yeğenini ziyaret ederek, ihtiyar ve aynı zamanda âmâ olan yeğeninin fikrini almak istemişti. Varaka; Hz. Muhammed’in ilahi vahye mazhar olduğunu haber alır almaz, Hz. Musa’nın müjdesine dayanarak, “Bu melek, Cenabıhakk’ın Hz. Musa’ya gönderdiği melektir.” demişti. Daha sonra Varaka, “Keşke yaşasam da senin, kendi vatandaşların tarafından hicrete mecbur edildiğini görebilsem.” demişti. Hatice, Peygamberimiz’in böyle bir muameleye mi uğrayacağını sorduğu zaman Varaka, “Evet.” demişti. “Her Peygamber’in gördüğü muamele budur!” Çok geçmeden Varaka irtihal etmiş fakat Nübüvvet-i Muhammediye’yi tasdik ettiğinden dolayı Hz. Peygamber’in ashabından sayılmıştı.

      Hira dağı’nda vaki olan ilk vahyi müteakip, Cebrail bir müddet Hz. Peygamber’i ziyaret etmedi. Bu devreye “Fetreti Vahiy” devresi denir. Bu devrenin ne kadar devam ettiği hususu ihtilaflıdır. Bazıları bu zamanın iki veya üç sene kadar uzadığını, fakat İbn Abbas, bu fetretin kısa bir zaman devam ettiğini söylemektedir ki tarihî deliller de bunu kuvvetlendirir. Resul-i Ekrem Efendimiz’in, vahyin kesildiği bu zamanında, dağlara tırmanarak kendisini yuvarlamak istediğine dair nakledilen rivayetler asılsızdır. Çünkü rivayetlerin sıhhatini tayin için yapılan araştırmalarda, bu rivayet mevsuk değildir. Bunun ravisi olan Zühri, daha sonraki nesile mensuptur. Hâlbuki bir rivayetin sahih olması için onu anlatan ravinin sahabe olması gerekir veya ashaptan birinden rivayet edilmesi gerekirdi. Bunun için Zühri’nin bu rivayetinin hiç önemi yoktur. Özellikle Hz. Muhammed’in intihar etmek istediğine dair yapılan rivayetler, onun ruhi durumuna tamamen zıttır. En genç yaşından itibaren Peygamber’in kalbi, beşeriyeti ıslah ümidi ile doluydu. Bunun için tam bu sırada, kendisine nübüvvetin verildiği bir sırada, onun intiharı düşünmesine imkân var mıdır? Resul-i Ekrem Efendimiz’in hattı hareketinde görülen bir şey varsa, onun eskisinden daha fazla dağlara inzivaya çekilmesidir. Fakat bu hareket onun intiharı düşünmesi gibi manasız bir şekilde değerlendirilemez. Kendisine vahiy gelmeden önce de dağlara çekilirdi. Mütefekkir bir zihne sahip olması dolayısıyla dağlarda bir nevi huzur bulur, orada hiçbir şeyle meşgul olmadan düşüncelere dalardı. Peygamberimiz’in intiharı düşünmesine hiçbir sebep de yoktu. Hz. Muhammed eskisinden daha büyük bir ızdırap içinde dolaşıyorduysa ki bundan daha fazla bir şey de söylenemez, bunun sebebi içe kapanış değildir. Gecesini gündüzünü arayıp bulmaya vakfettiği nuru ilahi, birinci tecelliden sonra kaybolmuştu. Kendisine ızdırap veren işte bu idi. Kalbinin bütün isteği ilahi kelamları tekrar dinlemekti. Onu dağlara sevk eden, kalbinin hararetli iştiyakını tatmin edecek şeyi elde etmekti. İntihar ise Peygamberimiz’in hatırına hiç mi hiç gelmezdi. Peygamberimiz’in hayatında olan her hadise bunu yalanlar. Dünyanın en ümitsiz şartları karşısında bile, Cenabıhakk’ın yardımından ümidini kesmeyen, imanı hiçbir zaman sarsılmamış, tahammülü güç СКАЧАТЬ



<p>55</p>

Nübüvvet: Peygamberlik (e.n.).

<p>56</p>

Alak, 96/1-5.