Dimağımın içinde tiz, keskin bir şeytan sesi:
“Niçin mümkün olmasın?” dedi.
Ben:
“Mümkün değil, mümkün değil!” diye dişlerimi sıktım.
“Hayır, pek mümkün! Yarın birdenbire işitirsin!”
“Bu fena!”
“Tabii fena!”
“Evet, ya evlenirse…”
“Bunda hiç şüphen olmasın. O vakit yüz bin lirayı rüyanda görürsün…”
“O hâlde?”
Dimağımın içinde çınlayan şeytan sesi:
“Böyle bir hareketin önüne geçmelisin!” diye âdeta korkunç bir emir verdi.
Böyle bir felaketin önüne nasıl geçebilirdim? Evet, bu hakiki bir felaketti. Ta ayağımın dibine gelmiş yüz bin liranın, ihmalciliğim yüzünden uçup gitmesi… Dimağım, yine irademin, hatta idrakımın haricinde sihirli bir saat gibi işliyordu; gözlerimi amcama kaldırdım. Küçük kaşığıyla pilavını ağzına götürüyordu. Sakalının altından beyaz, zayıf boynunu gördüm. O beyaz yere iki dakika basılsa… Yüz bin lira birdenbire benim olacaktı! Fakat…
Ruhumda zehirden şimşekli ateşler bırakan şeytan sesi:
“Budala mısın?” dedi. “Neden korkuyorsun?”
“Korkuyorum.”
“Hayır. Korkma… Sen öyle adi katiller gibi amcanın boğazına basıp boğmayacaksın.”
“Ya ne yapacağım?”
“Bir şey yapacaksın ki, kanun seni mesul edemeyecek!”
“Nasıl?”
“Arkadaşın bakteriyolog Sabit’ten biraz tifo mikrobu çalacaksın.”
“Ey?”
“Bu mikropları amcanın gece içtiği suya atacaksın. Tifoya tutuldu mu, doktorlar onu iyi etmeye çalışırken, sen, yine mikroplu suları ona ilaç diye vereceksin. Bir hafta içinde mutlaka ölecek. Sen de herkesle beraber ağlayacaksın! Cenazenin önünde yürüyeceksin! Senden kimse şüphelenmeyecek! Bilakis kederine iştirak edecekler: ‘Başınız sağ olsun!’ diyecekler.”
“Oh…”
…............
Evet, oh… Birdenbire canlandım. Sanki ağır bir yükün altından kurtuldum. Gözlerimi açtım. Elmasını soyan amcamı gördüm. Ne konuşmakta olduğumuzun yine farkında değildim.
Bana:
“Sen benim mabihüliftiharımsın!” dediğini işittim.
Geç vakit, yattığım odaya çıktım. Zihnimdeki cinayet planı kendi kendine genişliyordu. Karyolamın üstüne oturdum. Masanın üzerinde yanan mumun ziyası duvarlarda şekilsiz gölgeler kımıldatıyordu. Yüz bin lira! Gözüm dolap aynasına kaçtı. Orada kendi hayalimi gördüm. Bana dik dik bakıyordu. Saçları ürpermişti. Gözleri kanlıydı. Bir sırtlanın gözleri gibi kanlıydı. Bu hayal bendim. Görmemek için yüzümü çevirdim.
Gece hiç uyumadım!
Kendimi görmemek için aynaya bakamıyordum. Evet, ben bir katildim. Bir caniydim. Bütün ahlak duyguları benim nazarımda bir yalandı. Sabaha kadar dimağımda bana kumanda veren şeytan sesinin akislerini dinledim:
“Tereddüt etme!”
“Hayır, hayır, yapamayacağım.”
“Yapacaksın!”
“Yapmayacağım.”
“Yüz bin lirayı kaçıracaksın!”
“Kaçsın.”
“Sen budala değilsin.”
“Hayır, ben budala değilim. Fakat…”
Sabahleyin erkenden amcamın yanına indim. Zavallı ihtiyar, balkonun önünde sütünü içiyordu. Beni, heyhat, mabihüliftiharını gülerek karşıladı:
“Ne o, rahatsız mısın? Sararmışsın.” dedi.
“Bir şeyim yok.”
“Rahat uyudun mu?”
“Evet.” dedim. Sonra birdenbire ellerini öpmeye başladım. Şaşırdı. Gözlerimden galiba yaşlar akıyordu. Öldürdüğü mukaddes vücudun üzerinde pişman olan bir cani gibiydim. Ben artık insan değildim.
“Sizden bir istirhamım var!” diye inledim. Böyle gayritabii hareketimi ilk defa gören amcam ne diyeceğini bilmiyordu. Kafamdaki şeytanın varlığıma indirdiği darbeyi, manevi iflasımı asla duymuyor:
“Ne oluyorsun oğlum, ne oluyorsun?” diyordu…
“Hiç! Vadediniz ki, istediğimi yapacaksınız.”
“Söyle, ne istiyorsun?”
“Evvela reddetmeyeceğinizi vadediniz.”
Ellerini çekti:
“Peki, söyle, vadediyorum.” dedi.
“Ben sizin vârisinizim.”
“Şüphesiz.”
“İstiyorum ki, bütün servetinizi daha sağlığınızda millî müesseselere vasiyet edesiniz.”
“Fakat niçin?”
“Ben böyle istiyorum işte…”
“Ama niçin?”
Gece neler düşündüğümü, bir an evvel bu yüz bin lirayı ele geçirmek için nasıl kendisini görünmez bir silahla öldürmeyi kurduğumu söyleyecektim. Söyleseydim o benim mahiyetimi tanıyacak; fakat ben belki şimdi biraz daha rahat bulunacaktım. Lakin, hayır, bu cesareti gösteremedim. Kendimde olmayan fazileti yine iğrenç maneviyatıma perde yaptım. Yalanlar öğürmeye başladım. Sözde ben gençtim, ihtimal bu kıymetli kütüphaneyi satar, memleketten dışarı çıkmasına sebep olabilirdim. İstiyordum ki, bu mühim miras millete kalsın!
“Pekâlâ!” dedi. “Kütüphanemi millete vereyim. Fakat başka akarlarımı…”
“Onları da istemem amcacığım. O kadar hastalar var, darüleytamlar var. Silinecek gözyaşları, sarılacak yaralar, СКАЧАТЬ