Название: Savaş ve Barış I. Cilt
Автор: Лев Толстой
Издательство: Elips Kitap
isbn: 978-625-6865-50-1
isbn:
Rostof, yüzünden hiç eksik olmayan neşe dolu gülümseyişle “Schön fleissig!”299 dedi.
Sonra da Alman ev sahibinin sık sık tekrarlamaktan hoşlandığı sözleri sıraladı:
“Hoch Oesterreicher! Hoch Russen! Kaiser Alexander hoch!”300
Ahırdan çıkmıştı Alman. Bir hamlede çıkardığı kalpağını başının üzerinde sallayarak “Und die ganze Welt hoch!”301 diye bağırdı.
Alman ev sahibi gibi Rostof da elindeki kasketi başının üzerinde sallayarak gülüyor ve haykırıyordu şimdi:
“Und vivat die ganze Welt!”302
Aslında ne ahırını temizlemekle uğraşan Alman’ın ne de takımını alıp saman getirmeye gitmiş olan Rostof’un böylesine sevinç gösterilerine girişmeleri için özel bir neden yoktu. Bu iki insan, birbirlerine mutlu bir heyecan içinde, kardeşçe bir sevgi ile bakmakta; birbirlerini sevdiklerini belirtmek için de karşılıklı olarak başlarını sallamaktaydılar, o kadar. Nitekim bu gürültülü selamlaşmanın ardından da hemen ayrıldılar birbirlerinden. Alman ahıra döndü, Rostof da Denisof’la bölüştüğü eve yöneldi.
Delikanlı, içeri girer girmez karşısına çıkan Denisof’un uşağı Lavruşka’ya sordu:
“Efendin nerede?”
Dalavereciliğiyle bütün alayda ün salmış olan Lavruşka’nın cevabı hazırdı:
“Dün akşamdan beri yoklar. Oyunda kaybettiler herhâlde!”
Sonra da durumu açıklamaya başladı:
“Ben gayet iyi biliyorum, efendim: Oyunda kazandılar mı erkenden eve gelip böbürlenirler, sabaha kadar eve dönmezlerse kaybettiler demektir ki artık öfkelerinden yanlarına varılmaz! Kahve emreder misiniz?”
Rostof gülerek “Getir bakalım…” dedi.
On dakika sonra kahveyle birlikte haberi de getirdi Lavruşka:
“Felaket! Geliyorlar!”
Rostof pencereden bakınca Denisof’un gerçekten eve dönmekte olduğunu gördü…
Kısa boylu, al yanaklı, parlak siyah gözlü bir adamdı Denisof. Bıyıkları da saçları gibi simsiyah ve kıvır kıvırdı. Sırtında düğmeleri iliklenmemiş bir süvari ceketi, ayağında kat kat sarkan bol bir pantolon, başında ensesine doğru kaymış buruşuk bir süvari kasketi vardı. Başı önüne eğik, somurtkan bir yüzle kapıya yaklaşıyordu…
Yüksek sesle ve “r”leri “ğ” gibi telaffuz ederek “Lavruşka!” diye bağırdı uşağına. “Çıkarsana şunu, ne bekleyip duruyorsun öyle!”
Çizmesini kastediyor olmalıydı. Lavruşka’nın sesi duyuldu:
“Zaten çıkarmaktayım efendim.”
Çok geçmeden odaya giren Denisof, Rostof’u görünce şaşırdı.
“A! Sen kalkmışsın bile!”
Delikanlı gülümseyerek “Çoktan!” diye cevap verdi. “Gidip saman da getirdim, Bayan Mathilda’yı da gördüm…”
Denisof, “r”leri hep yutarak “Bak hele!” demişti. “Bense elimde avucumda ne varsa kaptırdım! Felaket bu kadar olur! Ben böyle şanssızlık görmedim hayatımda!”
Lavruşka’ya bağırmayı ihmal etmedi arada:
“Hey, çay getir!”
Sonra gülümsüyormuş gibi yüzünü kırıştırıp küçük sağlam dişlerini göstererek orman gibi gür, kabarık siyah bıyıklarını iki elinin kısa parmaklarıyla çekiştirmeye başladı.
“Şeytan dürttü işte! Yoksa o Fare’ye neden gideyim?” Fare, evine gittiği subaya verilen addı. “Düşün bir kere! Tek bir tane kâğıt vermedi, tek bir tane dahi!..”
İki eliyle alnını ve yüzünü ovuşturuyordu şimdi. Uşağın yakıp uzattığı pipoyu avucunda sıkarak ateşini düzeltmek için yere vurduktan sonra talihsizliğini anlatmaya devam etti:
“Sempl geldi mi veriyor, paroli geldi mi alıyor; anlıyor musun! Sempl geldi mi veriyor, paroli geldi mi kendisi alıyor!”
Ateşi yere saçmıştı bu arada, öfkesinden pipoyu kırıp fırlattı. Bir süre sustu. Sonra parlak siyah gözlerini birden neşeyle Rostof’a çevirerek başını salladı.
“Bari kadın olsaydı! Burada içmekten başka yapacak bir şey de yok ki! Keşke bir an önce dövüşmeye başlasak..”
Dönüp kapıya baktı. Odanın dışından, ağır çizmeler giymiş birinin mahmuzlarını şakırdatarak gelip durduğu; sonra da saygıyla hafifçe öksürdüğü işitilmişti.
Lavruşka açıkladı hemen:
“Bölük emini…”
Yüzünü iyice buruşturmuştu Denisof şimdi. İçinde birkaç altın bulunan cüzdanını delikanlının önüne atarak “Berbat, Rostof!” dedi. “Say, kardeşim. Bakalım içinde ne kadar kalmış? Sonra da cüzdanı yastığın altına sok!”
Sonra bölük eminiyle görüşmek için dışarı çıktı.
Cüzdanı aldı Rostof. Mekanik bir hareketle eski ve yeni paraları ayırıp üst üste koyarak saymaya başladı.
Öbür odadan Denisof’un sesi gelmekteydi:
“Merhaba, Telyanin! Dün beni soyup soğana çevirdiler…”
“Nerede? Bikof’un evinde mi? Fare’nin orada mı yoksa? Öyle olacağını biliyordum…”
Aynı bölükte görevli Teğmen Telyanin girdi odaya.
Rostof, cüzdanı yastığın altına fırlattı ve kendisine uzatılan nemli eli sıktı. Telyanin, ordu sefere çıkmadan bir süre önce aslı pek iyi bilinmeyen bir olay yüzünden muhafız kıtasından alınıp alaya verilmişti. Alaydaki davranışları kusursuzdu ama yine de çok sevilmiyordu. Özellikle Rostof, bu subaya karşı duyduğu nedensiz tiksintiyi bir türlü yenemediği gibi gizleyemiyordu da…
Telyanin, “Söyleyin bakalım, süvari delikanlı…” dedi Genç Kont’a. “Benim Graçik işinize yarıyor mu bari?”
Telyanin’in Rostof’a satmış olduğu binek atıydı Graçik.
Teğmen hiçbir zaman konuştuğu insanın gözünün içine bakmazdı. Konuşurken daima oradan oraya kayar dururdu gözleri.
“Biraz önce sizi gördüm…” diye ekledi. “Ata binmiş СКАЧАТЬ
299
“Çok çalışkansınız!”
300
“Yaşasın Avusturyalılar! Yaşasın Ruslar! Yaşasın İmparator Aleksandr!”
301
“Ve bütün dünya yaşasın!”
302
“Ve de yaşasın bütün dünya!”